Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, AKP - Cemaat kavgasının başlarında, durumu ciddiye almamış, tersini söyleyenlerin yanıldığını iddia eden yazılar kaleme almıştı. Ancak, yakın zamanda üst üste yanılanın kendisi olduğunu açıklayan yazılar sunmaya başladı. Bu kavganın neden çıktığını, neyin kavgasının yapıldığını birçokları gibi o da anlamamış. The Cemaat'in aynı AKP ve PKK gibi ABD'nin bir taşeron şirketi olduğu kabul edilirse, belki durum daha iyi anlaşılabilir. Her üçü de ABD'nin isteklerini yerine getirmekle yükümlü. Yoksa deliğe süpürülüverirler.Tayyip - The Cemaat kavgası, elbette ki bir iktidar kavgası.
İşte Ahmet Hakan'ın Tayyip - The Cemaat kavgasıyla ilgili son yorumları:
Hükümet/Cemaat:
Bir ilişkinin anatomisi
Epey oldu.
Epey oldu.
Şunları
yazdım:
- “Hükümet” ile “Cemaat” kavga etmez.
- “Hükümet” ile “Cemaat” birbirine mecburdur.
- “Hükümet” ile “Cemaat” ayrılamaz.
- “Hükümet” ile “Cemaat” etle tırnak gibi oldu.
İtirazlar geldi:
Yanılıyorsun, göreceksin kavga edecekler.
* * *
Gerçekten de yanıldım.
“Hükümet” ile “Cemaat” arasında kusursuz bir kapışma başladı.
Konu: MİT krizi idi...
Bir tür makaleler savaşı yaşanıyordu. İki tarafın kalemleri yalın kılıç saldırıyordu:
- Bir taraf MİT üzerinden Başbakan’a kadar uzanacak bir soruşturma atağına tam destek çıkıyordu.
- Bir taraf ise “Yeter! Siz de çok oldunuz ama... Konumunuzu bilin!” diye üst perdeden racon kesiyordu.
Gazetelerinde günlerce kıyasıya tartıştılar.
Dışarıdan bakanlar şaşkındı.
“Bunlar ileride kapışır” diyenler bile bu kadarını beklemiyordu.
Olan zavallı bana olmuştu.
Öngörülerim resmen çökmüştü.
* * *
Fakat o da ne?
Sanki kavgayı başlatan, kavgayı kızıştıran, kavgayı sürdüren kendileri değilmiş gibi iki taraftan da birdenbire “Bizi birbirimize düşürmek istiyorlar” yakınması yükselmesin mi?
O andan itibaren “fitne” adlı sihirli sözcük devreye girdi.
Başladılar...
- “Fitnecilere izin vermeyelim” demeye...
- “Fitneye yenik düşmeyelim” demeye...
- “Fitne kardeşlik hukukumuzu bozmasın” demeye...
Düşmanı daha fazla sevindirmemek adına silahlarını gömdüler. Tüm suçu da “Ergenekon”a, “Balyoz”a, “İsmet Paşa”ya, “CHP”ye, “Bedri Baykam”a, darbecilere falan yüklediler.
* * *
Ama tam ve kesin “sulh” bir türlü sağlanamıyordu.
- Aziz Yıldırım olayı gündeme geliyor: Kapışma yeniden başlıyordu.
- İlker Başbuğ’un yargılanması gündeme geliyor: Kavga yeniden başlıyordu.
Sonra?
Sonra yine aynı noktaya geliniyordu:
“Bizi birbirimize düşürmek istiyorlar.”
Ardından da yine sulh...
* * *
Son kavgayı biliyorsunuz:
Özel Yetkili Mahkemeler...
Yine daldılar birbirlerine...
Başbakan Erdoğan çıktı, “Cemaat karşıtları”nın bile kolay söyleyemeyeceği o tarihi cümleyi kurdu. Televizyon ekranında Ekrem Dumanlı’nın gözlerinin içine bakarak şöyle dedi:
“Devlet içinde devlet olmaz.”
Hadi yine kavga kıyamet...
* * *
Bu yeni kavga henüz hızından hiçbir şey kaybetmemişti ki...
Yani artık klasikleşen “Bizi birbirimize düşürmek istiyorlar” cümlesi söylenmemiş, “fitne” sözcüğüne vurgu yapılmamıştı ki...
Bu kez “sulh”, beklenmedik bir anda sağlanıverdi.
Başbakan Erdoğan, “Türkçe Olimpiyatları”nın kapanış törenine katıldı, Arena’dakiler Erdoğan’ı bağırlarına bastılar.
Gözyaşları sel olup aktı.
Erdoğan “Hocaefendi”ye “dön” çağrısı yaptı, bütün stat ayağa kalktı.
İnanılmaz bir manzaraydı ortaya çıkan:
“Cemaat” ile “Erdoğan” etle tırnak olmuştu.
Çimentosu gözyaşları olan bir kaynaşmaydı bu.
Koca statta “Cemaat/Hükümet kardeşliğinin ayini” yapılıyordu.
* * *
Bu yeni manzarayı gözümüzün içine sokup...
“Hani kavga var diyordunuz, ne oldu? Bu da size kapak olsun” diye mesaj atan “Hükümet” ve “Cemaat” kanadının taraftarlarına sesleniyorum:
- “Kavga yok” diyoruz bizi yalancı çıkarırcasına kavga ediyorsunuz.
- “Kavga var” diyoruz kavgayı bırakıp bize kızıyorsunuz.
