7 Temmuz 2012 Cumartesi

Ürpertici bir tür: Yandaş köşe yazarı...

Odatv Davası, Türk hukuk tarihinde, üretilmiş delillerle hazırlanan skandal davalardan biri olarak yerini aldı.
2002'deki AKP iktidarıyla birlikte, ABD'nin teşviki ve yönlendirmesiyle yandaş bir medya oluşturulmaya başlanmıştı. Bu süreç yeni bir köşe yazarı türünü ortaya çıkardı: Yandaş köşe yazarı. Mehmet Ali Birand, Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibi her dönemde iktidarları destekleyen köşe yazarlarından farklıydı bunlar. Hatta bu kişiler bile kendilerini aşıp, kariyerlerinde yeni bir aşamaya geçtiler. Zamanla pek çok hevesli de bu 'ustaların' peşine takılarak sofrada yer kaptı. 
AKP tipi yandaş köşe yazarının en belirgin özelliği hiçbir hukuk ve ahlak kuralı tanımamasıdır. Bunlar, polisin ve savcının verdiği bilgileri kendi okuyucu ve izleyici kitlesine kesin, kanıtlanmış gerçekler olarak sunup, insanları ve  kurumları linç eder. Özel Görevli Mahkemelerin çürütülen kanıtlara aldırış etmemesi gibi, bunlar da yalanlarının yüzlerine vurulmasını hiç dert etmeden misyonlarını sürdürüyor. 
OdaTV Davası sanıklarından Barış Pehlivan, aşağıda sunduğumuz yazısında, AKP iktidarıyla birlikte ortaya çıkan bu 'özel görevli köşeyazarı' tiplerinden biriyle hesaplaşıyor.  


OKU!
Odatv davası adlı oldukça trajikomik oyunun son temsilindeki kekremsi tadı henüz üzerimden atamamıştım ki, o akam televizyonda duyduklarım koca bir “Yuh” çektirdi. Günlerden Cuma, kanalımız TV8, programımız Gökmen Karadağ’ın hazırladığı Haber Aktif; konuklarımız Cumhuriyet yazarı Şükran Soner ve Taraf yazarı Melih Altınok.
Konu: Odatv davası.
Şükran Soner... Odatv davasının özünün farkında, duruşmaları birebir izleyen, izlenimlerini köşesinde yayınlayan, iddialar kadar savunmaları da haberleştiren Cumhuriyet’in yazarı.
Melih Altınok... Odatv davasının iddia makamında oturuyor gibi duran, ama duruşmalara zahmet edip de gelmeyen, buna rağmen okumadığı (bu kelime çok önemli) dava dosyalarıyla ilgili adeta “çene ishali” olmuşçasına konuşan, iddiaları haftalarca manşetten verip savunmaları yayınlamayan Taraf’ın yazarı. Ve elbette tüm bu özniteliklere sahip bir CV’si olduğu için de, yeni medya düzeninin pek muteber aktörlerinden biri!
SONER YALÇIN NEDEN TUTUKLANDI
İlkokula başlayan çocuklara fişlerle öğretir gibi tekrarlamak istiyorum: 
Oku Melih oku!
Fişleri sevmiyorsan, ilk vahiy hatırına “Oku!” 
Melih Altınok mealen diyor ki; Yalçın Küçük zaten sanıkmış, Soner Yalçın da onunla konuşurken dinlemeye takılmış da öyle gözaltına alınmış! 
Oku Melih oku: Resmi tutanaklara göre; Soner Yalçın için ilk olarak 13 Mayıs 2009 tarihinde hazırlanan polis raporuyla dinleme kararı alınıyor. Onda da gerekçe olarak, Yalçın Küçük’le Soner Yalçın’ın bir konuşması yok. Kimin var biliyor musunuz? Benim 2008’de Yalçın Küçük’le yaptığım telefon röportajı. Peki benim hakkımda o tarihte dinleme kararı alınıyor mu? Hayır! 
Devam edeyim; okumak iyidir, bilgilenir insan...
Soner Yalçın’ın telefonları 2010 Şubat’ına kadar dinleniyor. (Dinleme kararındaki hukuksuzluklara, tapelerin yapılış tarihlerindeki“rastlantılara” değinmiyorum) 
Sonra... 
Sonra kesiliyor dinleme. (En azından legal olarak)
Bir daha ne zaman başlıyor peki yeniden?
