2 Haziran 2012 Cumartesi

Baskın Oran ya da bir yandaşın hazin komedisi...



Baskın Oran, Türkiye'deki Ermeni yurttaşların sesi olma iddiasındaki haftalık Agos gazetesinin 1 Haziran 2012 tarihli yazısında aşağıdaki yazıyı kaleme aldı. Bu yazıda güvendiği dağlara kar yağdığını gören bir insanın dramını bulacaksınız... Yere göğe koyamadıkları Tayyip Erdoğan'ı artık savunmakta zorlanıyorlar ve kaleme aldıkları şeyler mizah yazısına, görüşleri de fıkraya benzemeye başladı. Ve en büyük korkuları neymiş biliyor musunuz? Buyurun: Bizi de, “Aklın başına şimdi mi geldi” diye zevklenen/zevzeklenen 1930’cu eşhasa rezil etmeyin.

Fakat çok geç, bunlar rezil olmanın da ötesine düştüklerini henüz anlamamış görünüyor. Ve korkularında hiç haksız değiller. Kör ve vicdansız bir AKP yandaşı olmayan herkes için, bunların düştükleri durumu izlemek o kadar keyifli ve zevkli ki, tahmin bile edemezler. Hele filmin daha yeni başladığını düşünürsek...


Kürt-aj ve Uludere: Başbakanım, iyi misiniz?

Muhterem başbakanım, siz bu ülkede büyük reformlar yapmış insansınız; müteşekkiriz, ama şu anda fenaya gidiyorsunuz. Öfke infilaklarınız bitmek bilmiyor. Kendinize durmadan adrenalin, ortama durmadan elektrik zerk ediyorsunuz. Yazı yazan insanlar K. Evren devrindeki gibi ürküyor. Sadede geleyim, üç başlık halinde arz edeyim.
1) Siyaseten: İnsanlara bu kadar hakaret size sonunda zarar getirir. Gazeteciler için leş yiyici “akbaba” dediğiniz gibi, bir de “tasma” yoluyla köpek dediniz. Şimdi de legal siyasi partiye “kalleş”.
“Sezaryen cinayettir”i yazamadılar
Tasma derken, doğrudur, kimi gazeteciler kendilerini askere tasmalattı. Onları siz kurtardınız, o da doğru, fakat medya bu sefer sizden “it gibi korkuyor”, maalesef o da doğru. Yani, tasma değişmedi, tasmacı değişti.
Vahim örnek: “Sezaryenle doğumu cinayet olarak görüyorum” dediniz, basın korkudan oto-sansürledi. (Eğer kendinizi dinlemek isterseniz:www.focushaber.com/videogaleri/erdogan-sezaryan-ve-kurtaj-cinayettir-v-20640). Şeytan kulağına kurşun ama, kerimeniz hemşiremizin evladı ters gelirse ne olacak? “Tıbbi zorunluluk varsa izin verilir” diyeceksiniz de, bu korku ortamında doktor mesleğini mi riske sokacak, yoksa kadının hayatını mı, şimdiden bilemezsiniz. Bir de, tehlike dedim aklıma geldi, aman diyeyim, şu sıralar doktor dövme/öldürme salgını var, siz çok asabisiniz, lütfen gitmeyin doğuma.
Geçen gün yüz bin kişilik Nürnberg’de, pardon, Türk Telekom Arena’da, tezahürat sizi çok mutlu etti. Ama dikkat: Bu kişiye tapma filmleri tarih boyu hep kötü bitti. Kitleler omuza alınca, hiç belli olmaz ne yapacakları. Rahmetli Bölükbaşı bundan çok bezmişti; zıplar dururdu. İsmet Paşa niye asla izin vermezdi dersiniz? Unutmayınız: 40 kere sırtında Mekke’ye götürürsün, 1 kere götürmezsin...
2) Dinen: Ortadoğu’nun en popüler liderisiniz. Müslüman Filistinlilerin haklarına Araplardan daha çok sahip çıktığınız için. Hadi Hrant Müslüman değildi, şimdi sizin nezaretinizde olay unutulmaya gidiyor, ama Uludere’de katledilenler Müslüman; onların haklarına sahip çıkmamak dinimize yakışır mı? Sonra, Dersimli Müslümanlar için özür dilediniz, hepimiz alkışladık, ama şimdi demezler mi ki “CHP dönemi için özür diledi, kendi dönemi için dilemiyor”?
