14 Haziran 2012 Perşembe

Ahmet Hakan kabul etti...



AKP - Cemaat çatışması medyada yazılıp çizilmeye başlandığında Ahmet Hakan hemen 'durun bir dakika' diyerek ortaya atılmış ve 'yok öyle bir şey' makamında yorumlar sunmuştu. Ancak, zamanla durumun hiç de Ahmet Hakan'ın dediği gibi olmadığı anlaşıldı. O da bu kavgayı kabul ediyor, ama ne olduğunu tam bilemediği için bir 'muamma'dan bahsediyor. 14 Haziran 2012 tarihli Hürriyet'teki köşesinde bu konuyla ilgili olarak şunları yazdı:



‘Cemaat’e dair bir muamma
BENİM bildiğim “Cemaat”...
- Cepheden savaş açmaz.
- Karşısındakinin kendisinden daha güçlü olduğunu hissettiği anda geri adım atar.
- Baştan kaybedeceğini bildiği savaşlara girmez.
- Yekten mücadele yerine strateji uygular.
- İttifak ettiği unsurlarla kafa kafaya gelmez.
* * *
Ancak son “Özel Yetkili Mahkeme” tartışmasında anladık ki...
“Cemaat”, artık benim bildiğim “Cemaat” değil.
- Cepheden savaş açıyor.
- Geri adım atmıyor.
- Kaybedeceği baştan belli savaşa girişmekten kaçınmıyor.
- Taktik ya da strateji yerine mücadeleyi tercih ediyor.
- İttifak ettiği unsurla kafa kafaya gelme konusunda hiç çekinmiyor.
Epeydir kafa yoruyorum.
Nasıl oldu da...
“Cemaat” stilini, yöntemini, konseptini bu denli radikal bir şekilde değiştirdi?
İşi bilenlere soruyorum:
Doğru dürüst bir cevap alamıyorum.
Kafası çalışanlara soruyorum:
Dişe dokunur bir gerekçeye rastlamıyorum.
Sonuç?
“Nasıl oldu da böyle oldu?” konusu benim için esaslı bir muammadır.
En azından şimdilik...

Çok önemli bir yazı

 


Bin yıllık kavga
İslam dünyası uzayan bir Ortaçağ’ın içinden geçiyor. Bin yıla yayılan uzun, acılı ve kanlı bir çağ bu. İmam Gazali’nin (1058-1111) Bağdat Nizamiye Medresesi Müderrisliğini terk edip, Mekke’de iman tazeledikten sonra İslam’da içtihat kapısını kapatmasıyla başlayan karalık bir bin yıl... 

İmam Gazali’nin ünlü risalesi ‘Tehatüful Felasife’ yani “Felsefenin Tutarsızlığı”nı yazarak başlattığı tutuculuk çağı…

Kutsal kitaplar dışında hiçbir eser insanlık tarihinde bu kadar etkili olmamış ve trajik sonuçlar yaratmamıştır. İslam dünyasının yükselişini sonlandıran, bilimin ve felsefenin kâfirlik sayıldığı, insan aklının teslim alındığı büyük gericilik dönemi… Aklın değil “naklin” esas alındığı yıllar.

Doğu dünyasının ilk siyaset bilimi kitabı olan ‘Siyasetname’nin yazarı ünlü Selçuklu Veziriazamı Nizamül Mülk’ün saraya davet ederek Sultan Sencer’e danışman yaptığı Gazali, ümmeti soru soran, eleştiren, itiraz eden bir kütle değil, itaat eden ve teslim olan bir topluluk olarak tanımlıyor. 

Gazali sadece günümüze kadar gelen egemen Sünni teolojisini kurmuyor, Şia öğretisi üzerinde de etkili oluyor. İçtihat (yorum, yeni kural koyma) kapısını kapatarak dinin akla ve bilime göre yorumlanmasının ve çağa uydurulmasının önünü kesiyor. Onu donduruyor ve böylece İslam dinini insanlığın tarihsel yürüyüşünün önünde gerici bir engele dönüştürüyor. İbni Sina’yı, Farabi’yi kafirlikle suçluyor.

İmam Gazali’nin öğretisi, bugünün geri ve Batı’nın kölesi olan İslam dünyasını yaratan anlayıştır.

***
İmam Gazali’ye en büyük itiraz yine İslam dünyasından Hanefi-Sünni öğretisinin içinden gelmiştir. ‘Doğu’nun en büyük âlimlerinden, felsefeci ve yorumcu İbni Rüşt (1126-1198) Gazeli’yi Endülüs’ten eleştiriyor ve onun görüşlerini mahkûm ediyor. 

Aynı zamanda Kordoba Kadısı olan ve Endülüs Sultanı Yusuf’a danışmanlık yapan İbni Rüşt, bilimin ve felsefenin kâfirlik olamayacağını, insan aklının özgür bırakılması gerektiğini, dini kuralların akıl ve mantıkla çelişmesi halinde akla göre yorumlanmasının doğru olacağı görüşünü savunuyor. Çünkü diyor İbni Rüşt; “İnsan aklı da Allah vergisi bir yetenektir” ve bu nedenle akla uygun olan nakle (kutsal söz, vahiy) aykırı olamaz. 