19 Ocak 2011’de. Yani gözaltına alınmadan 25 gün önce...
Peki, yeni ne var elinde polisin, savcının, hakimin? 
Hiçbir şey biliyor musun Melih Altınok, hiçbir şey. 2 yıl önceki aynı gerekçelerle, yine dinleniyor Soner Yalçın’ın telefonu. Ve üzgünüm; yine Yalçın Küçük’le bir görüşmesi gerekçe yapılmamış. Benim 2008’de Yalçın Küçük’le yaptığım telefon röportajı yine Soner Yalçın için dinleme gerekçesi haline getiriliyor. 
Tekrar aynı soru gelsin: Peki ben, bu sefer 2011 Ocak’ında dinlenmeye başlıyor muyum?
Yine hayır! 
Yani Melih Altınok... 
Soner Yalçın’ın gözaltına alınmasında Yalçın Küçük’le yaptığı herhangi bir görüşme gerekçe olarak kullanılmıyor. 
Mesele şu: Soner Yalçın o günlerde Halk TV’yi satın almaya çalışıyordu ve bunu bilen polis (ki illegal dinlemeyle) acilen legal dinleme kararı çıkarıyor. 
Tüm bunları ve daha fazlasını bilmek için oku. 
“ULUSAL MEDYA 2010” SAFSATASI 
Melih Altınok mealen diyor ki; efendim Sözcü gazetesi de muhalefet yapıyormuş da, neden Sözcü’ye değil de Odatv’ye baskın yapılmış! Demek ki varmış bir şeyler Odatv’de!
Oku Melih oku: En azından iddianamenin 5.sayfasını oku. O hani safsata dolu, zekamıza hakaret, sahteliği her yerden sırıtan “Ulusal Medya 2010” adlı word sayfası var ya; işte orada Sözcü’nün adı da geçiyor.
Biraz olsun politik birikimin, analiz yeteneğin vardır diye düşünerek söylüyorum. Bu davayı hakkıyla takip edenler ve iddianameyi okuyanlar biliyor ki; Odatv soruşturmasında amaç tüm muhalif gazetecileri/yazarları Silivri’ye atmaktı. “Ulusal Medya 2010” safsatası da bunu gösteriyor zaten. Ama Odatv gözaltılarına karşı oluşan büyük tepki, bu operasyonun durmasına neden oldu. Zaten Savcı Zekeriya Öz ve polis müdürü Ali Fuat Yılmazer’in ardı ardına görevden alınması da bu nedenleydi.
Amaç hasıl olmadı ama, bizleri tutuklayarak dışarıdaki muhalif gazetecilere de gözdağı verildi. 
Devam... 
TÜBİTAK RESMİ DE YILDIZ TEKNİK BAKKAL MI 
Melih Altınok yine mealen diyor ki; efendim üniversitelerden bilirkişi raporları alınmış ama mahkeme resmi bir kurumdan yani TÜBİTAK’tan rapor istiyormuş!
Oku Melih oku: Odatv davasındaki dijital verilerin virüslü olduğunu ve bize ait olmadığını söyleyen Yıldız Teknik Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi bakkal dükkanı mı? Bu 3 üniversite de devletin resmi kurum değil mi? Bu raporların altında devletten maaş alan profesörlerin, dekanların imzası yok mu? Hangi “resmilikten”bahsediyoruz? Kaldı ki biz bu raporları CMK’da böyle bir hakkımız olduğu için talep ettik. Yani 3 üniversitesinin de (Keza ABD’li bilişim şirketinin de) verdiği bilimsel raporlar kanunen lehte delil olarak varsayılıyor. 
Bununla birlikte; CMK’da “TÜBİTAK” diye bir kurum ismi de geçmiyor. Yani mahkeme, örneğin İstanbul Teknik Üniversitesi’ne de bu dijital verileri inceletebilir. Yani neymiş; “resmi bir kurum” diye bir mesele yokmuş. 
Şunu da hatırlatalım: Biz tutuklandıktan hemen sonra (yani 17 ay önce) verdiğimiz tüm tahliye dilekçelerimizde dedik ki; “şu dijital verileri bilimsel bir kuruluşa inceletin.” Aradan 1 yıl geçti. Mahkeme ancak TÜBİTAK’a gönderme kararı aldı. 