Sonra, var mı dinimizde “Tazminatsa tazminat!” deyip işin içinden çıkmak? Göz oyunca bedel verip hapisten kurtulmak, o mudur? Bir de, zevcesi ile kerimesini taziyeye gönderip “En üst düzeyde ziyaret edildi” demek, var mı bunlar dinimizde? Bakın, başka Müslümanlarımız çıktı, bildiri yayımladılar, Maide Suresi 8. ayeti zikredip, “İdarecilerimizin Allah'tan korkmalarını, hesap gününü düşünmelerini ve failleri saklayarak suça ortak olmamalarını istiyoruz. Hak yerini bulmadığı takdirde, dünyada ve ahirette adil olmadıklarına şahitlik edeceğimizi ilan ediyoruz” dediler (www.uludereicinadalet.com). Biz ortada kaldık, söyleyin, hanginizinki İslam?
Kadın folluk mudur?
3) Ahlaken: Sıhhatinizden asıl ürküntü duyduğumuz husus işte burası, muhterem başbakanım. Uludere bir batak, kapatmaya çalışıyorsunuz, çalıştıkça da derine saplanıyorsunuz, bu ayrı. Ama bunu yaparken, hanımlarımızın özel yerlerini kasteden benzetmeleri de elâlemin huzurunda yapmak zorunda mısınız? Zorundaysanız, işiniz zordur. Bakın, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka kalktı, sizin için “Vajina bekçiliğini bıraksın” dedi. Ne diyeceksiniz cevap olarak? Bir de, maazallah, üstüne bir herif-i nâşerif çıkar da, temiz tutulmamış kasık nahiyesi faunasından kafiye tutturmaya kalkarsa ne yapacağız?
“Sinsi bir plan” dediniz. Paranoyanın sınırlarını zorlamak, güçlü lider olmakla çelişmiyor mu? Ayrıca, “Uluslararası...” demeliydiniz, çünkü Vatikanlı Papa ile Katolik Amerikalı Bn. Sarah Palin gibiler de sizinle aynı kefede. Şimdi derhal bir Kürtajı Yasaklama Kanunu çıkacak, ondan sonra da sıraya dizilsin, süpürge çöpüyle oto-kürtajdan kadın ölümleri. Bunun partinize de büyük zararı olabilir muhterem başbakanım, çünkü ne kadar fedakârca koşuştuğunu bizzat söylediğiniz hanım üyeleriniz eksilebilir.
Özetle, genç nüfusun önemini biz de biliyoruz. Ama kalkıp da “Şu kadar çocuğu olandan vergi almayacağız / çocuk başına ikramiye vereceğiz’ demek yerine, bakamayacağı/doğuramayacağı cenini aldıran hanımları katil ilan etmeniz, muhafazakâr ahlakla bağdaşmıyor. Lütfen, asabınıza “dur” deyin, vatandaş olarak sizden gerçekten istirham ediyoruz.
Nekrofili ve ensest
Nihayet, “Bazıları bu ölümlerden nemalanıyor” demek varken, Uludere ile cinsel sapıklığın zirvesi nekrofili aynı cümlede nasıl buluşuyor ki? Kalktınız, “ ‘Her kürtaj bir Uludere’dir’ diyorum” dediniz. Şimdi ya birisi kalkar da, “Evet, Uludere olayı bir Kürt-ajdır: Kürt sorununun barışçı çözümünü rahimdeyken öldürmüştür” derse ne olacak? Sonra, haberiniz vardır herhalde: Anayasa Komisyonu’nda LGBT’lerin korunması konuşulurken AKP’liler “Ensest de zamanla bu kapsamda ele alınır” diye karşı çıkmışlar (Radikal, 24.05.2012). Sizin partililer bu temaya niye bu kadar takıntılı Allahaşkına?
Muhterem başbakanım, kendinizi ve ailenizi düşünmüyorsanız memleketi düşünün. 2, 4 veya 10 mg. diazeme başlayın. Ortalık azıcık sakinleşsin, siz de tekrar iyileşip reformlara devam edin; gerginlik en çok iktidarı yıpratır. Bizi de, “Aklın başına şimdi mi geldi” diye zevklenen/zevzeklenen 1930’cu eşhasa rezil etmeyin

