31 Mayıs 2012 Perşembe
Kendi gönderdikleri virüsle tutukladılar...
Odatv Davasında, Soner Yalçın ve arkadaşlarının tutuklanmasına gerekçe gösterilen dosyaların sahte olduğu, odatv bilgisayarlarına virüs yoluyla gönderildiği, daha bu tutuklamalar yapılmadan kanıtlanmıştı. Ama, ilgili yargıç tutuklama kararı vermekten çekinmedi. Ve özellikle yandaş denilen gazeteler, tutuklanan kişileri günlerce linç ettiler, Fethullah'tan girip Ergenekon'dan çıktılar. Yazmadıkları saçmalık kalmadı.
Boğaziçi, ODTÜ, Yıldız Teknik gibi üniversitelerden uzman bilirkişilerin bu dosyaların bilgisayarlara virüs yoluyla yerleştirildiğini kanıtlamasına rağmen, dava hâlâ büyük bir ciddiyetle devam ediyor. Nedim Şener, Ahmet Şık, Coşkun Musluk ve Sait Çakır bir süre sonra tahliye edildiler ama Soner Yalçın, Müyesser Yıldız ve Barış Terkoğlu gibi isimler hapiste tutulmaya devam ediliyor.
Odatv.com sitesi, Vatan Gazetesi yazarlarından Can Ataklı'nın, ABD'li bilişim uzmanı Joshua Marpet ile yaptığı söyleşiye yer vermiş. Marpet'e şu sorulmuş: "Siz Odatv davasında suç unsuru olarak elde edilen diski analiz ettiniz. Bulgularınızı kısaca anlatabilir misiniz?"
Joshua Marpet'in cevabı: Bu diskin Microsoft ürünleri ile çalışan bir bilgisayardan elde edildiğini söyleyebilirim. Bu bilgisayarda standart Microsoft ofis ve e-posta programlarının mevcut olduğunu da gözleyebiliyorum. Diskte birçok dosya vardı. İncelemelerim sırasında ilginç bir şey buldum: Bu diskte bilgisayarın kullanıcısına gelen iki e-posta vardı. Bu e-postaların içinde virüslü iki adet dosya bulunuyordu. Bu dosyalar kaydı belli olmayan sahte bir adresten gönderilmiş. Kullanıcı bu dosyaları açınca sahte adresteki kötü niyetli kişi bilgisayarı eline geçirerek uzaktan bu bilgisayara virüslü dosyalar göndermiş. Ben araştırmalarım sırasında diskin üst verilerinde tüm bu dijital sahteciliği gözledim ve bilimsel olarak ispatladım. Bu dosyaların o bilgisayarda üretilmediğini açıklıkla tespit edebildim. Bana, daha sonra, sahte adresten gönderilen bu dosyaların suç unsuru içerdiği ve kullanıcının tutuklandığı bilgisi geldi."
Başka söze gerek var mı?
30 Mayıs 2012 Çarşamba
Yurt sordu: Neden susuyorsunuz?
Sol muhalif gazetelerden Yurt, sert manşetlerle Erdoğan'ı ve AKP iktidarını eleştirmekten çekinmiyor. |
Yurt Gazetesi, AKP'nin 27 Mayıs 2012'de yapılan İstanbul il kongresinde Recep Tayyip Erdoğan'ın gazetecilere 'tasmalı' (köpek) diye hakaret etmesi üzerine, 29 Mayıs 2012 tarihli sayısının manşetinde "Görülmemiş Rezalet" başlığını taşıyan bir sert bir eleştiri yayınlamıştı. Genel yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ'ın imzasını taşıyan yazı, "Nezaketinizi takının Sayın Başbakan!" uyarısıyla başlıyor ve böyle bir tutumun darbe dönemlerinde bile görülmediği vurgulanıyordu. Merdan Yanardağ'ın dikkat çektiği ilginç noktalardan biri de şuydu: "Başbakan'ın bu ağır sözleri karşısında Yurt ve Cumhuriyet dışında dün yayınlanan gazetelerin hiçbirinde bu konuda tek satır yoktu."
Gerçekten de birkaç gündür en azından Aydınlık ve Sözcü gazetelerinin bu konuda bir tepki vermesi beklenirdi, ama hiçbir şey göremedik.
Yurt Gazetesi, konuyu bugün de manşetine taşımış ve "Neden susuyorsunuz?" diye sormuş. Merdan Yanardağ'ın Türk demokrasi ve basın tarihinde yer alacak önemdeki yazısında vurguladığı gerçekler, bugün de yinelenmiş. Yurt'a göre bu sessizlik, AKP'nin yarattığı korku rejiminin derinliğini gözler önüne sermişti.
RTE bir gazeteciyi daha işinden etti...
Haftalık mizah dergisi Uykusuz'un 29 Mayıs 2012 tarihli kapağında Uludere ve kürtaj açıklamaları nedeniyle Erdoğan hicvediliyor. |
Şafak yazarı Ali Akel 25 mayıs tarihli "Özür açıklanmaz dilenir" başlıklı yazısında Uludere konusunda Başbakan Erdoğan ve hükümet üyelerinin tavrını sert sözlerle eleştirmiş, yazısını "Bir şey söyleyecekseniz doğrusunu söyleyip, gereğini yapın. Ya da ebediyete kadar susun. Allah aşkına, susun!.." diyerek bitirmişti.
Ali Akel bugün Twitter sayfasından bu yazısı sonrasında Yeni Şafak gazetesi ile yollarını ayırmak zorunda kaldıklarını açıkladı.
YOLLARIMIZ AYRILMAK ZORUNDA KALDI
İşte o açıklama:
"Yeni Safak'taki son yazilar uzerine gazetem ile yollarimizi ayirmak zorunda kaldik. 16 yıl... Muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü ve son beş yıldır da Washington temsilciliği.. 16 yıl boyunca, yüklendiğim tüm bu görevlerden onur duydum, onurla yerine getirdim.
ZOR ZAMANLARDA YAZMANIN BEDELİ VARDIR
Yuvamdan ve arkadaşlarımdan ayrı bırakıldığım için üzgünüm, ancak vicdanım rahat. Hepsini anlıyorum. Patronlarımı, yayın yönetmenimi, kardeş bildiğim çalışma arkadaşlarımı, hepsin ni anlıyorum. Çünkü, zorzamanlar vardır ve biz bugün her zaman olduğundan daha da zor bir dönemden geçiyoruz. Böyle dönemlerde konuşmanın, yazmanın bedeli vardır. Birileri her zaman bu bedeli öder. Bugün, bu bedeli ödediğim için de onur duyuyorum. Çünkü yanlışı değil, doğruyu söylediğime inanıyorum. Nerede olursak olalım, kime çalışıyor olursak olalım, hangi düşünce dünyasına ait olursak olalım.. Doğru değişmez , her yerde söylenmeli ve yazılmalı.
29 Mayıs 2012 Salı
Neden bu kadar kabalar?
Başbakan Erdoğan, en yakınındaki Bülent Arınç, içişleri bakanı İ. N. Şahin sürekli olarak kaba saba, aşağılayıcı sözleriyle gündeme geliyor. Ankara belediye başkanı Melih Gökçek de onlardan geri durmuyor. En son Twitter'de bir genç kıza yazdığı çirkin karşılık (Sen çok mu kürtaj yaptırdın? Bu kadar bağırmanın nedeni bu mu) muhalif gazetelerden ve internet medyasından öfkeli tepkiler aldı.
Daha Uludere tartışmaları sürerken Erdoğan bu kez partisinin İstanbul İl Kongresinde ağzını açtı. 28 Mayıs 2012'de yapılan kongrede 100 bin civarında bir kitlenin önünde yine ipin ucunu kaçırdı. Yurt Gazetesi'nden Cüneyt Ülsever ertesi gün köşesinde kongreyi şöyle anlattı:
Bu yıl 19 Mayıs’ın statlarda kutlanması yasaklandı. Yasağı koyan AKP Hükümeti’ne göre statlarda yapılan kutlamalar askeri gösterilere dönüşüyor ve insanlara “tek adam”, adı konmamış olsa da “faşizm” görüntüsü veriyor.
Bu yasağın hayata geçirilmesinden 8 gün sonra İstanbul İl Kongresi’ni AKP bir statta yaptı ve tüm gazetelere göre kongreye “tek adam” damgasını vurdu. Yer gök “tek adam”ı kutsayan sloganlar, afişler, şiirler ile inledi-donandı!
***
Kongrede yaptığı konuşmada Başbakan yine esiyor-gürlüyor, bu arada da basına bir kez daha açıkça sövüyor.
Yurt Gazetesi’nin 1. sayfadan, bazı gazetelerin iç sayfalardan verdiği habere göre Başbakan aynen şöyle diyor:
“On yıllardır, demokrasiye müdahale edenlere, kendi alanı dışına çıkanlara çanak tutanlar, bugün kalkmış, bu ülkenin şerefli askerlerine dil uzatıyorlar. Ya siz kimsiniz? Siz, daha düne kadar, birileri karşısında hazırola geçip, selam çakıp, aldığınız emir doğrultusunda köşe yazısı yazıyordunuz. Daha düne kadar, üniformalılar sizi arayıp, yazdıklarınızdan, söylediklerinizden dolayı sizi azarlıyordu. Bunları bu tasmalarından kurtaran biz olduk. Ama bunların boynundaki tasma dün ulusaldı, bugün terfi ettiler, uluslararası tasmaları boyunlarına taktılar.” "(Yurt, 29 Mayıs 2012)
Hürriyet Gazetesinden Ahmet Hakan da yine ertesi gün köşesinde, kendisine '1930 ve 1940'ların dünyasını anımsatan' bu kongreye değindi:
Ne
vardı AK Parti İstanbul İl Kongresi’nde?
Tayyip Erdoğan vardı.
Başka?
Başka da bir şey yoktu...
Sadece Erdoğan vardı.
On binlerin doldurduğu statta sadece onun fikirleri işitildi.
On binlerin doldurduğu statta sadece o başroldeydi, geri kalan herkes figürandı.
Farklı fikir yoktu, farklı yaklaşım yoktu, farklı aday yoktu, farklı liste yoktu...
Tayyip Erdoğan vardı.
Başka?
Başka da bir şey yoktu...
Sadece Erdoğan vardı.
On binlerin doldurduğu statta sadece onun fikirleri işitildi.
On binlerin doldurduğu statta sadece o başroldeydi, geri kalan herkes figürandı.
Farklı fikir yoktu, farklı yaklaşım yoktu, farklı aday yoktu, farklı liste yoktu...
Tartışma
yoktu, müzakere yoktu, istişare yoktu...
Müsademe-i efkâr yoktu.
Kontrolsüz tek bir saniye bile yoktu.(Hürriyet, 29 Mayıs 2012)
Müsademe-i efkâr yoktu.
Kontrolsüz tek bir saniye bile yoktu.(Hürriyet, 29 Mayıs 2012)
Korku dağları sarmış, durdurulamaz iniş başlamış...
İşte böyle bir ortamda Erdoğan, bugün davası süren 28 Şubat dönemiyle ilişkilendirerek, gazetecilere ağzını bozdu. Ancak, burada Erdoğan'ın hemen tüm konuşmalarında olduğu gibi çok büyük bir çarpıtma ve yalan var. Bir kere, 28 Şubat döneminde üniformalıların arayıp azarladığı gazetecilerin hemen tamamı, Yurt Gazetesi Genel yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ'ın da vurguladığı gibi, bugün Erdoğan'ın yanında (Yurt, 29 Mayıs 2012). Bugün AKP iktidarının övgüsünü yapanlar, o zaman 28 Şubat dönemi iktidarının övgüsünü yapıyordu. Daha önce de 12 Eylül 1980 darbecilerini alkışlamışlardı. Demek ki Erdoğan bunların önceki tasmalarını çıkarıp kendi tasmasını taktı ve kendi köpek kulübesine yerleştirdi. Öyleyse burada azarlanan ve hakarete uğrayan muhalif gazeteciler değil, kendi yanındaki gazeteci geçinen iktidar yağcıları. Bunlar 'dün ulusal tasma' takıyorken, bugün terfi etmişler, 'uluslararası tasma' takmışlar. Muhalif kesimde böyle kişiler olmadığına göre, acaba önünde el pençe divan duran sahte liberallere mi laf gönderiyor? Bu abuk sabuk sözleri ona kim söylettiriyorsa, Erdoğan'ın başka düşmana ihtiyacı yok. Bir siyasi liderin ağzından çıkanı kulağı duymaz olmuşsa ve söylediklerinde bir tutarlılık kalmamışsa, korku dağları sarmış, durdurulamaz iniş başlamış demektir.