Şimdi 5 aydır TÜBİTAK’tan rapor bekliyoruz. 
Hatırlatalım; 17 aydır tutukluyuz! 
Bu arada ne mutlu ki sevgili Müyesser Yıldız tahliye edildi. Melih Altınok“oku” diyorum çünkü okusaydın bilirdin ki; Müyesser Yıldız’ın bilgisayarına da o virüslü dokümanları sokmuşlardı. Ama tahliye oldu. Yani; aslında TÜBİTAK raporunun beklenmesi “gerekçesi” bizzat mahkemenin kendi kararıyla çöktü. Peki, biz neden tutukluyuz? Gerekçe yok biliyor musun Melih Altınok, “TÜBİTAK” diyorlar! 
ODATV’YE YAZAR OLMAK İSTİYORDUN 
Melih Altınok mealen diyor ki; efendim gazetecilik faaliyeti yargılanmıyormuş bu davada, zaten Odatv’nin gazeteciliğini de beğenmiyormuş! 
Oku Melih oku: Yahu bir kez gelsen şu duruşmaya. Hadi yüzün tutmuyor, edinsen duruşma tutanaklarını. Koysan masanın üstüne. Sonra bir yanına iddianameyi, diğer yanına ek klasörleri yerleştirsen. Başlasan okumaya...“Ben 71 Klasörü nasıl okuyacağım, bilmeden konuşurum, işim olmaz”demiyorsan eğer, bir tüyo vereceğim: 71. Ek klasörün içinde konu dizini var, işini kolaylaştırır. 
“Oku” istiyorum, oku da gör yargılanan gazetecilik mi, terör faaliyeti mi! 134 sayfalık iddianamede 361 kez “haber”, 280 kez “kitap”, kelimesi geçmesi meselesine hiç girmiyorum. 
Bu arada, ek klasörler arasında gezinirken sakın şaşırma; “suç delili”olarak gösterilen yüzlerce haber arasında film fragmanı da, Başbakan’ın ve bakanların açıklamaları da, hatta köşedaşın Mehmet Baransu’yla yaptığımız röportaj da var! 
Gelelim Odatv’nin gazeteciliğini beğenmemen meselesine... 
Hakkındır beğenmeyebilirsin Odatv’yi. Diyecek bir şeyim olmaz. Ama işte cezaevinde insan, gelecek kadar geçmişi de düşünüyor hep. Hatırlar mısın; BirGün gazetesi yazarıydın bir zamanlar. O zaman Odatv’yi aramıştın ve bir yazı göndermiştin bizim sitede yayınlanması için... 
Hayat ne ilginç değil mi; yazının konusu Taraf gazetesiydi ve sen o yazıda amiyane tabirle Taraf’ın gazeteciliğine “çakıyordun.” Konuk yazar olarak yayınlamıştık yazını, halâ Odatv arşivinde duruyor. 
Sonra... 
Sonra bir yazı daha gönderdin. “Öcalan’ın hiçbir yerde yayınlanmayan savunmasını” bizde haberleştirmek istiyordun. Güvenilir bulmadık ve yayınlamadık. Ne öfkelenmiştin bana, hatırlar mısın Melih Altınok? Israr etmiştin yayınlamamız için, bense yayınlamamıştım. 
Ve gün geldi sen Odatv’de “çaktığın” Taraf’ın yazarı oldun, ben tutuklandım. Benimle ilgili Odatv iddianamesindeki suçlamalardan biri ne biliyor musun Melih Altınok? 
“Öcalan’ın açıklamalarını haberleştirmek!” 
Ne yaman çelişki değil mi? 
Bir zamanlar yazarı olmak için çırpındığın Odatv’nin gazeteciliğini beğenmiyormuşsun. Dedim ya, olabilir. Meydan ne yazık ki size kaldı... TARAF’IN YAPTIĞI MI GAZETECİLİK 
Ama biraz insaf. 
Odatv, şu an yazarı olduğun Taraf’ın yaptığı gibi manşetlerden idam sehpaları kurmadı. Şu hani “demokratikleşme davaları” dediğin davalar sürecinde sizin hiç yapmadığınız bir şeyi yaptı. Duruşma tutanaklarından, yani mahkemelerin resmi kayıtlarından, savunma tarafına mikrofon uzattı. Bunu yaptığı için de “Ergenekoncu” ilan edildi! 