- “Kavga büyümez” diyoruz hamle üstüne hamle yaparak olayı büyütüyorsunuz.
- “Kavga büyür” diyoruz “sizi gidi fitneciler sizi” diye bize çatıyorsunuz.
Vallaha ben çözemedim aranızdaki ilişkiyi...
Çözme konusunda da zerre kadar umudum kalmadı.
En son “Bu olay biz fanilerin anlayacağı türden bir olay değil” demeye bile başladım. (Hürriyet, 16 Haziran 2012)
- “Hükümet” ile “Cemaat” kavga etmez.
- “Hükümet” ile “Cemaat” birbirine mecburdur.
- “Hükümet” ile “Cemaat” ayrılamaz.
- “Hükümet” ile “Cemaat” etle tırnak gibi oldu.
İtirazlar geldi:
Yanılıyorsun, göreceksin kavga edecekler.
* * *
Gerçekten de yanıldım.
“Hükümet” ile “Cemaat” arasında kusursuz bir kapışma başladı.
Konu: MİT krizi idi...
Bir tür makaleler savaşı yaşanıyordu. İki tarafın kalemleri yalın kılıç saldırıyordu:
- Bir taraf MİT üzerinden Başbakan’a kadar uzanacak bir soruşturma atağına tam destek çıkıyordu.
- Bir taraf ise “Yeter! Siz de çok oldunuz ama... Konumunuzu bilin!” diye üst perdeden racon kesiyordu.
Gazetelerinde günlerce kıyasıya tartıştılar.
Dışarıdan bakanlar şaşkındı.
“Bunlar ileride kapışır” diyenler bile bu kadarını beklemiyordu.
Olan zavallı bana olmuştu.
Öngörülerim resmen çökmüştü.
* * *
Fakat o da ne?
Sanki kavgayı başlatan, kavgayı kızıştıran, kavgayı sürdüren kendileri değilmiş gibi iki taraftan da birdenbire “Bizi birbirimize düşürmek istiyorlar” yakınması yükselmesin mi?
O andan itibaren “fitne” adlı sihirli sözcük devreye girdi.
Başladılar...
- “Fitnecilere izin vermeyelim” demeye...
- “Fitneye yenik düşmeyelim” demeye...
- “Fitne kardeşlik hukukumuzu bozmasın” demeye...
Düşmanı daha fazla sevindirmemek adına silahlarını gömdüler. Tüm suçu da “Ergenekon”a, “Balyoz”a, “İsmet Paşa”ya, “CHP”ye, “Bedri Baykam”a, darbecilere falan yüklediler.
* * *
Ama tam ve kesin “sulh” bir türlü sağlanamıyordu.
- Aziz Yıldırım olayı gündeme geliyor: Kapışma yeniden başlıyordu.
- İlker Başbuğ’un yargılanması gündeme geliyor: Kavga yeniden başlıyordu.
Sonra?
Sonra yine aynı noktaya geliniyordu:
“Bizi birbirimize düşürmek istiyorlar.”
Ardından da yine sulh...
* * *
Son kavgayı biliyorsunuz:
Özel Yetkili Mahkemeler...
Yine daldılar birbirlerine...
Başbakan Erdoğan çıktı, “Cemaat karşıtları”nın bile kolay söyleyemeyeceği o tarihi cümleyi kurdu. Televizyon ekranında Ekrem Dumanlı’nın gözlerinin içine bakarak şöyle dedi:
“Devlet içinde devlet olmaz.”
Hadi yine kavga kıyamet...
* * *
Bu yeni kavga henüz hızından hiçbir şey kaybetmemişti ki...
Yani artık klasikleşen “Bizi birbirimize düşürmek istiyorlar” cümlesi söylenmemiş, “fitne” sözcüğüne vurgu yapılmamıştı ki...
Bu kez “sulh”, beklenmedik bir anda sağlanıverdi.
Başbakan Erdoğan, “Türkçe Olimpiyatları”nın kapanış törenine katıldı, Arena’dakiler Erdoğan’ı bağırlarına bastılar.
Gözyaşları sel olup aktı.
Erdoğan “Hocaefendi”ye “dön” çağrısı yaptı, bütün stat ayağa kalktı.
İnanılmaz bir manzaraydı ortaya çıkan:
“Cemaat” ile “Erdoğan” etle tırnak olmuştu.
Çimentosu gözyaşları olan bir kaynaşmaydı bu.
Koca statta “Cemaat/Hükümet kardeşliğinin ayini” yapılıyordu.
* * *
Bu yeni manzarayı gözümüzün içine sokup...
“Hani kavga var diyordunuz, ne oldu? Bu da size kapak olsun” diye mesaj atan “Hükümet” ve “Cemaat” kanadının taraftarlarına sesleniyorum:
- “Kavga yok” diyoruz bizi yalancı çıkarırcasına kavga ediyorsunuz.
- “Kavga var” diyoruz kavgayı bırakıp bize kızıyorsunuz.
- “Kavga büyümez” diyoruz hamle üstüne hamle yaparak olayı büyütüyorsunuz.
- “Kavga büyür” diyoruz “sizi gidi fitneciler sizi” diye bize çatıyorsunuz.
Vallaha ben çözemedim aranızdaki ilişkiyi...
Çözme konusunda da zerre kadar umudum kalmadı.
En son “Bu olay biz fanilerin anlayacağı türden bir olay değil” demeye bile başladım. (Hürriyet, 16 Haziran 2012)