Kabalar, çünkü korku içindeler...
Sürekli kabalık eden, sürekli hakaretler savuran bir insan, kendine güvensiz bir insandır, demek ki korkak bir insandır. En kabadayı görünen kişiler, aslında korku içinde titreyen bir insanlardır. Korkularını gizlemek için bağırır, tehdit ve küfürler savurur.
Oysa, kendine güvenen insanlar, seslerini yükseltme gereği bile duymaz. Konuşmaları sakin, tutarlı ve mantıklıdır.
Bunların kabalıkları, korkularından kaynaklanıyor. Bu kadar dehşetli korktuklarına göre, demek ki kendilerine göre sebepleri var. Ama korkunun ecele faydası yoktur.
1970'lerden
27 Mayıs 2012 Pazar
Uludere neyin kürtajıydı?
Tayyip Erdoğan ve akıl hocalarının sıkışınca gündem saptıracak bir konuyu ortaya atması, yeni bir şey değil. 28 Aralık 2011'de ABD'nin verdiği bilgiye güvenerek PKK'lı diye sivilleri bombalatan AKP hükümeti, 16 Mayısta Amerikan Wall Street Journal Gazetesinde çıkan haberle iyice zor duruma düşmüştü. Gazete, 34 sivilin ölümüyle sonuçlanan bu hava harekatının, ABD'nin verdiği bilgi sonucunda yapıldığını yazmıştı. AKP'yi iyice 'batıran' ise, bunun üzerine Tayyip Erdoğan ve İçişleri bakanı İ. N. Şahin'in söyledikleri oldu. "Özür dilemek yok, o yükseklikte kimi ayırt edeceğiz, onlar zaten kaçakçıydı." yollu açıklamalar, bunların hangi ruh hali içinde olduğunu çok iyi gösterdi.
Bunların zihniyetine göre toplum emredenler ve biat edenlerden oluşuyor. Alttakiler, üsttekiler ne derse onu yapar. Kendi düşüncesini söyleme, tartışma, hoş görü filan yoktur. Tartışma, ancak emrin nasıl daha iyi yerine getirilebileceği üzerine olabilir. Şeyh, reis, başkan ne derse o olur ve 'benim bakanım, emniyet müdürüm, genel kurmay başkanım' yerine getirir.
Başkan bir demeç verir ve bütün yalaka - yandaş medyada birinci sırada yer alır. Yalaka - yandaş medya tartışmaz, sorgulamaz, sadece başkanın söylediklerini parlatıp öne çıkarır. Bu tür medya çalışanlarının yetenekleri çok sınırlıdır. Bir bakmışsınız Erdoğan'ın "Her kürtaj Uludere'dir sözü 6 - 7 gazetede aynı manşetle çıkmış. Ulusal Kanal dışındaki tüm TV kanalları bunların propagandasına hizmet eder.
Katolik Kilisesi sözcüleri ve aşırı sağcılarla aynı söylem...
Muhalefet ve yandaş olmayan medya bunlara karşı bir görüş ya da eleştiri dile getirdiğinde, başta Erdoğan olmak üzere, öfkeden kendilerini kaybederler. Uludere olayında da böyle oldu. Ağızlarına geleni söylediler. Sonra Erdoğan, kürtajı Uludere olayına benzetti; Katolik kilisesi sözcüleri ve aşırı sağcıların ağzıyla 'kürtajın cinayetten, soykırımdan farkı yoktur." dedi. Onlarla aynı demogojiyi (Holocaust - babycaust) yaptı. Bu benzetmeyle onlar nasıl Nazilerin yaptığı soykırımı sulandırıyorsa, Erdoğan da aynı şekilde hem Uludere olayını sulandırmayı hem de gündem saptırmayı amaçlıyor. Sözlerini ciddiye alırsak, ABD Uludere'de Türkiye'ye bir kürtaj yaptırmış oldu. O zaman, kimden ne alındı diye de sormak gerekmez mi? Taraf gazetesinin 27 Mayıs 20112 tarihli manşetine bakarsanız Erdoğan "Beşinci ayda vicdanını aldırdı'.
Uludere neyin kürtajıydı?
Önce, durumu saptayalım: PKK, ABD'nin denetiminde bir örgüttür. ABD'nin Orta Doğu ve Yakın Doğu'daki planlarının haritaları bile vardır. ABD'nin en yetkili kişilerinin ağzından, bu bölgedeki ülkelerin sınırlarının değişeceği açıklanmıştır. ABD, Türkiye'nin Güneydoğusunu da kapsayacak yeni bir devlet, ikinci bir İsrail kurmak niyetindedir. Bunun yanı sıra Suriye ve İran'a da ülke kaynaklarını ve topraklarını kendisine sunacak rejimler getirmek için uğraşmaktadır. PKK ve AKP, bu planın Türkiye kısmında kendilerine düşen rolleri oynamaktadır. AKP hükümeti, Libya'da Kaddafi'nin devrilme sürecine katkıda bulundu ve sık sık savaşla tehdit ettiği Suriye rejimine karşı, tedhişçileri desteklemekte. Türkiye sınırında barınan rejim karşıtlarının Suriye'de eylem yapıp yine Türkiye'ye döndükleri gazetelerde yazılıp çizildi.
ABD, AKP hükümetini kim bilir nelerle ve nasıl bağladı ki, bunlar olabiliyor.
İşte Uludere kürtajı bu ortamda yapıldı. ABD Türkiye'ye "PKK benimdir, vurmaya kalkarsan işte böyle olur!" mu dedi? "Suriye'ye saldırmazsan işte böyle yaparım!" mı dedi? "PKK ve Kürtler konusunda patron benim, tersini düşünürsen işte böyle olur!" mu dedi?
16 Mayıs 2012 tarihli Wall Street Journal gazetesinde çıkan haber, nereden bakarsanız bakın, Erdoğan'a ve AKP hükümetine çok ciddi bir uyarıdır.
26 Mayıs 2012 Cumartesi
Ergenekon karşı iddianamesi yazıldı
Avukat Serdar Öztürk'ün hazırladığı suç duyurusu, Ergenekon komplosunu hazırlayıp uygulayanların yargılanması için düzenlenmiş bir iddianame niteliğinde. Böyle bir davanın gerçekten açılacağı günler fazla uzak değil.
T.C.
Yargıtay
Birinci Başkanlık Kurulu’na
Suç Duyurusunda
Bulunan :
(Avukat) Serdar ÖZTÜRK TCKN :18689107606
1 No’lu L Tipi
C. İ.K. B Blok No:3 ÜST SİLİVRİ/ İSTANBUL
Şikayet
Edilenler :
1- Hasan
ERBİL Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
2- Mehmet Beşir
GÜVEN- Yargıtay Cumhuriyet Savcısı
3-Sadullah Ergin,
4- Beşir Atalay,
5- Binali Yıldırım,
Bakanlıklar Ankara
6- Metin ÖZÇELİK
Adalet Bakanı
İçişleri Bakanı(suç tarihinde)
Ulaştırma Bakanı
İstanbul Hakimi 15- Turan Çolakkadı, İstanbul CBS.
7- Sedat Sami Haşıloğlu, İstanbul Hakimi
8- H. Hüseyin ÖZESE, İstanbul Hakimi
9- Hüsnü Çalmuk
İstanbul Hakimi
10- Fatih Mehmet USLU, İstanbul Hakimi
11- Nihat Topal,
İstanbul Hakimi
12- Ercan Fırat İstanbul Hakimi
16- Rüstem ERYILMAZ
17- Fikret Seçen
18- Nihat Taşkın
19- Ömer Diken,
20- Ali Efendi Peksak 21- Murat Üründü
İstanbul Hakimi
İstanbul C. Savcısı İstanbul C. Savcısı İstanbul Hakimi
İstanbul Hakimi
İstanbul Hakimi
13- M. Ali Pekgüzel İstanbul C. Savcısı 22- Hüseyin
Kaplan, İstanbul C. Savcısı
14- Resul Çakır İstanbul Hakimi 23- Savaş Kırbaş İstanbul C.
Savcısı
24- Zekeriya ÖZ, İstanbul C. Savcısı
İstanbul Adliyesi Beşiktaş/İstanbul
25- Ali Fuat Yılmazer Emniyet Görevlisi 30- Mustafa EREN Emniyet
Görevlisi
26- Mutlu Ekizoğlu Emniyet Görevlisi 31- Hasan YÜKSEK Emniyet
Görevlisi
27- Muzaffer SOYGÜDEN Emniyet Görevlisi 32- EMBİYA
KILIÇLE Emniyet Görevlisi
28- M. Kılıçarslan Emniyet Görevlisi 33- RAMAZAN AKKAN Emniyet
Görevlisi
29- A. Akça Emniyet Görevlisi
34- T 3413961- T 3418013- T 3413350 - T 3421450- T 3421000 - T
3480785- T 3411493 - T 3457715 - T 3420561 AİDİYET NOLU TEM şube
teknik takip görevlileri ile 202847, 278288 ve 262224 sicil
numaralı kimliği meçhul İEM.lüğü görevlileri
1
İEM.lüğü
Vatan Cad. Fatih/İstanbul
35- Serkan
ŞİMŞEK Emniyet Görevlisi 41- BİLGA MURAT Emniyet Görevlisi
36- Mehmet
Yayla Emniyet Görevlisi 42- Mehmet Avni ŞAHİN Emniyet Görevlisi
37- Metin
ERTEMUR Emniyet Görevlisi 43- NURHAN ÇAVUŞ Emniyet Görevlisi
38- A. ÖZER DEMİREL, Emniyet Görevlisi 44- Recep GÜVEN
39- ALİ YILMAZ Emniyet Görevlisi 45- Yurt Atayün
40- Ahmet KAYA
EGM.lüğü İsth. D . Bşk. lığı ve Ankara Emniyet Müdürlüğü-
Ankara 46- Basri Aktepe, (suç tarihinde TİB görevlisi)
47- Fethi Şimşek, (suç tarihinde TİB Başkanı)
TİB Başkanlığı - İncek- Ankara
48- Altay Tokat
49- SELİM ERÇELİK Sivil Şahıs 53- Ayşegül Hüma Babuna
50- MÜSLÜM NALBANT Sivil Şahıs 54- Aylin Atmaca
51- Mahmut HAZIROĞLU Sivil Şahıs 55- Adem Arslan
52- Kemal GERGİN Sivil Şahıs
(sivil şahısların adresleri ektedir)
56- Zaman Gazetesi Tüzel Kişiliği 63- Şamil Tayyar
57- Taraf Gazetesi Tüzel kişiliği, 64- Nazlı Ilıcak
58- STV Televizyonu tüzel kişiliği 65- Rasim Ozan Kütahyalı, Sivil Şahıs
59- Mehmet Baransu 66- Faruk Mercan
60-Emrullah USLU 67- Hüseyin Gülerce
61- Önder Aytaç 68- Nagehan Alçı
62- Mümtaz’er Türköne
69- Suç işleyen Beşiktaş’ta ki İstanbul Adliyesinde görevli
özel yetkili Hakimler ve Savcılar hakkında soruşturma izni
vermeyen ve suçluları koruyan HSYK Başkan ve üyeleri
(kimliklerinin teker teker şikayet dosyalarından tespit edilmesi
gerekmektedir)
70- C. Haluk İNCE
71- Hacı Mehmet AKIN
72- Hüseyin BÜLENT ÜNER
73- Lokman Başer
2
ATK Yeni Bosna -
İstanbul 74-
Halit Kıvrıl
75- İbrahim
Ataman
Suç Tarihinde
Adalet Bakanlığı Müfettişi - Halen Yargıtay üyesi Yargıtay
Bakanlıklar /Ankara
76- John
Kunstadter Bebek/İstanbul
77- Jason
White TTIC Görevlisi
78- Mehmet
Eymür Princess Otel Beşiktaş/İstanbul
79- Kimlikleri
bilinen gizli tanıklar
80- Kimliği
Meçhul ihbarcılar
81- Kimliği
meçhul diğer şüpheliler
Suçlar : 1-
Siyasi Ve Dini Saiklerle Birden Fazla Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılmak Sureti
İle İnsanlığa Karşı Suç İşlemek, TCK.md. 77 ve 78
2- Askeri
Casusluk ve Askeri Casusluğa İştirak, TCK. Md.328
3- Birden fazla
Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma, TCK. 109/1- 2 (d ) ve 4
4- Yasa Dışı
Telefon Dinlemesi Yapılması Suçuna İştirak ,
5- Devletin
Güvenliğine İlişkin Bilgileri Temin Etmek, TCK. md 327
6- Sahte Resmi
Evrakı Kullanmak, TCK. md 204
7- Sahte Resmi
Belge Düzenlemek
8- Özel Hayatın
Gizliliğini İhlal Etmek, AY. md 20, TCK. Md 134/1
9- Suçun Maddi
Unsurlarını Uydurmak Sureti İle İftira, TCK. 267/1-2 ve 4
10- TSK.ni
Aşağılamak, TCK. md 301
11- Delillerin
Yok edilmesi, Değiştirilmesi veya Silinmesi, TCK md 281/1 -2
12- Göreve
İlişkin Sırrın Açıklanması, 5237 sayılı TCK. md 258
13-
Soruşturmanın Gizliliğini İhlal Etmek. 5237 sayılı TCK. md 285
14- Suç
Örgütüne Bilerek Ve İsteyerek Yardım Etmek,TCK Md. 220/7
15- Görevi
Kötüye Kullanmak, TCK. md 257/1
16- Anayasanın
müteaddit defalar ihlal edilmesi
17-
İşkence, TCK.md 94
18- Suçu
Bildirmeme TCK. Md 279
Suç Tarihi :
Mayıs 2006 dan bu yana (halen devam etmektedir)
L. Konusu : Kamu
davası açılmasından ibarettir.