Odatv davasından örnek vereyim... 
Haftalarca “Emniyet Haber Ajansı” mahreçli haberlerle bizi manşetlerinizden linç ettiniz. Peki, duruşmada söylediklerimizi, yani iddialara karşı savunmalarımızı neden yayınlamadınız? 18 Haziran’da görülen son duruşmayla ilgili Taraf’ta yaptığınız habere bir bak Melih Altınok, mahkemede söylediğimiz hiçbir sözü göremeyeceksin. 4 ayrı kurumdan bilirkişi raporu çıktı, neden bir satır da olsa Taraf’ta yayınlanmadı? Bu mu şimdi gazetecilik? 
Söylemeden edemeyeceğim... 
“Demokratikleşme davaları” dediğiniz bu davaları “JİTEM, gladio, Yeşil, faili meçhuller” gibi kelimelerle süslemeye bayılıyorsunuz. E be Melih Altınok, hiç mi utanma olmaz insanda; o kelimelerin ne anlama geldiğini ilk olarak, bugün “terörist” diye suçladığınız Soner Yalçın ve Doğan Yurdakul’un kitaplarından öğrenmediniz mi? Tarihe, gerçeklere bu kadar mı yabancılaşır insan? 
Neyse... Kime ne anlatıyorum...
Melih Altınok ve benzerleri, cezaevinde olmamıza rağmen üstümüze basarak kariyer merdivenlerine tırmanıyorlar. 
Gözüm yok, daha da artsın zulmünüz ve cebinizdeki para. 
Ama işte yine de, safça bir niyetle diyorum ki: 
OKU!

Açıklanamayan para girişleri


AKP döneminin karakteristik özelliklerinden biri de kaynağı belirsiz para girişleri.

'AK' partinin 'kara' parası  

Son dönemlerde kaynağı belirsiz kayıt dışı para, tarihte görülmemiş derecede büyük oranlarda açıklanmaya başlandı. Ekonomi yönetiminin sadece 2008’den bu yana kullandığı para 20 milyar doların üzerinde. 2008’den sonra esrarengiz paranın milli gelire oranı yüzde 1.8’e çıktı. Paraların Türkiye’ye 3 günlük seyahatler için 3 TIR dolusu bavulla gelen prenslerce ya da özel yatlarla geldiği iddialarına cevap veren yetkili yok.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın Suudi Kralı Abdullah'ın Sevda Tepesi'nde 28 yıl önce aldığı araziye imar izni alma gayretleri sırasında açıkladığı "10 milyar dolarlık hibe" ve Merkez Bankası'nın son dönemlerde açıkladığı "net hata ve noksan payı" kalemlerindeki aşırıya kaçan rakamlar, aynı dönemlere denk gelince, ekonomistler belirsiz paranın kaynağını soruşturmaya başladı.

MB: 2,9 milyar dolar
Merkez Bankası'nın açıkladığı ödemeler dengesi verilerine göre 2012 yılı Nisan ayında "net hata noksan" kaleminde 2 milyar 897 milyon dolarlık kaynağı belirsiz para girişi oldu. Yılın ilk dört aylık döneminde çıkan kaynağı belirsiz, gizemli para ise 959 milyon dolar.
2012 yılı Ocak ayında net hata noksan kaleminde giriş yapan gizemli para 544 milyon dolar, Şubat ayında 1 milyar 14 milyon dolar, Mart ayında 2 milyar 298 milyon dolar düzeyinde gerçekleşmişti. Böylece 2012 yılının Ocak-Nisan döneminde kaynağı belirsiz para girişi geçen yılın aynı dönemine göre 372 milyon dolar artışla 2 milyar 897 milyon dolar oldu.
Çıkış 4 ayda 959 Milyon
Ödemeler dengesinde nereden geldiği ya da nereye gittiği tam olarak ayırt edilemeyen girişin yer aldığı kalem olarak ifade edilen net hata noksan kaleminde, 2011 yılı sonunda 11 milyar 912 milyon dolar düzeyinde kaynağı belirsiz para girişi yaşanmıştı.


Dış ekonomik ilişkilerde Körfez ülkelerine çok yakın duran AKP Hükümeti'nin 2008 krizinden bu yana toplamda 20 milyar doları aşan bir kayıtdışı para kullandığını hatırlatan Boratav, bu dönemde İslami bankacılığın, El-Kaide yöntemleriyle para transferlerinde uzmanlaştığını belirtti.
