22 Nisan 2012 Pazar

Başörtüsü propagandası ve suç gibi gösterilen laiklik

Bu gün iki yandaş gazetenin manşetinde başörtüsü vardı. Başörtüsü, kurulması büyük ölçüde tamamlanan dinci diktatörlüğün en önemli simgesi. Bunu bir özgürlük sorunu olarak sunup durdular. Onları destekleyen 'faydalı salaklar' da az değildi. Oysa, başörtüsü buzdağının sivri ucudur. Bir yaşam biçimdir. Toplumu tepeden tırnağa değiştirip, kafalarındaki ortaçağ rejimini kurmak isteyen dincilerin, bu kapıyı açmak için kullandıkları bir anahtardır. Sokakta, evde, özel yaşamında insanlar istediği gibi giyinebilir ama dinsel inancı yansıtan giyim tarzını tüm topluma yaydığınız zaman, bir rejim değişikliği söz konusudur ve bu rejimin adı da dinci faşizmdir.  


Yandaş gazeteler okulda ve devlette başörtüsü için bastırıyor, bütün güçleriyle propaganda yapıyorlar. Bu dönemin her an bitebileceğinin farkındalar. Geri dönüş eşiğinin aşılması için tam gaz bastırıyorlar. İşte cemaatin gazetelerinden Bugün'ün manşeti: 
Gazete başörtüsü ajitasyonu yaparken, yan sütunda da 28 Şubat sürecine 'çakmayı ' da ihmal etmiyor. Zaten ikisi beraber gider. Din düşmanı olarak gördükleri askerlere bir tokat ve en ağdalısından başörtüsü ajitasyonu. Oysa, bu dinciler, varlıklarını orduya borçlu değiller mi? 2. Dünya Savaşından sonra başlayan soğuk savaş ve anti komünizm süreciyle birlikte her fırsatta ve her yerde solu ezen ordu, bunların önünü açmadı mı?


Yine cemaatin gazetelerinden Taraf'ın manşetinde de aynı ajitasyon ve propaganda görülüyor. Gazete sayfanın üst bölümünde askere 'çakıyor' ve göbek kısmında başörtüsü ajitasyonu yapıyor. 
28 Şubat yargılamalarını son kırıntısına kadar sömürmeye kararlı olan Taraf yönetimi, kendilerini yaratan orduya bu şekilde büyük bir haksızlık yapmış olmuyor mu?



Gazetenin göbek kısmı ise, başörtüsü ajitasyonuna ayrılmış: 
Yeşilçam filmlerinden alınmış bir repliğe benzeyen bu manşet çok ilginç. Taraf'ın çoğu manşetinde olduğu gibi bunun da her yerinden yalan ve sahtekarlık akıyor. Üniversitelerde başörtüsü yasağı diye bir şey kaldı mı? A. Gül'ün iki oy alanları bile atadığı üniversite rektörleri sayesinde, bu saçma yasak fiilen kalkmadı mı? Ancak, manşeti asıl ilginç yapan, hemen solundaki haber. Orada, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın sanat yönetimine el koyan belediyeye bir sesleniş var, daha doğrusu, Ayça Şen imzalı bir yazının bir bölümünden spot yapılmış. "Hükümet sanata karışmamalı" manşetiyle sunulan spot şöyle: "Ben o AKP ne yaparsa tukaka diyen insanlardan değilim, bilakis demokrat olanlardanım... Akıllıca davranarak dikta ile demokrasi ayrımında kafa karışıklığı yaşayan hükümete, bildiği konularda iyi olduğunu, fakat kültür ve sanata karışmaması gerektiğini anlatmalıyız."  
Bakın, işte can alıcı nokta, bu başörtüsü denen şeyin rejimi budur. Sanata da karışır, size de karışır. O rejimin en başta gelen özelliği, her şeyi kendi kafasına göre düzenlemektir. 



Yargıdaki son duruma bir örnek





Sözcü Gazetesi yazarı Emin Çölaşan, 20 Nisan 2012 tarihli sayıdaki köşesinde, yargıda gelinen noktaya bir örnek verdi. Bir TV kanalında 'yandaş' denilen tipte biri, kendisinden "son derece karanlık çizgisi ile, tetikçiliği ile vesaire, çok şaibeli (lekeli) bir kalemdir. Ona gazeteci demek istemiyorum" şeklinde söz etmiş. Çölaşan da bu kişiyi mahkemeye vermek amacıyla savcılığa baş vurmuş. 
Baş vurulan savcılık makamı ise bu sözleri şöyle değerlendirmiş: "Bu tür ifadeler bazen muhatapları sarsıcı da olabilir. AİHM kararlarına göre ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun vazgeçilmez bir ögesidir. Fikirleri takip edilen ve halka mal olmuş kişilere ilişkin tahammül eşiğinin daha ileri seviyede olması gerekir. Somut olayda bunun aşılmamış olduğu görülmektedir. Bu sözlerin eleştiri sınırları içinde kaldığı, şüphelinin hakaret kastı ile hareket etmediği anlaşıldığından, şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına..."