3
Açıklamalar :
1- Halen İstanbul 13ncü Ağır Ceza Mahkemesin de(CMK.nun 250 nci
Md.
İle Görevli)
2010/106 esas sayılı dosyada sanık sıfatı ile TUTUKLU olarak
yargılanmaktayım.
2- Şüphelilerden
Hasan ERBİL Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Mehmet Beşir
GÜVEN Yargıtay Cumhuriyet Savcısı
Sadullah Ergin, Adalet
Bakanı,
Beşir Atalay Suç tarihinde sahte
belgeleri düzenleyen polislerin bağlı olduğu İçişleri Bakanı,
Binali Yıldırım, TİB.in bağlı
olduğu Ulaştırma Bakanı,
Rüstem ERYILMAZ, Metin ÖZÇELİK, Ömer Diken, Sedat Sami
Haşıloğlu, Murat Üründü, Hasan Hüseyin ÖZESE, Hüsnü
Çalmuk, Ali Efendi Peksak, Fatih Mehmet USLU, Nihat Topal ve
Ercan Fırat İstanbul Hakimi, Turan Çolakkadı, İstanbul
CBS.sı, M. Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın, Zekeriya ÖZ ve Fikret
Seçen özel yetkili savcılardır. Diğer
şüpheliler ise, soruşturmaya yardımcı olan TİB, polis ve MİT
içindeki, sahte delilleri üreten,
sanıklara ait mahallere bu delilleri koyan, e-posta
ihbarlarını organize eden ve patlayıcıları
gömen kişiler ile sanıklar hakkında özel olarak kurgulanmış
bulunan yalanları söyleyen
gizli tanıklardır.
3- Ben yıllarca
ceza mahkemelerinde duruşmalara katılmış ve davalara girmiş bir
avukatım. Açıkça
ifade etmek zorundayım ki, avukatlık hayatımda ne böyle bir
soruşturma, ne de böyle bir
yargılama gördüm. Özel
yetkili mahkemede görülen yargılamanın, ne çetelerle
mücadele etmekle,
ne de devletin bağırsaklarının temizlenmesi ile en ufak bir
ilişkisi bulunmamaktadır. Keşke
öyle olsaydı. Ama maalesef gelinen aşamada böyle bir amacın
olmadığı ortaya çıkmıştır. Zira,
benim bu dosyalara dahil edilmemin ve tutuklanmamın tek sebebi,
soruşturmayı yürüten polislerin
“ABD lehine askeri casusluk” yaptıklarına dair somut kanıtlara
ulaşmam ve bunun yasal
gereğini yapmaya tevessül etmemdir. Telefonlarım ve maillerim
takip edildiği için, benim de avukatlık ofisime 3.6.2009
gecesi Ankara TEM şubede görevli bazı polislerce gizlice
girilerek,
belgeler ve mermiler yerleştirilmesi sonucu 7.6.2009 günü İstanbul
özel yetkili 11 nci Ağır
Ceza mahkemesi yedek üyesi Metin ÖZÇELİK tarafından tutuklandım.
Avukatlık ofisime giren
bu polislerin isimleri ile organizasyonda yer alan sivillerin adları
Ankara CBS.lığına da, yargılamayı yapan mahkemeye de
bildirilmiştir . “ABD hesabına askeri casusluk yapmak
iyi bir şeydir” diyen çıkarsa, bugün hukuk adına yapılan her
şey haklıdır. Aksi halde, bugün yapılanlar TCK.nun 94 ve
77 nci maddesinde “işkence ve insanlığa karşı suç işlemek”
olarak tanımlanır. Hiçbir zaman suç işlenerek temiz bir toplum
yaratılamaz. Dünyada böyle
bir örnek bulunmamaktadır. Suç işleyerek ancak daha farklı
kirliliklere sahip bir toplum yaratılır.
Masum insanların evlerine ve ofislerine delil koyup, onları
terörist ilan etmek, bu kişileri terörist
ve birbirlerini tanımayan bu insanların tümünü bir örgüt
yapmaz. Ancak bu delilleri yaratanların bir çete ve bir örgüt
olduğunu gösterir.
4
Üzülerek ifade
etmek isterim ki, bugün gelinen aşamada, suç işleyen polislerin
yalnız olmadığı şüphesi doğuran, bazı savcıların ve
hâkimlerin de soruşturma/kovuşturma aşamalarında bahse konu
suçlara iştirak ettiğini ve bu hakimlerin şikayet edilmelerine
rağmen Adalet Bakanı ve bazı HSYK
üyeleri tarafından açıkça korunduğunu gösteren güçlü
olgular mevcuttur. Bu durum, bireylerin
hukuki güvenliğini, Anayasal hukuk devleti ilkesini ve yargının
saygınlığını yok eden endişe
verici bir durumdur. Hiç kimse bu ülkenin kirlenmişlikten
temizlenmesine, rejimin daha sağlıklı
işletilmesine ve çetelerle mücadele edilmesine karşı çıkamaz.
Ancak bugün yapılan işlerin çetelerle mücadele olmadığı artık
net olarak ortaya çıkmıştır.
Bu nedenle
şüpheliler arasında bakanların, HSYK üyelerinin ve halen
Yargıtay üyesi olan iki şüphelinin
de bulunması, birlikte ve birbiri ile irtibatlı olarak suç
işledikleri yönünde aleyhlerinde
kuvvetli suç şüphesi
bulunması nedeni ile, tüm şahıslar hakkında yetkili
olduğunu düşündüğümüz Yargıtay CBS.lığına 16.4.2012
tarihinde, 2012/35052 numarasına kayıtlı olarak suç
duyurusunda bulunulmuş ise de, Yargıtay CBS.lığı tarafından
4.5.2012 ve Muh.No 2012/35 sayılı,
“şikayet edilenlerden hiç birisinin 4483 sayılı kanunun 12 nci
maddesinde geçen kişilerden
olmaması nedeni ile, şikayetinize ilişkin herhangi bir işlem
yapılamamıştır.” Şeklinde
cevabi yazıdan, suç duyurusunun hiç işleme konulmadığı
anlaşılmıştır. Oysa ki CMK.nun
“(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle
bir suçun işlendiği izlenimini
veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup
olmadığına karar
vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.”
Şeklindeki 160/1
nci maddesi çok
açıktır ve bu madde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında
görevli Cumhuriye t Savcılarını
da bağlamaktadır. Yargıtay CBS.lığının, işlendiği iddia
edilen ağır cezalık nevaddan
suçlarla ilgili somut olgular
sunulmasına delilleri açıklanmasına karşın hiçbir işlem
yapmaması, suç duyurusunu kendisi yetkili değilse bile,
CMK.nun 160/1 nci maddesi gereği yetkili makamlara
göndermemesi hatalı olmaktan öte, bizatihi Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısının ve diğer
ilgililerin TCK.nun 279
ncu maddesi bağlamında cezai sorumluluğunu gerektiren bir durumdur.
Şu anda,
Ortaçağ da yaşamıyoruz. Bu karanlık çağı geride bırakalı,
400 yıl olmuştur. 21nci yüz yılda, akıl ve ruh sağlığı
yerinde, normal bir idrak seviyesine sahip, Allah inancı veya temiz
bir ahlak
anlayışı olan hiç kimse, insanların sahte belgelerle yıllarca
cezaevinde tutulmasını, yaşam hakkından
sonra en kutsal hakkı olan hürriyetinden yoksun bırakılmasını
kutsayamaz. Böyle insanlık dışı bir vaziyeti, ulvi gerekçelerle
de açıklayamaz.
5
Dolayısı ile,
masum insanların ofislerine sahte delil bırakarak onu
tutuklatmak çetelerle mücadele
değildir. Toplumu yargı yolu ile hizaya getirmek ve tek tip insan
üretmek ise, bugün
herkesin lanetle andığı Hitler döneminde vardı. Keza kutsal
kitabımızda da, “Ey o bütün
iman edenler, siyasi olarak sizden farklı düşünen Müslümanları
sahte belgelerle yıllarca
özgürlüğünden alıkoyabilirsiniz. Bu da size haktır.” diye
bir hükümde yoktur.
Bu nedenle,
özel görevli mahkemelerde “hukuki süreç” maskesi ile,
bazı polis savcı ve hakimlerce,
yargı faaliyetiymiş gibi yapılan işlerin, hukukla adaletle,
ileri demokrasiyle veya Müslümanlıkla en ufak bir illiyet
rabıtası olamaz. Hiç kimse, başka insanların hayatlarını yok
etmek şeklindeki sağlıksız ütopyalarını ve ruh hallerini,
insani bir gerekçe ile de açıklayamaz.
Yargıtay
CBS.lığının ise, bazı polis, MİT görevlisi, savcı ve hakimler
tarafından birlikte işlendiği yönünde
kuvvetli şüphe yaratan olguların varlığına ve somut
delillere rağmen, bu eylemleri görmezden
gelmesi ve bu insanlık suçuna sessiz kalması, mevcut hukuk
cinayetine iştirak etmesi
anlamına gelir. Bunun hukukilikle izahı ise mümkün değildir.
Açıklanan bu durum, bugün
ABD lanetle anılan Mc Carthy
döneminde işlenen suçların, yapılan cadı avları sonucu masum insanların yıllarca hapiste yatırılmasını o dönemki ABD
savcılarının hoş görmesi yada yine bugün
Almanya’da lanetle anılan Hitler döneminde Hitlerin savcı ve
hakimleri ile, toplama kampı sorumlularının
insanlığa karşı suç teşkil eden eylemlerini, dönemin Alman
yüksek yargısının görmezden
gelmesi kadar ağır ve kabul edilemez bir uygulamadır. Bu tip
insanlık ve hukuk dışıeylemlerin sonuçları ise, bugün tüm
insanlık tarafından bilinmekte ve lanetle anılmaktadır..