Gizemli ‘yardımlar’
Resmi kaynak olarak öne çıkan bu rakamların daha da büyük olduğu, ekonomistlerin yorumlarıyla ortaya çıkıyor. Önce Gazeteci-Yazar Güngör Uras, Milliyet Gazetesi'ndeki köşesinde, Kral Abdullah'ın hibe ettiği 10 milyar doların Merkez Bankası ödemeler dengesi hesapları içerisinde aranması gerektiğini ifade etti. "Yardım" tanımına uygun, döviz girişleri, ödemeler dengesi tablolarının cari transferler başlığı gibi kalemleri adres gösterdi. Ancak, 10 milyar doları bu adreslerde bulunmayınca, kaynağı belirsiz para "gizemini" korumayı sürdürdü.
Formel kaynak 6 Milyar
İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav ise konuya AKP'li yıllar boyunca yapılan "çeşitli uluslararası kurumlardan, devletlerden, devlet dışı kuruluşlardan T.C. Hükümeti'ne veya özel şirketlere, derneklere, bireylere yapılan transferler"den baktı. AKP'li yıllar boyunca bu kaynakların 6 milyar doları biraz aştığını belirtiyor. Prof. Dr. Boratav'ın dikkat çektiği nokta, krizler döneminde sıçrama yapan kayıt dışı paranın girişi... Öyle ki, esrarengiz para, 2008 krizinin patlak verdiği dönemde milli gelirin yüzde 1.9'ine ulaştı. Dış ekonomik ilişkilerde Körfez ülkelerine çok yakın duran AKP Hükümeti'nin 2008 krizinden bu yana toplamda 20 milyar doları aşan bir kayıtdışı para kullandığını hatırlatan Boratav, bu dönemde İslami bankacılığın, El-Kaide yöntemleriyle para transferlerinde uzmanlaştığını belirtti.
Borçla dönen ekonomi
2003'ten sonraki net hata ve noksan paylarında bir dikkat çekici nokta da hep giriş olması yönünde. Ekonomist Şevket Sayılgan, bu girişlerin miktarını 2003-2011 yılları toplamında 22 milyar 612 milyar dolar olarak belirledi.
Avrupa ülkelerindeki finansal krize rağmen Türkiye'ye bu kadar yoğun kaynağı belirsiz paranın girmesini Aydınlık Gazetesi Yazarı Bartu Soral ise, mevcut AKP Hükümeti'nin devamını isteyen güçlere bağlıyor.
Ekonomist Soral'ın dikkat çektiği bir diğer nokta da Türkiye'nin 200 milyar doları aşan dış finansman ihtiyacı. Soral, "Bugünkü cari açığın finansmanında 14 milyar dolarlık net hata noksanı yüzde 40'lık pay taşıyor" diye konuştu.

 Paraların Türkiye’ye 3 günlük seyahatler için 3 TIR dolusu bavulla gelen prenslerce ya da özel yatlarla geldiği iddialarına cevap veren yetkili yok.

Siyaseti yönlendirenler
Dış borcun bu kadar yüksek olduğu, dış finansman ihtiyacının rekor seviyede bulunduğu bir dönemde, siyaseti yönlendiren gözönündeki aktörler, IMF, Dünya Bankası, G20 ve G8 ülkeleri olarak sıralanabilir. G8 içinde, aralarında Türkiye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Katar'ın da bulunduğu 5 ülkenin Ekonomi Bakanları, Arap Baharı diye tanımlanan ülkelerin ekonomik ve siyasal dönüşümünü desteklemek üzere Fransa'nın Marsilya kentindeki zirvede bir araya geldi. Bu toplantıda, Mısır, Tunus, Fas ve Ürdün'e "yardım" konuşuldu.