İbni Rüşt Kurtuba’da (İspanya’nın bugünkü Kordoba kenti)  Gazali’yi eleştiren ünlü reddiyesini yazıyor; ‘Tehatüfül Tehafül’ yani “Tutarsızlığın Tutarsızlığı’… İbni Rüşt felsefenin ve felsefecilerin gerçeğin bilgisine ulaşmanın yolunu açtığını, tutarsızlığın buna karşı çıkmak olduğunu söylüyor. 

Yazılı tarihin en önemli ve en büyük polemiklerinden biridir. İbni Rüşt bu tartışmayı entelektüel ve felsefi düzeyde kazanıyor ama siyasal planda kaybediyor. Çünkü İslam dünyasının sultanları, halifeleri, şeyhleri itaat ve teslimiyeti savunan Gazali’yi destekliyorlar. İbni Rüşt unutulmaya terk ediliyor. 

***
Antik Çağ Grek bilimi ve felsefesi uzmanı olan, Aristo’dan Platon’a kadar çok sayıda felsefe ve bilim insanının eserlerine yorumlar yazan, onlara şerhler düşen İbni Rüşt’ün kitapları Latinceye çevriliyor. Batı, unuttuğu Antik Çağın bilim insanlarını ve felsefecilerini yeniden İbni Rüşt’ün eserlerinden öğreniyor. Bu eserler Arapçadan Latinceye çevriliyor ve Batı’da Rönesans’ı başlatıyor. 

Batı İbni Rüşt’ün, Doğu ise İmam Gazali’nin yolundan gidiyor. Sonuç ortadadır.
İşte İbni Rüşt, o uzun Ortaçağ’ını yaşayan Doğu’da, 21. Yüzyılda bile Taliban ve Suudi rejimlerini yaratan İslam dünyasında sadece bir yerde, Türkiye’de kazanıyor. Bu topraklarda gerçekleşen 1908 Jöntürk ve 1923 Cumhuriyet devrimlerinin tarihsel ve felsefi anlamı budur. 
İmam Gazali’nin izleyicileri yaklaşık yüzyıldır, son çözümlemede birer burjuva aydınlanma hamlesi olan ve insanlık tarihinin ilerici kazanımları hanesine yazılan devrimleri boğmaya çalışıyor. Bugünkü siyasal kavgaların temelinde bu bin yıllık kavga yatıyor.

Yürüyen ve hâlâ bizi teslim alan kavga, bu topraklarda tam bin yıldır devam eden insan soyunun ve aklının özgürleşmesi mücadelesidir. AKP gericiliği, İslam’ın süren Ortaçağı içinde sadece bir sonuçtur. 

Elbette tarihin akışına, insan doğasına, akla ve bilime karşı savaşanların uzun vadede kazanması imkânsızdır. Ancak bilinmelidir ki, gericilik geçici de olsa (kısa vadede) amaçlarına ulaşabilir. Toplumu bir önceki çağın değerlerine yeniden iade edebilir. Pakistan ve Mısır’ın acıklı serüvenleri bu olasılığı bütün boyutlarıyla gözler önüne seriyor.

İşte bu nedenle Türkiye’de İmam Gazali’nin bir kez daha kazanmasına izin vermemek gerekiyor.
(Yurt, 10 Haziran 1012

Erdoğan neler karıştırmış neler...

Odatv.com sitesinde yer alan bu habere göre, Erdoğan'ın başı çok büyük dertte olabilir.  
Odatv.com sitesinde yer alan bu kısa haber okuyanı şoke edecek nitelikte. Haberde, Taraf gazetesinin 'bavulcu' elemanı olarak bilinen Mehmet Baransu'nun başbakan Erdoğan'a seslenen bir yazısı konu ediliyor:



Odatv aylar önce yazdı.
Cemaatin elinde KCK-MİT görüşmelerinde imzalandığı iddia edilen protokol metni var. Bu belgeyle Erdoğan’ın sıkıştırılacağını aylar önce söyledik.
Nitekim öyle de oldu.
Cemaatin polis yazarlarından Emrullah Uslu bakın ne yazdı:
“Mutabakat metninde açıkça yazılı olduğu halde Erdoğan hala “Benim müsteşarım kimseye taviz vermedi” diyor ama belge ortada. O mutabakat metinlerinin altında MİT yetkililerinin ve Erdoğan’ın özel temsilcisi Hakan Fidan’ın onayıyla arabulucu devletin imzası var. O devletin arşivinde saklanıyor bu belge.
Bu imza Türk hükümetini sorumluluktan kurtarmıyor. Erdoğan mert adamsa doğruyu söylesin. Böyle numaralarla bizi çocuk yerine koymasın.
(…)
Şimdi başa dönüp Erdoğan’a birkaç soru sorma vakti. Sayın Erdoğan “bölgede görev yapmış güvenlik güçleri savaş suçlusu olarak yargılanacak” şartını mutabakat metinlerine sokun emrini de siz mi verdiniz?”
Kısacası cemaat hesaplaşma vakti yaklaştıkça imzalandığı söylenen protokol metninin ucunu gösteriyor.