4- SORUŞTURMAYI
YÜRÜTEN BEŞİKTAŞ’TAKİ İSTANBUL ADLİYESİNDE GÖREVLİ ÖZEL
YETKİLİ
BAZI C. SAVCILARIN, MAHKEME HAKİMLERİNİN VE BAZI HSYK ÜYELERİNİN
İŞBİRLİĞİ
HALİNDE TCK BAĞLAMINDA SUÇ İŞLEDİKLERİ ŞÜPHESİ
YARATAN OLGULAR ve YARGITAY CBS.LIĞININ YASAL OLMAYAN TUTUMU :
a - Gerek
soruşturma esnasında, gerekse kovuşturma başladıktan sonra,
BEŞİKTAŞ’TA Kİ İstanbul
Adliyesinde görevli özel yetkili hakim ve savcılar hakkında HSYK
.na 300 ü aşkın suç duyurusu yapılmıştır. Bu durum, hiçbir
adliyede görülmemiş bir vakadır. Beşiktaş’ taki İstanbul
Adliyesi’
nde görevli özel yetkili hakim ve savcılar hakkındaki bu
soruşturmaların dört yıldır tamamlanamamış
olması doğal bir durum değildir. Dolayısı ile, suç işleyen
özel yetkili hakim ve savcılar hakkında yapılan tüm
şikayetlerin, bazı HSYK üyeleri tarafından örtbas edildiği
yönünde güçlü olgular mevcuttur.
6
b- Soruşturma
ve kovuşturma aşamasında, yazılı taleplere rağmen, C. Savcıları
ve hakimler tarafından
lehe olan delillerin hemen hemen hiç birisi toplanmadığı gibi,
dosyaya intikal eden ve
lehe olan deliller dosyadan
çıkartılmış, iddianame eklerine konulmamıştır. Bu nedenle
ilgili savcılar
ve hakimler hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.
Özellikle ABD.lilerin bu operasyonun bizzat içinde olduğunu
kanıtlayacak somut deliller ısrarla toplanmamaktadır.
c - Islak
imzalı belgenin sahte olduğunu ortaya çıkartacak olan mürekkep
analizi talebime rağmen yapılmamış, gelinen aşamada, İTÜ
tarafından mahkemeye gönderilen yazıdan bu incelemenin
belgenin ilk ele geçmesini müteakip 1,5 yıl içinde
yapılabileceği ve belgenin düzenlendiği
tarihin tespit edilebileceği ortaya çıkmıştır.
d- Avukatlık
ofisime girilmesi organizasyonunda emniyet içindeki suç
örgütü tarafından kullanıldığını deşifre ettiğimiz
Aylin Atmaca ve Ayşegül Hüma Babuna adlı kadınlar hakkında
yazılı
taleplerimize rağmen, CMK.na aykırı olarak hiçbir araştırma
yapılmamıştır. Gelinen aşamada, adı geçen kişilerin
iddia ettiğimiz eylemlerin içinde olduğu ortaya çıkmıştır.
Şöyle ki;
I- Ayşegül
Hüma Babuna Ve Aylin Atmaca’nın, Ceza Soruşturması Ve
Kovuşturması Esnasında İtham Edilmelerine Neden Olan Somut
Olgular
Ofisimde ki
şüpheli hareketleri dışında, Ayşegül Hüma Babuna ve
Aylin Atmaca’yı, Ceza Soruşturması
ve Kovuşturması esnasında İtham etmeme ve aleyhlerinde bir
kısım delillerin toplanmasını talep etmeme neden olan somut
olguları izah etmek gerekirse;
aa- Ayşegül
Hüma Babuna ve Aylin Atmaca’nın Ziyaret Ettiği tüm avukatların
ofisine girilip,
delil yerleştirilerek tutuklanmaları sağlanmıştır. Bu durum,
hayatın doğal
akışına
uygun değildir.
Aylin Atmaca
ve Ayşegül Hüma Babuna’nın benim dışımda ziyaret
ettiği diğer avukatlar, Mustafa
Levent Göktaş, Hüseyin Buzoğlu (Ankara Barosu) enteresan bir
şekilde, ofislerimize CD-DVD-
flaş disk veya sair deliller yerleştirilmek sureti ile
“Ergenekon
Soruşturmasına / davasına”
dahil edilmişlerdir. Diğer avukat Vural Ergül ise, kadınlardan
şüphelendiği için ofisinde
randevu vermemiş ve kendi ifadesine göre, bu görüşmeden
sonra başına bir şey
geleceğinden şüphelenerek ofisini
kapatmıştır. Avukat Hüseyin Buzoğlu ise, kadınlardan şüphelendiği için, ziyareti sonlandırmak isteyemeyen bu
hanımları adeta ofisinden kovmuştur. Bu
kadınların avukat ofislerine girdiklerinde sordukları ilk soru
ise, “ofiste gizli kamera veya ortam
dinlemesi var mı?”Olmuştur. Bu ziyaretlerin, sıradan bir avukat
- müvekkil görüşmesi olmadığı
çok açıktır. Keza, aklı başında olan ve yasal sınırlar
içerisinde hareket eden hiç kimse de, kendisini başkası gibi
tanıtarak avukatlardan randevu istemezler.
7
Benim gözaltına
alınmamı müteakip, biz bu hanımlardan şüphelendiğimiz için,
5.6.2009 günü saat 18.20 de avukatlarım bu hanımları ofis
telefonundan aramış iseler de, hukuki danışma için avukat
aradıklarını beyan eden bu hanımlar, avukatlarımla görüşmekten
kaçınmışlar ve görüşme talebini anlamsız bir şekilde ret
etmişlerdir.
Benim
tutuklanmamdan sonra da, ofisine polis tarafından gece
girilerek, gizli kamera yerleştirilen
bu şekilde takibe alınan ve daha sonrada tutuklanan Avukat sayın
Necdet Okçu’ yu da
ziyaret edip etmediklerini öğrenmek için müdafilerimden rica
ettim. Bu kadınların aynı şekilde avukat
sayın Necdet Okçu’ yu da Çankaya’da bir alışveriş merkezin
de rastlaşmış gibi yaparak,
çok acil bir durum olduğu
iddiası ile hemen evlerinde görüşme talep ettiklerini ve zorla
evlerine gitmek istediklerini, Avukat sayın Okçu ile ofisinde
görüştüklerini öğrendim ve hiç şaşırmadım.
Ceza hukukunda,
hayatın doğal akışına uygun olmayan tüm hallere şüphe ile
yaklaşılır ve bu şüpheli haller/kişiler daha detaylı
incelenir. Bu kadınların ziyaret ettiği tüm avukatların
ofislerine bir şekilde girilip, delil yerleştirilip, bu
hukukçular, şüpheli/sanık haline getiriliyorsa, burada
durulması ve mevcut şüpheli halin daha derin araştırılması
gerekir. İşte bir ceza hukuku avukatı olarak
o süreçte bizim yaptığımızda budur.
bb- Kadınların
bıraktığı kartvizitlerde ki hiçbir telefon numarası kendi
üzerlerine kayıtlı
değildir. Hayatını yasal sınırlar içerisinde sürdüren bir
kimsenin başkası adına kayıtlı telefon kullanması doğal
değildir.
Bahse konu
kadınların, 18.5.2009 tarihinde yaptıkları ziyarette bize
verdikleri kartvizitlerde yer alan
telefonların hiçbirisi kendi üzerlerine kayıtlı değildir.
Aylin ATMACA’ya ait kartvizit üzerinde
yazan 0539 498 27 63 numaralı telefonun Ebru TAŞAN isimli bir
kişiye 0 535 293 10 92 numaralı telefonun Hasan GENÇ isimli
bir kişiye ait olduğu, Ayşegül Hüma BABUNA’ ya ait kartvizit
üzerinde yazan 0533 723 58 63 numaralı telefonun rehbere kayıtlı
olmadığı (ancak bu telefonun da SEDA CAYMAZ adına kayıtlı
olduğu sonradan ortaya çıkmıştır), 0535 292 87 59 numaralı
telefonun ise Fırat YILMAZ isimli kişiye ait olduğu tespit
edilmiştir. Hayatını yasal sınırlar
içerisinde yaşayan bireylerin, başkaları adına kayıtlı
telefonları kullanması hayatın doğal akışına
aykırıdır.
Ancak soruşturma
ve kovuşturma aşamasında bu kadınlar hakkında yazılı tüm
taleplerimize rağmen, enteresan bir biçimde hiçbir araştırma
ve inceleme yapılmadı. Sırf bu nedenle soruşturmayı
yürüten savcılar hakkında, “Suç Örgütüne Bilerek Ve
İsteyerek Yardım Etmek” eyleminden
ötürü HSYK.na suç duyurusunda bulunmak zorunda kaldık. Diğer
yandan dosyaya gelen
ses kayıtlarından, Ayşegül Hüma Babuna’nın fiilen kullandığı
0533 7235863 numaralı telefona
2 Haziran 2009 da gönderdiğim ve cep telefonu görüşme
kayıtlarında geçen mesajın silindiği anlaşılmaktadır. Bu
normal bir durum değildir.
8
cc- Mahkemede
Yapmış Olduğum Savunmaları İçeren İthamların Basın
Organlarında Üç Defa Yer Almış, Bunların İkisine Şüpheliler
Açıklama Göndermişler ve Bana Herhangi Bir Suçlama yöneltememişlerdir.
Benim, Ayşegül
Hüma Babuna ve Aylin Atmaca ile ilgili iddialarım, daha önce,
savunmamı yapmamı
müteakip Temmuz 2010 da değişik basın organlarında, Adnan
hocacılarla ilgili, 6 Ekim
2010 tarihinde bir yazı kaleme almasını müteakip Yeni
Çağ Gazetesi yazarı sayın Sabahattin Önkibar’ a avukatım
aracılığı ile göndermiş olduğum faks sonrasında, 18.10.2010
tarihinde
“Silivri’den gelen dehşet uyarı” şeklinde gazetedeki
köşesinde yayınladığı yazı ile Yeni
Çağ Gazetesinde ve 3-4-5 Mayıs 2011 tarihinde kitabımdaki bu
kadınlarla ilgili bölümü yayınlamaları nedeni ile Oda TV. de de
yer almıştır.
Ayşegül Hüma
Babuna ve Aylin Atmaca, gerek Ekim 2010 da Yeni Çağ gazetesine,
gerekse Mayıs
2011 de Oda TV.ye, benim iddialarım ile ilgili açıklama
göndermişler, ancak o tarihlerde ne
bu iddialarımın iftira olduğu gerekçesi ile benim hakkımda suç
duyurusunda bulunmuşlar, ne de aynı gerekçe ile aleyhimde tazminat
davası açmışlardır.
Gerek soruşturma
aşamasında, gerekse kovuşturma aşamasında, savcıların ve
davayı yürüten mahkeme
hakimlerinin, bu kadınlarla ilgili delilleri CMK.na açıkça
aykırı bir yaklaşımla toplamamaları
nedeni ile, bu savcılar ve hakimler hakkında, HSYK .na suç
duyurusunda bulunmak zorunda kaldım. Ayrıca Ayşegül
Hüma Babuna ve Aylin Atmaca ve sair bazı şüpheliler
hakkında gerekli soruşturmanın yapılması maksadıyla suçun
işlendiği mahal olan Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı’na (CMK.nun 250 nci Md. İle
Görevli ) suç ihbarında bulundum
ve bu kadınlar hakkında 2010/825 numarasına kayıtlı soruşturma
başlatılarak
ifade vermeleri için, huzurdaki davayı
açmadan önce Ankara’da ki savcılığa davet edilmişlerdir.
Ancak Ayşegül Hüma Babuna ve Aylin Atmaca, savcılığın bu
davetine, celpte belirtilen
tarihte Ankara’da olmalarına rağmen icabet etmemişler, Ankara’da
ve hatta adliyede oldukları
halde, savcılığa avukatlarını göndererek, İstanbul’da
ifade vermek istediklerini belirtmişlerdir.
Bunun aleyhlerindeki mevcut delillerin sağlamlığı nedeni
ile tutuklanma korkusundan
olduğu çok açıktır.