Evet, savcılığa göre "son derece karanlık çizgisi ile, tetikçiliğiyle, çok şaibeli bir kalemdir" ifadeleri hakaret ve iftira niteliği taşımıyor.  Çölaşan da "Varsayalım ki ben burada bir yazı yazdım, Tayyip için aynı sözleri kullandım." diyor ve soruyor: Acaba savcılık benim yazımı inceledikten sonra "Bu sözlerde başbakana hakaret yoktur. Fikir ve ifade özgürlüğüdür. Kovuşturmaya yer olmadığına" diyebilir mi?

Odatv Oral Çalışlar'ı fena benzetti!

İnanılmaz bir 'dönüş' yaparak en hızlı AKP savunucusu kesilen eski solculardan biri de Oral Çalışlar. Odatv sitesinde yer alan bu eleştirinin de gösterdiği gibi, AKP'yi savunmak için çiğnemeyeceği hiç bir ahlak kuralı yok.
Oral Çalışlar, Radikal’deki köşesinde şu satırlara yer verdi:
“(…)Şunu da belirteyim: ‘Medyanın her kritik dönemde zorbaların yanında yer alma’ alışkanlığının masaya yatırılmasını özellikle önemsiyorum. Örneğin, Gazeteciler Cemiyeti yönetimindeyken, 28 Şubat döneminde sorumluluğu olduğunu düşündüğüm meslektaşlarımın hesap vermeleri yönünde çağrılarda bulunmuştum.(…)” (17 .04.2012/Radikal)
Ne güzel söylüyor değil mi Oral Çalışlar:
“Medyanın her kritik dönemde zorbaların yanında yer alma alışkanlığını masaya yatıralım!”
Tamam, yatıralım! Biz varız.
Mesela, Ergenekon davaları sürecinde Oral Çalışlar’ın zorbaların yanında yer almasını da masaya yatıralım mı? Oral Çalışlar, bu son 5 yıllık süreçteki hukuk katliamına destek vermesinin de hesabını verecek mi?
Ne der buna Oral Çalışlar, var mı?
ODATV İÇİN NELER YAZDI
Haber spotlarından, gazete manşetlerinden, polis bültenlerinden yola çıkarak köşesinde nasıl adam asmaca oynadığının unutulacağını mı sanıyor?
Sanıkların savunmalarını, duruşma tutanaklarını okumadan köşesinde yaptığı yargısız infazların hesabını da verecek mi?
Örneğin…
Odatv’ye yapılan ikinci polis operasyonundan (Mart 2011) sonra Oral Çalışlar ne yazdı Radikal’deki köşesinde? Okuyalım:
“Açıklanan belgelere göre; Kozinoğlu OdaTV’ye malzeme aktarıyormuş. Siyasetçilerin özel yaşamına ilişkin toplanan istihbarat bilgilerini onlara veriyormuş. ‘İklim Bayraktar olayı’, bu istihbarat toplama işlerinin, nasıl bir şantaja, pespayeliğe dönüştüğünü mükemmel bir şekilde gözler önüne serdi.  Bu tarz işlere gazetecilik, onlarla uğraşanlara da gazeteci isminin verilmesi, gazetecilik mesleğine özel bir değer yüklemeyen insanların bile kabul edemeyecekleri bir şey. Onlara destek veren istihbaratçılar için nasıl bir tanım geliştirilebileceğinin takdirini ise size bırakıyorum.”
ÇALIŞLAR ÖZÜR DİLEMEDİ
Ey Oral Çalışlar!
Bunları yazdın arkadaşlarımız büyük bir komployla cezaevine atılınca.
O sözünü ettiğin ve tanımadığımız Kaşif Kozinoğlu, daha kendisini savunamadan cezaevinde yaşamını yitirdi.
O köşene taşıdığın “belgelerin” virüs yoluyla bilgisayarlarımıza yerleştirildiği 3 ayrı üniversite ve bir ABD’li bilişim şirketi tarafından kanıtlandı.
Odatv duruşmalarda yapıldı ve sanıklar tek tek iddianameyi paramparça ettiler. İddianame çoktan kadük oldu.
Ve Odatv davasında altı insan bir yılı aşkın zamandır tutuklu.
Şimdi…
O yalan ve polis sızdırması satırları yazan Oral Çalışlar, sanıkların savunmalarına köşesinde yer verdi mi?
Hayır!
O sözde “belgelerin” sahte olduğu ortaya çıkınca, yazdıklarından dolayı özür diledi mi?
Hayır!
AKYÜREK VE YILMAZER’LE İLİŞKİDE Mİ
Neymiş, istihbaratçılar bize bilgi veriyormuş!
Bunun nasıl büyük bir yalan olduğu Odatv duruşmalarında ortaya çıktı.
Biz bir soru soralım Oral Çalışlar’a:
“Arkadaşım” dediğin Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesinde ihmalleri olduğu ortaya çıkan Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer adlı istihbaratçılarla ilişkide misin?
Yaptığın konuşmalarda neden hep onları kollama pozisyonuna düşüyorsun?
Evet, Oral Çalışlar…
Tıpkı yazdığın gibi:
Medyanın her kritik dönemde zorbalarında yanında yer alma alışkanlığını masaya yatıralım!
Var mısın?
Odatv.com (21 Nisan 2012)