Öz kaynak kararıyor
Öte yandan gizemli paranın soruşturulmasında, ileriki dönemlerde gündemden düşmeyecek, henüz karşılığını bulmayan sorular var. Gerek kamu yönetimi gerekse bankacılık otoriteleri tarafından her fırsatta dile getirilen "küresel kriz karşısında sağlam öz kaynak yapısı, sağlıklı likidite profili" gibi bir söylem Türk bankacılık sektörünün niteliğini tanımlar mı? Finans sektörü bu kadar yüklü, kaynağı bilinmeyen rakamları neden açıklayamaz? Türkiye'de kara para cenneti olarak bilinen Cayman Adaları gibi bankacılık yapmak mümkün müdür? Son birkaç aydır derin ilişkileri arttırdığımız İslami bankacılık bu işe yatkın yöntemler geliştiriyor mu? Bir talimatla birden bire kaynağı bilinmeyen bir mevduatı Türkiye'de faaliyet yürüten bankalara yatırmak mümkün müdür?
Net hata ve noksan nereden kaynaklanıyor?
Net hata ve noksan (NHN), ölçüm hataları ve ödemeler dengesi tablosundaki verilerin eksik veya fazla derlenmesinden kaynaklanıyor. Çeşitli nedenlerden olabiliyor. İthalat veya ihracat için malın hareketi ile ödemenin farklı bilanço dönemlerine yansıması durumundaki zaman uyumsuzluğundan olabildiği gibi, gümrük işlemlerine ilişkin beyanat hatalarından da olabilir. Ödemeler dengesindeki çeşitli kalemlerden elde edilen gelirlerin sistem dışına çıkarılması veya finansman sırasında sistem dışından kaynak kullanılması şeklindeki kayıt dışı işlemler söz konusu olabilir. Yastık altı sözü bu kalem için dillendiriliyor. Ayrıca turizm ve bavul ticaretine ilişkin bazı verilerin anketler yoluyla elde edilmesindeki hatalardan kaynaklanabilir.
AKP'li bakanların itirafları
Kaynağı açıklanmayan para konusunda AKP Hükümeti'nin bakanları bazen gizlenemiyorlar. Bunlardan birisi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Bingazi'ye nakit 100 milyon dolar götürdüğü iddialarına, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın verdiği cevap oldu. Babacan, Libya'daki Ulusal Geçiş Konseyi'ne götürdükleri 100 milyon dolar paranın 1100 kg geldiğini belirtip, 'Hepsini istediler. Uçak düşer diye 3'e böldük' cevabını vermiş, toplamda 300 milyon dolarlık bir para transferi yapıldığını açıklamıştı. Babacan'ın kilo hesabına göre uyarlandığında, 10 milyar dolar, 110 tonluk bir banknot yığınına denk geliyor.
Kral Abdullah'tan 10 milyar!
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın, Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın 28 yıl önce 27 milyon dolara satın aldığı Sevda Tepesi'ne imar izni çıkarılması için zemin oluşturmaya yönelik masumane açıklamaları da kaynağı belirsiz paraya adres oldu. Bayraktar'ın yandaş gazetelere yaptığı, "Adam 20 küsür yıl önce satın almış, yazıktır. Arazisi 57 dönüm, imar 3400 metrekareye verildi. Kralın mağduriyetini giderelim dedik. Mütekabiliyet Yasası'nı çıkardık. Kral Ailesi, Türkiye'ye yardımcı oluyor. 10 milyar dolar tutarında bir yardımı oldu. Dünya piyasaları krizde ve nakit darlığı var. Şimdi Suudi devleti yeni bir yardım yapabilecek" açıklaması tarihe yazıldı.
Paralar Libya’dan mı geldi?
İstanbul'da 7-8 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirilen Türk Arap Ekonomi Forumu'nda, Libya'nın 700 milyar dolar parasının yurtdışındaki bankalarda kaldığı açıklandı. Konuşmacı Libya İş Adamları Derneği Başkanı Abdullah Fellah, bu paranın çoğuna BM Güvenlik Konseyi'nin el koyduğunu belirtirken, A&T Bank Genel Müdür Yardımcısı Özgür Erker, Libya'nın parasının IMF kontrolünde olduğunu belirtti. Forumda, Libya paralarının akıbetinin bilinmediği vurgusu yapıldı.
Suriye'ye düşmanca tutum 6 milyar dolardan etti2003’te Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Proje Müdürü olan Bartu Soral, "Suriye'ye karşı düşmanca tutum takınmadan önce, dış ticaretimizde 4 milyar dolar fazla veriyorduk. Bizim avantajımıza olan bir ilişki vardı. Kayıtlı olmayan sınır ticareti de bitti. Özellikle Hatay'da sınır ticareti vardı. Savas çıkma ihtimalinde bile bizim zararımız yaklaşık 6 milyar dolar. Bu düşmanca tutumdan bizim kaybımız var" diye konuştu.