II- Daha Sonra
Ortaya Çıkan Deliller
Kovuşturma
aşamasında dosyaya TİB tarafından gönderilen ses
kayıtlarından ve HTS dosyalarından ortaya çıkan maddi
bulgularda şu şekildedir:
9
aa- 18.5.2009
tarihinde saat 15.55.de, benim 05327727720 numaralı cep telefonumu
arayan
ve
TİB.de “485591344”
ID numarası ile kayıtlı olan görüşmede, “Ben Ceyda ERTÜZÜN’ üm,
kardeşim şu anda Ankara’da ” diyerek (kendisinin Ankara
dışından aradığını
dolaylı olarak belirterek) randevu isteyen kişinin, “Ceyda
Ertüzün değil”,
bizzat “Ayşegül
Hüma Babuna” olduğu ortaya çıkmıştır.
bb- Ayşegül
Hüma Babuna’nın beni, “Ceyda Ertüzün” adı ile aradığı
“05337235863” nolu telefon arama esnasında Ankara’da
İzmir-1 Caddesinde (Kızılay) sinyal vermektedir.
cc- 1.6.2009
saat 15.15 de Ayşegül adıyla (Ayşegül Hüma Babuna)
görüşülen kişi ile,
18.5.2009 saat
15.55 de “Ceyda Ertüzün olarak kendisini tanıtan” kişi aynı
hanımdır. Ses
frekansları, parmak izi gibidir. Herkesin ses frekans aralığı
farklıdır ve bu ilmi olarak tanımlanabilir.
dd- Sekreterimle
3.6.2009
saat 15.10 da yapmış olduğum ve TİB. de “497527904”
ID numarası ile kayıtlı olan görüşmede, açıkça
Ayşegül Hüma Babuna ‘ya 2.6.2009tarihinde cep
telefonundan mesaj gönderdiğim, Onunda mesajı geç gördüğü
için arayamadığı hususu yer almasına karşın, bu mesaj
kayıtlarının, TİB ve emniyet tarafından ses kayıtlarından
silindiği anlaşılmaktadır.
Tüm bu olgular,
belgeler ve deliller, şüpheliler Ayşegül Hüma Babuna ve Aylin
Atmaca’nın, masum
insanların ofislerine delil mermi vs yerleştirilerek uzun
süre yasa dışı bir suretle
hürriyetlerinin tehdit
edildiği kirli operasyonlarda bir şekilde kullanıldıklarını
kanıtlamaktadır.
e- Bu
soruşturmalar esnasında görülmüştür ki, Beşiktaş
adliyesindeki bir çok hakim ve savcı POLİSLERE
BOŞ KARAR İMZALAYIP VERMİŞLERDİR. BÜTÜN OPERASYONLARI POLİS
KENDİ
SEÇTİĞİ HEDEFLERE GÖRE ( Hedef alınacak kişiler ABD.li TTIC
görevlileri ile birlikte
belirlenmiştir) MAHKEME KARARLARININ İÇİNİ KENDİLERİ
DOLDURARAK YAPMIŞTIR.
Bu somut delillere rağmen, şüphelilerden halen Yargıtay üyesi
olan Halit Kıvrıl ve
İbrahim Ataman, suç işledikleri delilleri ile sabit olan
Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesinde görevli bir kısım
hakim ve savcıları müfettiş incelemesi sırasında delilleri
gereği ve talep edildiği gibi toplamamakla ve hazırladıkları
raporlarla korudukları anlaşılmaktadır. Keza, HSYK . nın etkili bazı üyelerinin de haklarında somut olgular ve
deliller bulunan özel yetkili bazı hakimler ve
savcılar hakkında gereğinin yapılmamasını sağladıkları
anlaşılmaktadır. Daha sonra hâkimlerin
boş mahkeme kararı imzalayıp verdikleri bu polislerin ABD
büyükelçiliğine brifing
verdikleri ortaya çıkmıştır.
10
f -
“AKP ve GÜLEN’i Bitirme Planı” adlı sahte belgenin
avukatlık ofisime yerleştirilmesi organizasyonunun
değişik aşamalarında yer aldıkları yönünde aleyhlerinde
kuvvetli suç şüphesi bulunan
tüm isimleri (Ali Fuat YILMAZER, Serkan ŞİMŞEK, Metin
ERTEMUR, Abdullah ÖZER DEMİREL,
ALİ YILMAZ, BİLGA MURAT, Ahmet KAYA, NURHAN ÇAVUŞ, Mehmet Avni
ŞAHİN ile sivil şahıslar SELİM ERÇELİK MÜSLÜM NALBANT,
Mahmut HAZIROĞLU, Kemal
GERGİN ve Altay Tokat) ve telefon numaralarını mahkemeye
bildirmeme rağmen, mahkemece
herhangi bir işlem yapılmamıştır. Bu hal, amacın maddi
gerçeği ortaya çıkartmak olmadığını SOMUT olarak
kanıtlamaktadır.
g- Avukatlık
ofisime girilmesi organizasyonunu bizzat İstanbul’dan Ankara ‘ya
gelerek yönettiği iddia
edilen ve HRANT DİNK suikastında sorumluluğu olduğu Başbakanlık
Teftiş Kurulu Raporu ile
belgelenen Ali Fuat Yılmazer’in telefon kayıtları, yazılı
talebimize rağmen ve hala ısrarla getirilmemekte
ve buna ilişkin bir inceleme de yapılmamaktadır.
h - Ofisime
girildiği tarih olan 3.6.2009 sabahı, hakkımda delil elde
edilemediği için polisler ve
özel yetkili savcılık tarafından telefon dinlemesi kararının 3
ay, gizli izleme kararının 4
hafta uzatılması için
İstanbul 11. özel yetkili ağır ceza mahkemesinden talepte bulunulmuştur.
Öğleden sonra ise, adımın bile geçmediği bir ihbar maili
dayanak alınarak aynı emniyet ve savcılık tarafından hakkımda
arama yakalama kararı yazılı olarak talep edilmiş ve aynı
mahkemeden bu karar alınmıştır. Bu hukuki bir izahı olması
mümkün olmayan çok büyük bir çelişkidir.
ı - Askeri
casusluk iddialarıyla ilgili Ankara Cumhuriyet Savcısı ŞADAN
SAKINAN’ a 2009/8745 Soruşturma no’lu dosyada 52 sayfalık
belge sunup bu durumu detaylı olarak anlattım. Ayrıca 51
no’lu
DVD’yi -ki içinde askeri sır içeren bilgiler vardır- M. LEVENT
GOKTAŞ’ın bürosuna koyan polisin resmini vererek kimliğinin
tespit edilmesini talep ettim. Bu süreçte İstanbul TEM Şubede görevli bazı polisler tarafından tehdit edildim. İstanbul
TEM şubede görevli bir polis, 27
-29/03/2009
tarihlerinde korucuların gözaltına alındığı aşamada,
meslektaşım ve arkadaşım Avukat
ŞEYHMUS ASLAN’ a (Mardin Barosunda görevli) “Seni
SERDAR ÖZTÜRK
yönlendiriyor
biliyoruz, onu da burada misafir edeceğiz” demişler. Bu bir
tehdittir. Ancak ben herhangi
bir şekilde bu tip tehditlerden çekinmeden müdafilik görevimi
yerine getirmeye devam ettim.
Müteakiben 18/05/2009 tarihinde emniyet içinde “askeri
casusluk” yapan şebekenin kullandığı kamuoyunda Adnan
Hocacı olarak bilinen AYŞEGÜL HÜMA BABUNA ve AYLİN ATMACA
adlı kişiler yakınlarıyla ilgili bir dava olduğu bahanesiyle ve
bununla ilgili danışmalarda bulunmak
istedikleri şeklinde bir MASKE ile, Ankara’ da ki
avukatlık ofisime gelerek keşif yapmışlardır. Devam eden
süreçte 02/06/2009 - 06/06/2009 tarihleri arasında dört
günlüğüne
11
Ankara dışına
çıktığım bir dönemde 03/06/2009 gecesi apartman görevlisi
KEMAL GERGİN adlı kişiyi
de angaje etmek suretiyle Ankara TEM Şubesinde görevli SERKAN
ŞIMŞEK ve METİN ERTEMUR adlı polisler tarafından gece 02:00 ile
05:00 saatleri arasındaki bir zaman diliminde Ankara’ da ki
avukatlık ofisime girilmek suretiyle Genel Kurmay Başkanlığından
çalınmış gizli -çok
gizli evraklar, mermiler ve kamuoyuna “AKP ve GÜLEN’İ BİTİRME”
planı diye açıklanan “İrtica İle Mücadele Eylem Planı”
adlı sahte belge yerleştirilmiştir.
i- İlk andan
itibaren, yani daha gözaltındayken, 6.6.2009 günü özel yetkili
savcılığa dilekçe vererek,
tespit işleminde ilk defa gördüğüm gizli belgeler, mermiler ve
bazı belgelerin bana ait olmadığını
belirtip, üzerlerinde parmak izi incelemesi talep ettim.
Ancak bu inceleme yaptırılmadı.
Gelinen aşamada, suçlandığım hiçbir belgenin üzerinde parmak
izim bulunmadığı ortaya çıktı. Ancak tüm yazılı
taleplerimize rağmen, ısrarla ve hala ofisimden çıkan sahte plan
üzerinde parmak izi araştırması yapılmamakta, bu şekilde
gerçek suçlular korunmaktadır. Ortalama
zekaya sahip ve ruh sağlığı yerinde olan hiç kimse böyle
bir garabeti, bağımsız hakimin yargısal takdiri diye açıklayamaz.
j -
İddianame ekleri yayınlandıktan sonra İstanbul TEM Şubesinde
görevli polislerin hakkımda çok sayıda sahte belge
düzenledikleri, yasa dışı telefon dinlemesi ve kaydı yaptıkları,
bana ait
olmayan elektronik postaları bana aitmiş gibi dosyaya
delil olarak koyduklarını tespit ettim. Bu nedenle gerek
ilgili emniyet görevlileri, gerekse sahte HTS kaydı üretilmesi
nedeniyle TIB
yetkilileri hakkında çok sayıda suç
duyurusunda bulundum. İstanbul TEM Şube görevlileri
tarafından
hazırlanan ve İstanbul Ozel Yetkili 13.Ağır Ceza Mahkemesi’nin
2010/106 Esas sayılı dosyasının
23 .klasöründe 31 .sayfada yer alan belgede benim İstanbul’da
0216 474 32 53 numaralı
bir telefonum bulunduğu ve bu telefonla LEVENT KARA isimli bir
şahısla 4 defa görüştüğüm
iddia edilerek bir belge düzenlenmiştir. Müteakiben Telekom’ dan
gelen belgeye göre bahse konu 0216 474 32 53 numaralı telefonun
Üsküdar İstanbul’da oturan 1971 Tokat Almus nüfusuna
kayıtlı T.C.Kimlik no: 286 254 185 12 olan ve tabelacılık mesleği
ile uğraşan bir
vatandaşımıza ait olduğu ve adı geçen kişinin bu telefonu uzun
bir zamandan bu yana kullandığı
anlaşılmıştır.
k - Yine aynı
soruşturma/kovuşturma kapsamında benim hakkımda İstanbul Emniyet
Müdürlüğü TEM
Şube Müdürlüğü tarafından 30/12/2009 tarihli bir tespit
tutanağı düzenlenmiş. Bu tespit tutanağında
hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım TEOMAN ALİLİ
isimli kişiyle iki defa görüştüğüm (daha sonra gelen
HTS kayıtlarından bunun doğru olmadığı ortaya çıkmıştır),
keza aynı
tutanağın 17.maddesinde müvekkilim DİLEK BOZKAYA ile
30/01/2007 tarihinden 14/06/2009
tarihine kadar 2432 defa görüştüğüm iddia edilerek sahte bir
tutanak düzenlenmiştir.