AKP İktidarında adalet böyle işliyor


AKP iktidarı döneminde en çok şikayet edilen konulardan biri de hukuk tanımayan mahkemelerdi. 
Ergenekon ve Balyoz davalarında adaletin nasıl işlediğine yeni bir örnek. Odatv.com'da yer alan bu haber, AKP iktidarında hukukun ne hale getirildiğini gösteriyor: 
Ergenekon Davası’nda geçtiğimiz Cuma günü sanıklardan Durmuş Ali Özoğlu, Serdar Öztürk ve Yalçın Küçük, tanık Bülent Orakoğlu’na soru sormakta ısrar edince mahkeme heyeti tarafından cezalandırıldı. Özoğlu ve Öztürk mahkeme sonuna kadar duruşmalardan men edilirken, Küçük’e 16 duruşma katılmama cezası geldi.
Durmuş Ali Özoğlu ve Serdar Öztürk aldıkları cezaya karşılık ayrı ayrı basın açıklaması yaptı.
İMDAT!
Yazar ve fotoğraf sanatçısı Özoğlu “İmdat! İmdat! İmdat!” başlıklı basın açıklamasında şunları söyledi:
“Özel Yetkili 13. Ağır Ceza Mahkemesinde savunmam suç sayıldı ve 14 yıl hapis cezasına çarptırıldım. 14 yıl hapis yetmedi! 25.03.2012 günü dinlenen tanığa soru sormak ve ithamlarına cevap vermek için söz istedim diye duruşma salonundan çıkartıldım. Bu da yetmedi! Hakkımda ara karar alınarak, nihai karar gününe kadar duruşmalara katılmam da yasaklandı. Siyasal iktidarın, “Silivri’de özel mahkemeler kurduk” sözlerinin ne ifade ettiğini Türkiye’nin anlaması için mahkeme kapısında kurşuna dizilmemiz mi gerekiyor?
Kendimizi infaz mangasının önünde gibi hissettiğimiz Ergenekon mahkemesinde yaşananlar özetle şöyledir:
1. Savunma hakkı yok sayılmaktadır.
2. Maddi gerçeğin aranmasında suçlayanlara soru sorma hakkı verilmiyor.
3. AİHM kararlarında belirtilen AİHM sözleşmesinin5/1-2-3 ve 4. Maddeleri uyarınca duruşmalarda adil yargılama ve uzun tutukluluk hükümlerine karşı açıkça muhalefet edilmektedir.
4. Kamu tanıklarına soru sormanın sınırlandırılması, yazılı soru verme mecburiyeti getirilmesi ve mahkeme başkanının seçtiği soruları eksik ve değiştirerek sorması kanunilik prensibine aykırıdır ve suçtur.
5. Avukatların da tanıklara doğrudan soru sormasının kısıtlanması inanılamaz ve kabul edilemezdir.
6. Mahkeme heyeti söz isteyen, itiraz eden veya mahkemenin tutumunu eleştiren sanıklar ile zorbalığa başvurarak sanıkları dövmeye çalışan sanıklara aynı cezaları vererek hatta şiddet yanlısı Danıştay katili Osman Yıldırım’ı kayırarak cezada hakkaniyet, orantı ve yasaların belirlediği sınırları aşmak hukuka aykırı davranıştır. 13. Ağır Ceza Mahkemesi bu konularda verdiği kararlarla hem Türk hukuk mevzuatını hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ve AİHM’nin karar ve kurallarını hem de T.C. Anayasası’nın ilgili hükümlerini yok saymıştır. Sanıkların tanıklara soru sormasından, mahkemeye kendilerini anlatmasından yargıçların korkması duyulmuş değildir. Mahkemenin savunmamı engelleyen tutum ve kararlarını halkımıza şikayet ediyorum.
İstanbul Adalet Komisyonu’nu, HSYK’yı Adalet Bakanlığı’nı yargısız infazın durdurulması için göreve çağırıyorum.
Barolar Birliği ile İstanbul Barosu’nu kutsal savunma hakkımı savunmak için göreve çağırıyorum. Türk ulusunu ve özgür dünyanın İnsan Hakları kuruluşlarını yaşamakta olduğumuz hukuk ve insanlık kıyımına karşı durmaya, YARDIMA ÇAĞIRIYORUM!”
Avukat Serdar Öztürk ise şunu söyledi:
“Özel Yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ve kamuoyunda "Ergenekon" adı ile bilinen 2009/191 E. Sayılı davanın 24-25 Mayıs 2012 tarihli celselerinde üç ay Emniyet istihbarat Daire Başkanlığı yapmış Bülent ORAKOĞLU adlı şahıs, tanık olarak dinlenmiştir.
5271 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'na göre tanık demek; iddia edilen olaylarla ilgili doğrudan bilgisi ve görgüsü olan kişi demektir. Bu bağlamda tanık olduğu savı ile iddia edilen Ergenekon Terör örgütü hakkında bilgisini ve görgüsünü anlatmak ve bu suretle maddi gerçeği arayan mahkemeyi aydınlatmak maksadıyla huzura gelen Bülent ORAKOĞLU'nun iddia edilen olaylarla ilgili doğrudan bir bilgisi ve görgüsünün bulunmadığı, tüm ifadelerinin google taramaları ve gazete bilgileri ile köşe yazarı dedikodularına dayandığı anlaşılmıştır. Kendisi de duruşmada "bunlar benim analizlerim" diyerek durumu ifşa etmiştir.
Öte yandan adı geçen şahıs, sanki maddi gerçeği anlatmak için tanıklık yapmaya değil de kitap fuarına imza gününe gelmiş gibi kitaplarını uzun uzun anlatmaya cüret etmiştir. Bu davada yargılanan sanıklar, böyle saçmalıklarla oyalanmakta ve yasal olmayan yöntem ve kararlarla tutuklu bırakılmaktadır. Biz 3 yıldır Bülent ORAKOĞLU isimli şahsın kitaplarını dinlemek için mi cezaevinde yatıyoruz?
Adalet Bakanı'nın ve Özel Yetkili Hakimler hakkında yasal gereğini yapmayan HSYK'nın buna derhal cevap vermesi gerekmektedir. Hiçbir bilgisi ve görgüsü olmayan bu şahsı tanık olarak dinleyen ve yargılamayı gereksiz yere uzatan tüm savcı ve hakimler hakkında suç duyurusunda bulunulacaktır.”