Ekonomist Soral, Türkiye'nin Suriye'ye düşmanca tutumuyla 6 milyar dolar gibi bir dış ticaret fazlasını bu kadar hoyratça feda etmesinin, kayıt dışı paranın daha da yüksek olabileceğine yoruyor.İktidarın devamını isteyen dış güçlerden geliyor
Son 12 aylık net hata ve noksan payının yaklaşık 14 milyar dolar olduğunu belirten ekonomist Bartu Soral, "Bu normalde, Merkez Bankası'nın bilançosunda açıklayamadığı miktardır" dedi. "Bu genelde de 200-300 milyon olabilir. Bu da özellikle turizm geliri tahmini olarak konduğu için, genelde olur, normaldir. Ancak bugün 15-16 milyar dolarlardan bahsediliyor. Merkez Bankası'ndaki arkadaşlar diyorlar ki, bu bizim bilemediğimiz bir para, bankacılık sistemiyle gelmiyor" diyen Soral, "Bayağı bildiğimiz para kaçakçılığıyla geliyor. Bu, Körfez'den geliyor anlamında olmayabilir. Irak da olabilir, Yunanistan da... Sınırlardan gizlice giren para. Dolayısıyla bu son 1 yılda net hata ve noksan payı olarak yazılan 14 milyar doların da üzerinde bir para olabilir" diye konuştu.
Soral, "Bu kadar büyük bir açıklanamayan para girişi olamaz. Ama bir de bakıyorsunuz ki, Erdoğan Bayraktar belki ağzından kaçırıyor, Suudi Arabistan, 10 milyar dolar para hibe etti, diyor" dedi.
Ekonomist Soral, Türkiye'nin Suriye'ye düşmanca tutumuyla 6 milyar dolar gibi bir dış ticaret fazlasını bu kadar hoyratça feda etmesinin, kayıt dışı paranın daha da yüksek olabileceğine yoruyor.
Dış borç cenderesi
Dış finansman sorununun ekonomi için çok hassas olduğunu hatırlatan Bartu Soral, "Türkiye'nin 2012'de servis etmesi gereken dış borcu 137 milyar dolar, cari açık 65 milyar dolar. Etti mi size 200 milyar dolar! Dış finansmana bu kadar bağlı bir ülkeye, hiç kaydını bulamadığımız 14 milyar dolar giriyorsa, o zaman demek ki, mevcut iktidarın devamını isteyen dış güçler var" diye konuştu.
Avrupa’daki borç krizi ve döviz açığı pozisyonuna dikkat çeken Soral, "Riskimiz çok yüksekken Türkiye'ye hâlâ kısa vadeli paranın girmesi soru işareti... Bugünkü cari açığın finansmanında 14 milyar dolarlık net hata noksanı yüzde 40'lık pay taşıyor" diye hatırlattı.
Araplar bu işin ustasıdır’
Prof. Dr. Korkut Boratav kaynağı belirsiz paranın AKP Hükümeti için IMF'den almış gibi bir can kurtaran rolü oynadığını söyledi. Ekonomi yönetiminin, 2008 krizinden bu yana toplamda 20 milyar doları aşan bir kayıtdışı parayı kullandığını belirten Boratav, "Bu resmi kaynakları desteklemiş bir fon da olabilir, dıştan girmiş kayıt dışı para da olabilir. Arapların yöntemine uygundur, onlar bu işin ustasıdır" diye konuştu. Özellikle El-Kaide çevrelerinin kayıtdışı para aktarış yöntemlerinin, Türkiye'de de kullanıldığını belirten Koratav, "Bu, bizde de oldu. Kayıt dışı yöntemlerle oluyor" dedi.
Kendileri itiraf ediyor
Kayıt dışı para nerelerde kullanılıyor sorusu kamuoyunun merak ettiği konu. Irak olayları sırasında Türkiye'ye gelen dolarlar, Libya olayları sırasındaki uçaklarla taşınan paralar. Nedenleri "yardım" olarak belirtilen para trafikleri. Örtülü ödenekten mi, net hata ve noksan paylarından mı, bir berraklık yok... Muammer Kaddafi'nin devre dışı bırakılması sırasında Libya'ya 300 milyon doların nasıl götürüldüğünü Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın anlattığını hatırlatan Korkut Boratav, "Uçakla para götürdüm diyor. 10 tane uçak bitirir bu işi. Demek ki oluyor bu. Kendileri itiraf ediyorlar. İşin esası böylece ortaya çıkıyor. Gününü kurtarıyorsun, zamanı gelince karşılığını ödüyorsun" diye konuştu.