12
(oysa 2007
yılında Dilek Bozkaya’yı tanımıyordum) TİB tarafından
Fatih C.Başsavcılığının 2010/12549
(İstanbul C.Başsavcılığı 2010/182979) soruşturma sayılı
dosyasına gönderilen
28/09/2010
tarihli yazıda “bir görüşmenin başkanlığımız sisteminde
görülebilmesi için birkaç saniye
olsa bile bir görüşme olması gerekmektedir.” Denilmektedir. Hal
böyle iken TİB ten gelen ses dosyalarının analiz edilmesi
sonucu telefonlarımın dinlendiği 04/03/2009
tarihi ile 04/06/2009
tarihi arasındaki üç aylık periyotta HTS kayıtlarına göre
180 görüşme yapıldığı şeklinde kayıt yer almasına
rağmen, bu dönem içerisinde fiilen 50 görüşme olduğu,
130 görüşmenin
sanal olarak üretildiği, karşılıklı telefon açılmamış
olmasına rağmen çağrı süresi kadar
görüşme yapılmış gibi gösterildiği, yine hiç çalma sesi ve
görüşme olmadığı halde fiilen görüşme yapılmış gibi
kayıtlar düzenlendiği anlaşılmıştır.
l -
Yine aynı dosya kapsamında İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM
Şube Müdürlüğü tarafından
04/03/2009 tarihinde başka bir
tespit tutanağı düzenlenmiş bu tespit tutanağında tanımadığım
ILYAS
ÇINAR adlı sanıktan el konulan 51 nolu CD içerisinde yer alan
bir ekran görüntüsü tutanağa
aktarılmıştır. Aynı tutanakta benim başka bir sanıktan elde
edilen kayıtlara göre mason olduğum
yönünde bir kayıt düşülmüştür. Bu ekran görüntüsünün
çıktıları gerek aynı mahkemede
görülen 2009/191 Esas sayılı, gerekse 2010/106 Esas sayılı
dosyalarında ayrı ayrı yer almaktadır. Bilgisayar kullanmayı çok
az bilen bir kişi dahi bir ekran görüntüsünün üç farklı
şekil içeren bir çıktısının olmayacağını bilir.
Keza, gelinen
aşamada, İEM.lüğü tarafından İlyas Çınar’dan 7.1.2009 da
el konulan 51 nolu CD.nin
hash değerinin 10.06.2009 günü saat 12.29 da
“78FBC5E503797FB28E22A1 A647CD
5496” şeklinde tespit
edildiği anlaşılmaktadır. Aynı emniyet raporunda 51 nolu CD.nin
içeriğinde 40.468.480 bytes
büyüklüğünde veri depolandığı kayda geçmiştir. Talebimiz
üzerine Bilirkişi HAYRETDİN
BAHŞİ ve naip hakim HÜSNÜ ÇALMUK tarafından 3.2.2011 tarihinde
hazırlanan “Bilirkişi
İnceleme Tutanağında”, İlyas Çınar’dan el konulan 51 nolu
CD.nin 3.2.2011 tarihi itibarı
ile hash değerinin 5db5cca1cfeeacea5bf83bc35cb4317e” olduğu
tespit edilmiş, keza Hayretdin
BAHŞİ tarafından hazırlanan 02.12.2010 havale tarihli
bilirkişi raporunda, el konulan
CD.ye sonradan veri yüklenip yüklenmediğini kanıtlayacak olan
CD.nin içinde kaç byte lık
veri olduğunu gösteren bilgi de yer almış ve bilirkişi raporunun
hazırlandığı tarih itibarı ile 51 nolu
CD.nin içinde 40.472.576 byte lık veri olduğu tespit edilmiştir.
Tüm bu
veriler ve olgular birlikte değerlendirildiğinde, 7.1.2009
tarihinde İlyas Çınar’dan el konulan
51 nolu CD.nin HASH DEĞERİNİN DEĞİŞTİĞİ, 10.06.2009 da
tespit edilen hash
değeri ile 3.2.2011 tarihinde belirlenen hash
değerinin farklı olduğu, keza 10.06.2009 tarihinde emniyet
tarafından 51 nolu CD.nin içeriğinde 40.468.480 bytes lık veri
bulunduğu kayıt altına
13
alınmış iken,
02.12.2010 tarihli bilirkişi Hayretdin Bahşi’ nin raporunda yer
alan tespitte, CD.nin içeriğinde 40.472.576 “byte” lık veri
bulunduğunun tespit edildiği, bu şekilde 7.1.2009 tarihinde
gerçekleştirilen el koyma işleminden sonra 51 nolu CD.nin içeriği
ile oynandığı ve “4.096” “byte” lık
veri yüklendiği anlaşılmaktadır.
m - Aynı
soruşturma kapsamında mahkeme kararıyla
e-postalarımın
izlenmesine karar verilmiş. Fakat bana ait olmayan
serdarozturk@gmail.com
adlı İstanbul Acıbadem Kadıköy’ de mukim EYÜP
SERDAR ÖZTÜRK adlı vatandaşa ait bir e-posta adresi takip
edilerek kayıt altına alınmış ve
bu mailler bana aitmiş gibi delil olarak dosyaya sunulmuştur. Bunun
nedeni şudur; polis telefon
dinlemelerinden dolayı benim elektronik posta adreslerimi
gayet net bir şekilde bilmektedir.
(serdarozturk68@gmail.com
ve avukatserdarozturk@gmail.com
bilmektedir.) Ve bu bilgi
14/05/2009
tarihinde Teknik Takip İzleme Büro Amirliğinde görevli bir memur
tarafından TEM Şube Müdürlüğüne doğru olarak yazılmış
ve gönderilmiştir. Ancak buna rağmen sadece hukukçu
arkadaşlarımla yaptığım mailleşmelerin yer aldığı bana ait e
-postalar yerine çok sayıda uygunsuz
siteye girdiği anlaşılan tanımadığım 26920964918
T.C.Kimlik numaralı EYÜP
SERDAR ÖZTÜRK’
e ait e-postaları bana aitmiş gibi delil olarak dosyaya
koymuşlardır.
n- Yine aynı
mahkeme ve aynı esas numaralı dosyada 29.klasörde İstanbul
Emniyet Müdürlüğü TEM
Şube görevlilerinin C.M.K’nun 135 ve 45. maddelerine aykırı
olarak birinci dereceden akrabalarımla yaptığım özel
hayatıma ilişkin görüşmeler (Eşim Merve ÖZTÜRK ile aramızda değişik
tarihlerde yapılmış olan ve başta TİB ID
numaraları, 440907737, 451731528, 457416532,
486755800 ve 495607246 olan görüşmeler olmak üzere yüzü (100)
aşkın telefon
görüşmesi,
Ablam Rüya ÖZTÜRK YILDIRIM ile aramızda değişik tarihlerde
yapılmış ve TİB ID numaraları: 431914389, 431938943, 433575265, 436551927, 446857253, 449366356, 451697902, 451732763, 458116949, 458573192, 462540356, 467437511, 467582987, 467606052, ve
495317580 olan görüşmeler, Annem Başak ÖZTÜRK ile değişik
tarihlerde yapılmış ve başta TİB ID numaraları 431255309,
441956761, 447119542, 447123702, 447144741,
447151317, 447189528, 447713901, 448477081 olan onlarca görüşme,
yasalara açıkça
aykırı olarak dinlenmiş ve kayıt altına alınmıştır.) ve
avukat-müvekkil ilişkisi kapsamında yapılan
görüşmeler yasaya aykırı olarak dinlenmiş ve kayıt altına
alınmıştır. Buna ilişkin olarak
aynı dosyanın
29.klasörünün 267.sayfasında, Savcılık tarafından tutanak
düzenlenerek 30 tane telefon görüşmem yasal olmayan şekilde
dinlenip, kayıt altına alınıp, tape edildiği için dosyadan
çıkartılmış ve tarafıma tutanakla teslim edilmiş,
ancak buna rağmen, CMK.nun 160
ve TCK.nun 279 ncu
maddelerinin hilafına, polislerle ilgili C. Savcıları ve mahkeme
hakimleri tarafından hiçbir yasal işlem yapılmamıştır.
14
Telefonlarımın
dinlendiği ve kayıt altına alındığı 4 Mart 2009 ile 3
Haziran 2009 tarihleri arasında üç
aylık sürede dinlenen ve dijital olarak TİB ID NO: 430701420 ile
497941680 olarak kaydedilen iletişim tespit sayısı, yaklaşık
67.240.260 adettir . Bir ülkede, 3 aylık süre içinde 67 milyon
telefon görüşmesinin dinlenip kayıt altına alınması normal bir
durum değildir . Kaldı
ki, bu telefon görüşmelerinin çoğu yasaya aykırı olarak
dinlenmiş ve kaydedilmiştir. Bu kadar yasa dışı telefon
dinlemesi ve kaydı yapılmasından şüpheli Binali Yıldırım’ın
da cezai bakımdan
sorumlu olduğu çok açıktır.
o - Polisin
içindeki teşekkül ettiği anlaşılan, suç örgütünün
faaliyetlerinin alt yapısı, eski Emniyet İstihbarat Daire
Başkanı SABRİ UZUN tarafından 20/09/2010 tarihinde Mülkiye Baş
Müfettişleri FERDA İLERİ, MUSTAFA UÇKUYU ile Polis Baş
Müfettişi NECAT ÖZDEMİROĞLU tarafından alınan ifadesinde
çok detaylı olarak izah edilmiştir. Keza, bugünki TBMM Başkanı
Cemil Çiçek
tarafından da, 2007 yılında bir gazetede
yayınlanan röportajında yargı ve emniyet içinde Fetullah Gülen
cemaatinin yapılanmasına ve faaliyetlerine dikkat çekilmiştir.
5- Dolayısıyla
tüm bu atılı eylemlerde, yürütme organına bağlı olan
polislerin kasıt altında hareket
ettiklerinde en ufak bir şüphe bulunmamaktadır. Polislerin
soruşturma adı altında işledikleri
ve belli bir plan dahilinde icra edildiği anlaşılan, keza ağır
cezalık nevaddan olan eylemlerini,
C. Savcılarının bilgisi dışında işlemelerinin olanaksız
olduğu düşüncesinde olduğumuzdan
soruşturmaları yürüten savcılar hakkında suç duyurusunda
bulunmak zorunda kaldık.
Sorulması gereken bir soruda şudur ki, ortada gerçek bir terör
örgütü var ise, polis neden bu
kadar çok sahte belge hazırlamaktadır. Bunun cevabı
elbette, ortada bir terör örgütü olmadığından
dolayıdır.
Soruşturmaya,
Avukat Mustafa Levent Göktaş’ın müdafisi olarak
girdiğimiz aşamada, ilk verdiğimiz dilekçelerden biri
de, “soruşturma bu şekilde hukuka aykırı yöntemlerle yürütülürse,
bu durum ileride yargının saygınlığının zedelenmesine
yol açacaktır .” Şeklinde
bir dilekçe idi. Yaklaşık üç yıl önce söylediğimiz
şeyler “Dink Davası kararı” ile doğrulanmış,
katiller ve katillerin arkasındaki güçte belli iken, verilen bu
karar ile artık “yargı tartışılır” hale gelmiştir. Bunu
yapmaya kimsenin hakkı bulunmadığını düşünüyoruz.
6- Oynanan
oyunun ne kadar sinsi ve aşağılık bir oyun olduğunu göstermek
için örnek vermek gerekirse; benim ofisime silahım olmadığı
halde mermiler ve sahte planlar Fetullahçı olduğunu öğrendiğimiz
polisler tarafından yerleştirilmiştir. “AKP
ve GÜLEN’i BİTİRME PLANI” diye kamuoyuna
açıklanan bu sahte plana “Fetullahçıların evlerinde silah ve
mermi bulunması sağlanacak,
bu şekilde cemaat FSTÖ olarak tanımlanacaktır” diye
yazılmıştır. Akabinde “Muhammedi ruhu canlandırmaya
çalıştıklarını açıklayan” Fetullah Gülen, 14 Haziran 2009'da ABD'deki ikametgahlarından
15
TV. lara çıkarak “bunu
bize nasıl yaparlar bizim çocuklarımızda
toplu iğne bile yoktur” diye ağlamıştır. Muhammedi ruhun
canlandırılmasına Müslümanım
diyen hiç kimsenin itirazı olamaz. Bu ülkede laikliğin yanlış
uygulandığı herkesin malumudur.
Ama bu eylemlere bakıldığında, yapılan işlerin Muhammedi ruhu
değil, şeytanın ruhunu canlandırmak ve fitne yaratmak
olduğu çok açıktır. İşte acı olan budur. Hangi siyasi
görüşten
ve inançtan olursa olsun, temiz akıllı ve samimi inanç sahibi
olan insanların, buradaki oyunu
anlamaması ve bu yapılanları tasvip etmesi mümkün değildir. O
yüzden de yargılama herkesin
gözünden kaçırılarak icra edilmektedir. Yargılama esnasında
yapılan hukuksuzluklar ve yargı mensupları tarafından işlenen
suçlar ortaya çıkacağı için dosya, Anayasanın 148 nci maddesinin ve Yargıtay Kanunun hilafına, görevli ve yetkili
Yargıtay 11 nci Ceza Dairesine ve Anayasa
Mahkemesine gönderilmemektedir.(İlker Başbuğ ve İlhan Cihaner
dosyası ile irtibat Yönünden) Gerçek budur. Bugün
yapılanlar, 20 nci yüzyılda NAZİ Almanya'sında yapılanların
değişik
bir versiyonudur. Menşei ABD olan, ülkeyi ve toplumu önce fikren,
sonra da fiilen bölerek terör
ortamı yaratmaya hizmet eden kötü bir oyundur. O yüzden ben, bu
işe alet olanlar dahil herkesi
samimiyetle ve iyi niyetle “Bu işin arkasındakilerin sonu naziler
gibi olacak, Yapılan işin
Müslümanlıkla ve insanlıkla ilgisi yok. Bu işlere alet
olmayın” diye uyarmaya çalışıyorum
7- Yukarıda da
izah edildiği üzere, açıkladığımız nedenlerle, şüpheliler
arasında bakanların, HSYK
üyelerinin ve halen Yargıtay üyesi olan iki hakimin de bulunması,
birlikte ve birbiri ile irtibatlı
olarak suç işledikleri yönünde aleyhlerinde kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğunu gösteren
olguların mevcudiyeti nedeni ile, tüm şahıslar
hakkında yetkili olduğunu düşündüğümüz
Yargıtay CBS.lığına 16.4.2012 tarihinde, 2012/35052 numarasına
kayıtlı olarak suç duyurusunda bulundum. Ancak Yargıtay
CBS.lığı tarafından 4.5.2012 ve Muh.No 2012/35 sayılı,
“şikayet edilenlerden hiç birisinin 4483 sayılı kanunun 12 nci
maddesinde geçen kişilerden
olmaması nedeni ile, şikayetinize ilişkin herhangi bir işlem
yapılamamıştır.” Şeklinde
bana cevap verilmiştir. Bu cevabi yazıdan suç duyurusunun hiç
işleme konulmadığı anlaşılmaktadır.
Oysa ki CMK.nun “(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir
suretle bir suçun
işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu
davasını açmaya yer olup
olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya
başlar.” Şeklindeki 160/1
nci maddesi çok açıktır ve bu madde Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığında görevli Cumhuriyet
Savcılarını da bağlamaktadır. Yargıtay CBS.lığının,
işlendiği iddia edilen ağır cezalık nevaddan suçlarla
ilgili somut olgular sunulmasına delilleri açıklanmasına karşın
hiçbir işlem
yapmaması, suç duyurusunu kendisi yetkili değilse bile, CMK.nun
160/1 nci maddesi gereği yetkili makamlara göndermemesi
hatalı olmaktan öte, bizatihi Yargıtay Cumhuriyet
16
Başsavcısının
ve diğer ilgililerin TCK.nun 279 ncu maddesi bağlamında cezai
sorumluluğunu gerektiren bir durumdur.
8- Bu
açıklamalardan sonra, Mevcut suç duyurusunun hukuki bakımından
değerlendirilmesinin tam
olarak yapılabilmesi için öncelikle “Ergenekon Projesi” nin
veya davasının ne olduğu, geldiği
aşama ile benim yargılandığım ve kamuoyunda ıslak imza olarak
bilinen davanın çok kısa
özetlenmesi gerekmektedir. Zira bir operasyonun içinde ABD.liler
var ise, ABD.nin niyet ve maksadının
ortaya çıkartılması zorunludur. Şöyle ki;
A- Ergenekon
Davası (Projesi)
Soğuk savaşın
sona ermesini müteakip, 1991 yılında ABD petrol kaynaklarını
ele geçirmek maksadıyla
Irak’ı işgal etmiş, ancak o dönemde yapılan bir hata nedeni
ile bu amacına tam
olarak ulaşamamıştır. Aynı dönemde
PKK terörü ile mücadele eden Türkiye, Provide
Comfort/Çekiç
Güç harekatı çerçevesinde görev yapan ABD.lilerin, PKK terör
örgütüne fiilen destek
sağladıklarına dair somut bulgular elde etmiştir. O dönemden
itibaren PKK.nın kontrolü fiilen ABD.nin eline geçmiş, ABD bu
örgütü, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması amacını
sağlamak
için piyon olarak kullanmıştır. Halen de PKK ve siyasi
uzantıları ABD.nin kontrolündedir.
ABD.nin amacı daha sonrada ifade edeceğimiz gibi, Kuzey Irak ve
çevresindeki Kürt bölgelerini birleştirerek bir Kürt
devleti kurmak sureti ile, bölgedeki petrol ve maden
yatakları ile temiz su kaynaklarını ele geçirip, İsrail’in
askeri güvenliğini sağlamaktır. Bu planın önündeki
en büyük engel, Ortadoğu’da müstakil hareket edebilecek
kabiliyette tek güç olan Türk Ordusudur.
Nitekim TSK, 1995 de yaptığı “Çelik Harekatı” ile, o
dönemde ABD ve israil tarafından kurulmasına karar
verilmiş olan “Kukla Kürt Devleti Projesi”ni
engellemiştir. ABD.liler bu
harekatı ikinci Vietnam yenilgisi olarak görmektedirler. Keza,
Türk Ordusunda görevli
bazı subay ve generallerin geleceğe yönelik güvenlik projeleri
bağlamında da Çin ve Rusya
ile ittifak aranması yönündeki görüşleri ABD.yi tüm dünyada
zayıflatacak olması nedeni ile bu görüşe sahip olan
Atatürkçü subaylar ile anti emperyalist ve Kemalist
yapılanmalar, ABD.tarafından düşman olarak görülmeye
başlanmıştır. Nitekim 2000 yılında TBMM.de RP . Milletvekili
sayın Mehmet Bekaroğlu’ nu ziyaret eden CIA görevlisi John
Kunstadter adlı kişi, “Kemalizm
ABD.nin önündeki en büyük engellerden biridir” diye
açıkça ifade etmiştir. Dolayısı
ile, Kemalizm’ in İslam dininin düşmanı olmamasına,
Atatürkçülerin çoğunun samimi inanç sahibi insanlar
olmalarına rağmen, antiemperyalizmin en büyük dayanağı olan
Kemalizm
ve Atatürkçü yapılanmalar, ABD ve işbirlikçisi
bazı cemaatler tarafından açıkça hedef alınmıştır. O
tarihten bu yana ABD.liler, Türk Ordusunu çökertecek, diz
çöktürecek, müstakil hareket etme
yeteneğini yok edecek
planlar peşinde olmuşlardır. İşte sahte belgeler ile sanal
olarak üretilen
17
Ergenekon Örgütü
Projesinin temel nedeni budur. Gelinen aşamada, yayınlanan
WikiLeaks belgelerinden
anlaşıldığı kadarı ile, siyasi iradenin ve Ordunun Uluslararası
bir tehdit ile karşı karşıya
olması nedeni ile bu operasyonu durduramadıkları anlaşılmaktadır.
Ancak bu doğru bir yöntem
değildir. Zira, son günlerde bazı illerimizde Alevi kökenli
vatandaşlarımızın evlerinin işaretlenmesi,
bazı siyasi cinayetler, toplumda sun’i kutuplaşmalar yaratılması,
Uludere Olayı ABD.lilerin
asıl amacının aynı 12 Eylülden önce olduğu gibi ülkemiz
içinde asimetrik bir iç karışıklık
çıkartmak olduğunu göstermektedir.
Diğer yandan,
bugün ülkemizde yapılanlar asla değişim olarak açıklanamaz.
Zira, 2000 li yılların başına
gelindiğinde, ülkede yaşayan her siyasi görüşten, her etnik
kökenden ve mezhepten insan,
ülkeyi yönetenlerden bıkmış, umudunu kesmiş ve rejimi tartışır
hale gelmişti. Keza 2000 li yılların
başına gelindiğinde, ülkede Atatürk’ün kurduğu rejimden eser
kalmadığını söylemek abartı
olmayacaktır. Türk Milleti, genel eğilim itibarı ile, her zaman
olumlu yöndeki değişimleri desteklemiş ve bu değişimlerin
manevi değerlerin korunarak yapılmasını savunmuştur. Dolayısı
ile,
bugün “hukuki süreç” maskesi altında yapılanların ve
işlenen suçların “eski devletin tasfiyesi”
“statükoyu savunanların tasfiyesi” diye örtülmesi mümkün
değildir. Dini değerler, hiçbir
siyasi partinin ve cemaat yapılanmasının tasarrufunda
olmadığı gibi, bizatihi Türk Milletinin
dindar olması, manevi değerlerini koruması gerektiğini ifade
eden Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Gerçek bir Atatürkçü’ de, kimsenin inancına karışmamakla,
inancını siyaset ve gösteriş malzemesi yapmamakla birlikte,
bireysel olarak samimi inanç sahibi bir insandır.
Bu
açıklamalardan sonra ifade etmek gerekirse, Ergenekon belgeleri,
ilk defa 2000 yılında, Amerikalılara
özel hizmetlerde bulunduğunun ortaya çıkmasını müteakip
çalıştığı Yeni Şafak gazetesi tarafından işinden çıkartılan
Fehmi KORU adlı kişi tarafından yayınlanmıştır.
Bu belgeler daha
sonra Mart 2001 de başka bir suçtan gözaltına alınan Tuncay
Güney ‘ den elde edilmiştir. Bahse konu belgelerin kaynağının
ise Amerikalılar olduğu daha sonra deşifre olmuştur.
Zira, 2000
yılında ABD Ankara Büyükelçiliğin de siyasi müsteşar
olarak görev yapmakta olan
ve CIA görevlisi olduğu iddia edilen JOHN KUNSTADTER adlı
kişinin FETULLAH
GÜLEN adlı şahsın daha önce özel sekreterliğini yapmış olan
TUNCAY GUNEY’i, Temmuz
2000' de Amerika Birleşik Devletlerine gönderdiği, bu
kişinin 9 gün Amerika da kaldıktan sonra Türkiye 'ye
döndüğü,
devam eden süreçte ise, bahse konu Ergenekon belgelerini
Mart 2001
de başka bir suçtan gözaltına alınmasını müteakip
polise verdiği ve
kendisine
sorulmamasına rağmen, sanki bu hikayeleri anlatması
için özel olarak görevlendirilmiş
ve kurgulanmış gibi Ergenekon Örgütü masalını anlattığı
gelinen aşamada açıklığa
kavuşmuştur. ABD.lilerin angaje ederek kullandığı Tuncay Güney
ile arkadaşlarında ele geçen Ergenekon belgelerinin sahte
olduğu o tarihte anlaşıldığı için, bu belgelerle ilgili
olarak,
18
MİT müsteşarı
Şenkal Atasagun, dönemin özel yetkili Başsavcısı sayın Aykut
Cengiz ENGİN ve Emn. İsth. D. Başkanı Sabri Uzun tarafından
herhangi bir işlem yapılmamıştır.
Suça konu
Ergenekon belgelerinin
sahte olduğu bugün dahi'sadece
şu noktadan anlaşılabilir. Belgelerin açılmayan bölümlerinde
örgütün basın kanadı yöneticisi olarak Zaman Gazetesi
yazarı
HÜSEYİN GÜLERCE adlı kişi görünmektedir. Sırf bu bilgi dahi
belgelerin sahte olarak üretildiğini,
özel bazı amaçlara matuf olarak yargı makamlarına
iletilmeye çalışıldığını göstermektedir.
Dönemin İstihbarat Daire Başkanı SABRİ UZUN 20/Eylül/2010·
tarihinde Emniyet Genel
Müdürlüğü müfettişlerine vermiş olduğu ifadede bu sahte
belgelerin 2001 ve 2006
yıllarında iki defa kendisine getirildiğini, ancak belgelerin ve
diğer bazı bilgilerin sahte olduğunun
çok açık olması nedeniyle kendisinin herhangi bir
işlem yapmadığını, şu anda operasyonu yapanların o
dönemde kendi iradesini iğfal edemedikleri için 2001 ve 2006
yıllarında bu
'operasyonu
başlatamadıklarını
anlatmıştır.