Kaynağı açıklanamayan paranın miktarı, net bilinemediği gibi, böyle bir paranın ne amaçla kullanılacağı da bilinemiyor.
Esrarengiz döviz girişleri
Yakın geçmişin finansal krizlerinde veya İslâm dünyasıyla değişik bağlantıların önem taşıdığı son yıllarda, net hata ve noksan kalemi istatistik hataların ötesine geçiyor; artık kayıt dışı sermaye hareketi olarak yorumlanmalıdır.
Aşağıdaki tablonun son satırında, krizlerin etkili olduğu on iki veya on üçer ayın net hata noksan toplamı, krizli yılın milli gelirine oranlanıyor. 1994 krizinde, milli gelirin yüzde 1.6’sına ulaşan kayıt dışı döviz girişi belirlenmektedir. 1998-99’daki “mini-kriz” konjonktüründe ve 2001’de ise, kayıt dışı sermaye kaçışı söz konusudur.
2008 krizinin patlak vermesiyle Türkiye ekonomisi, adeta “gökten zembille inen” bol kepçe kayıt dışı döviz girişleriyle önce “kefeni yırtmış”; sonra da “ihya” olmuştur.
Milli gelirin yüzde 1.8’ine ulaşan “esrarengiz” kaynak girişi, 2008-2009 krizinin bir finansal çöküntüye uğramasını önlemiştir. Sonraki otuz ay içinde, kayıt dışı girişler dört nala devam etmiştir.
10 yılda 100 milyar doları geçti
Net hata ve noksan kalemi olarak Merkez Bankası ödemeler dengesi tablosunda belirtilen rakamlar dışında da kaynağı belirsiz bir para söz konusu. Prof. Dr. Şevket Sayılgan, "10 yıllık perspektif için bu rakam 100 milyar doları geçiyor" dedi. Bu rakamı görebilme noktasında ekonomistlerin somut bir şey söyleyemeyeceğini hatırlatan Sayılgan, "Sisteme dövizin geldiği ve gittiği kaynağı belirlemek zorunda değilsin, dolayısıyla bunu bavulla da getirebilirsiniz, bankayla havale de edebilirsiniz. Bunu kimse girerken de sormaz, dışarıya gitse de sormuyor. Bu tarz hareketler Türkiye'nin mevcut yeni dönem yönetimsel perspektifinde muhabap olduğu ülkelerin desteği ya da bir organizasyonun bu konuda verdiği destek olabilir. Somut veri yok ama en çok konuşulan; bu paranın Ortadoğu, Arap tarzı bir para olduğudur. Öyle midir, değil midir bilemiyoruz" yorumunu yaptı.
Sayılgan, "Sonuçta şu da bir gerçek; net hata noktası, kendini kontrol edemiyor. Son verilere bakarsanız siyasetle de çok bağlantısı var" diye konuştu.
Giriş çok, çıkış az
Ekonomist Sayılgan'ın özellikle dikkat çektiği nokta, 2003'ten sonraki net hata ve noksandaki karakter... Bu tarih AKP Hükümeti'nin ekonomi yönetiminde dümenin başında olduğu dönemin başlangıcı... Sayılgan, "Operasyonların gizliliğini başarıyla götürüyorlar. Özellikle 2003'ten sonra... Net hata noksanında hep giriş olmuş, en önemli yanı bu. Geçmişte de olurdu ama girişler olduğu kadar çıkışlar da o kadar oluyordu. Bu, ayrıştırıcı bir özellik" dedi. Bu girişlerin miktarını da 2003-2011 yılları toplamında, yani 9 yıllık sürede 32 milyar 612 milyon dolar olarak belirtti.
Sayılgan, “Mevcut büyümenin paradoksu, büyüme artarken açığı büyütmek. Bu, bir başarı olur mu" diye konuştu. (Yurt Gazetesi/ Ekonomi Editörü Mehmet Ali DOĞAN)