Bu operasyonun
hazırlık safhasında 2006 yılında bazı Emniyet görevlilerine,
Amerika Birleşik
Devletlerinde
“delil
üretme ve suçlu yaratma” veya benzeri adla bir kurs verildiği,
keza 2007 yılında
KOM Daire Başkanlığında 40 adet polisin özel olarak
çilingir eğitimi gördüğü, aynı şekilde, Ergenekon
soruşturma ve kovuşturmalarına katılacak olan hakim ve
savcılara da,
Amerikalı savcı “Susanne Hayden” tarafından
soruşturmalar başlamadan önce eğitim verildiği, Mehmet
Eymür’ün MİT’den emekli olduktan sonra CIA ‘de
(Virginia ‘da ki merkezinde)
öğretmenlik
yapmakta iken, Ergenekon operasyonundan hemen önce apar topar
Türkiye’ye geldiği
ve Ergenekon soruşturmaları kapsamında yapılan gözaltı ve
tutuklama işlemlerinden
önce ve sonra Ergenekon projesini
uygulamak için Şubat 2007 de İstanbul emniyet müdürlüğünde
özel olarak görevlendirilen Ali Fuat Yılmazer ve Mutlu
Ekizoğlu ile Princess otelde görüşmeler yaptığı bugün
açıklığa kavuşmuştur.
Müdafi olduğum
süreçte, SABRİ UZUN' la yaptığımız görüşmelerde
kendisi bana "2006 yılında bu
belgeleri geri çevirmesini müteakip, kendisine bu belgeleri getiren
emniyet istihbarat daire
başkan yardımcısı RECEP GÜVEN' in
İstanbul Emniyetinde görevli TEM ve İstihbarat Şube Müdürleri
ile görüştüğünü, kendisinin bu görevliyi o tarihte takip
ettirdiğini, Recep Güven’in bu
görevlilere kendilerinin
bir projesi olduğunu, projeyi sadece belirli emniyet
mensuplarının
bildiğini, dolayısıyla bu kişilerin
İstanbul Emniyetinde projeyi uygulamak üzere kendilerinin
yerine
atanacaklarını, projenin gerçekleştirilebilmesi için kendi
görevlendireceği emniyet mensuplarının
atanmasının zorunlu olduğunu, bu yer değişikliği
nedeniyle husumet gütmemelerini istediğini belirlediğini
anlatmıştır. Müteakiben, Sabri Uzun’un görevden
alınmasından
sonra, Ümraniye’de el bombaları bulunmadan önce, “Ergenekon
Projesi” ni uygulamak için, Ali Fuat Yılmazer ve Mutlu
Ekizoğlu İstanbul Emn. Md. lüğüne atanmışlardır.
19
Bugün gelinen
aşamada, ortaya çıkan belge ve bilgilere göre suikast hücreleri
lideri olduğu iddia edilen
ve DEMANS (iradi hareket edememek) hastası olduğu belirlenen
İBRAHIM ŞAHİN’ in , bazı
MİT görevlileri tarafından iradesinin iğfal edildiği ve bu MİT
görevlileri nce angaje edilen kişilerce bir kurgu yapıldığı
açıklığa kavuşmuş, MİT görevlilerinin kimlikleri ve resimleri
dava esnasında
tespit edilmiştir. Keza Cumhuriyet gazetesinin bombalanması
olayına karışan bir sanık
bu işin polis tarafından kendisine yaptırıldığını,
anneannesinin hesabına bu nedenle para yatırıldığını
somut isimlerle açıkça mahkemede deklare etmiştir.
Danıştay
davasının bu dosyalarla
birleştirilmesinin en önemli kanıtlarından biri olan CD'nin
MEHMET EYMÜR' e
ait
olduğunun
ortaya çıkmasından sonra, bu CD Beşiktaş Adliyesinde Adli
Emanette kaybolmuş, keza sanıklardan Mustafa Levent Göktaş’ın
tutuklanmasının tek gerekçesi olan ve aleyhindeki tek
delil olan 51 nolu DVD, bu DVD.yi ofise koyan polisin resminin
Ankara’daki C. Savcısına (2009/8745 S.N.lı dosya)
verilmesini müteakip adli emanette kırılmıştır. Tüm bu olgular
ortada hukuki bir sürecin bulunmadığını,
belirli
siyasi ve dini görüşe sahip kişilerin
Amerikalılar tarafından angaje edilmiş bazı emniyet ve
MİT görevlilerinden oluşan bir suç örgütü tarafından
hedef olarak seçildiğini, hedef seçilen kişilerin ofislerine,
evlerine,
arabalarına delil bırakılmak veya el konulan
CD,
DVD,
FLAŞ
DİSK gibi dijital veri depolama
aygıtlarının kopyalarının
usul yasasına aykırı olarak şüphelilere ve müdafilerine verilmeyip, içeriğinde geriye dönük tarihli suç teşkil
edecek veri ve delil yaratılması, savcıların kendiliklerinden
iddia etmeye ve bağlantı kurmaya utanacakları hususlarda da,
organize bir ihbar
maili şebekesinin devreye sokulması sonucu hedef seçilen kişilerin
tutuklattırılarak, yasal
olmayan bir şekilde uzun süre
hürriyetlerinden yoksun bırakıldıklarını göstermektedir.
Bu süreçte,
yine cemaate bağlı bazı yayın organları tarafından yasak olan
“25 nci kare” tekniği kullanılmak
sureti ile, olmayan bir örgüte ilişkin olarak varmış gibi algı
yaratmak ve halkın bilinçaltına
bu olguyu yerleştirmek maksadıyla yayınlar yapıldığının
anlaşılması üzerine ilgili yayın
kuruluşu (Samanyolu TV) hakkında suç duyurusunda
bulunulmuştur. Şüpheli olarak
gösterilen bazı gazeteci ve
gazeteler tarafından bilinçli bir şekilde sahte örgütü
gerçekmiş gibi göstermeye ve toplumsal bir algı yaratmaya
yönelik yayınlar yapılmış ve kitaplar yazılmıştır.
Organize bir
şekilde yapılan bu eylemlerin, TCK.'nun 77 ve,
78. Maddeleri bağlamında “İnsanlığa
karşı suç islemek” fiilini oluşturduğu kuşkusuzdur.
İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda
zaman aşımı olmadığı ve Uluslararası anlaşmalar bağlamında
da bu suçların af kanunlarının
kapsamı dışında olduğunu, insanlıkla ve Müslümanlıkla
zerrece ilgisi bulunmayan, küresel
bir çetenin emrinde olduğu anlaşılan bu suç örgütüne
kasten veya ihmal suretiyle yardım eden herkesin bilmesinde yarar
bulunmaktadır.
20
B- Kamuoyunda
“İrtica İle Mücadele Eylem Planı” Olarak Bilinen Dava
İrtica İle
Mücadele Eylem Planı adlı sahte belgenin oluşturularak, Ankara
dışında olduğum bir tarihte, 3.6.2009 gecesi, Ankara Tem Şube
görevlilerince benim avukatlık ofisime konulmasının bir
tek nedeni bulunmaktadır; Oda benim Ergenekon soruşturmasına
yardımcı olan emniyet içindeki
suç örgütünün “askeri casusluk” yaptığına dair bazı
somut bulgulara ulaşarak, elde ettiğim
bulgular ve kanıtlar doğrultusunda yasal gereğini yapmaya tevessül
etmemdir.
Emniyet içindeki
suç örgütü benim telefonlarımı ve maillerimi takip ettikleri
için askeri casusluk eyleminden ötürü bazı görevliler
hakkında suç duyurusu hazırladığımı biliyorlardı. Bu
belgenin,
4.6.2009
tarihinde benim ofisimde bulunmasını müteakip, 12 Haziran
2009
günü, bu operasyonun
basın ayağı olan ve sırf bu operasyon için, Alkım yayınevine
3.6 trilyon teşvik verilerek
kurdurulan “Taraf” gazetesinde yayınlanmasını müteakip, 26
Haziran 2009 da, diğer parti
gruplarından gizlenerek gece yarısı verilen kaçak bir teklifle,
sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasının önüne geçilmiş,
bu da kamuoyuna sivilleşme diye açıklanmıştır. Oysa ki gerçek
bambaşkadır.
Bu belge ile askeri casusluk eylemi içindeki asker, polis, savcı,
basın mensubu maskesi
kullanan ajanlar ve siyasetçilerden oluşan bir suç örgütü,
askeri savcılığın “askeri casusluk eylemi yönünden”
yapacağı bir soruşturmadan kurtarılmışlardır.
Belge ile ilgili
ciddi bir soruşturma yürüten Ankara Cumhuriyet Savcısı sayın
Abbas Özden’in, 3.6.2009 gecesi
Ankara Tem Şube de görevli bazı polislerce avukatlık ofisime
girilerek bu sahte planın
ve diğer belgelerin bırakılması eyleminde, polisin içindeki
şebekenin, kullandığı adam olan
Kemal Gergin’ i doğru olarak tespit etmesi ve onunla ilgili Ekim
2009 ayı başında detaylı araştırmalara
girişmesi sonucu, birden bire 15 Ekim 2009 da ıslak imzalı belge
ortaya çıkmış ve soruşturma
C. Savcısı sayın Abbas Özden’den alınmıştır.
Islak imzalı
sahte belge, böyle bir usul ve uygulama olmamasına karşın,
altına başbakan tarafından
Mercedes verilen ve özel yetkileri alındığında “ne yaptıysam
devlet için yaptım” diyerek
bir nevi tevilli ikrar yolu ile soruşturmalar esnasında suç
işlendiğini kabul eden C. Savcısı Zekeriya ÖZ
tarafından bizzat 16.10.2009 tarihinde ATK.na götürülmüş ve
19.10.2009 tarihinde
de bu sahte belgeye rapor alınmıştır. Raporda imzası bulunan
Hacı Mehmet Akın , belgenin
ATK .na savcı ÖZ tarafından getirildiği tarihte, yani
16.10.2009 da belge inceleme şubesinde görevlendirilmiştir.
Bu kişi aynı zamanda, Behçet Oktay Cinayetinin, intihar olarak
kapatılmasına neden olan Adli Tıp Raporunun altında imzası
olan doktordur. Hüseyin Bülent Üner, ATK. Fizik İhtisas
Dairesi başkanı olmasına rağmen, belge ve imza inceleme uzmanı
değildir.
(Balistik uzmanıdır) Belgede imzası bulunan diğer uzman ise, eşi
doğum yaptığı için o tarihte izinde olmasına rağmen
izinden çağrılan Lokman Başer’ dir. Oysa ki o tarihte, dairede
8 -
21
15 yıllık
tecrübeye sahip dört adet uzman görevinin başındadır. Islak
imzalı belgeye verilen ve ”imza
Dursun çiçek eli ürünüdür” şeklinde olan 19.10.2009 tarihli
ilk rapor (bu tarih aynı zamanda
PKK.lıların Habur’dan giriş yaptığı tarihtir. Bu raporla
kopartılan yaygara ile Habur olayı
ört bas edilmeye çalışılmıştır.) adı geçen üç uzman
tarafından imzalanmıştır. Bahse konu rapor bilimsel bir rapor
değildir. ATK.nun aynı tip imzalarda daha önce verdiği binlerce
raporla da çelişmektedir. Çünkü Dursun Çiçek’in imzası
“BASİT TERSİMLİ” imzadır. ATK. daha önceki bütün
raporlarında, (yaklaşık tüm ATK kararlarının %20 si) basit
tersimli imzalar için “TESPİT YOK” şeklinde karar vermiştir.
Basit tersimli imzanın anlamı şudur: o kişinin imza attığını
bizzat görmedikten
sonra, “imza bu kişinin eli ürünüdür” diyemezsiniz. Çünkü
basit tersimli imza herkes
tarafından kolayca taklit edilebilen imza demektir. İşte ıslak
imzalı belgeye ilk rapor bu şekilde alınmıştır. Heyet
ayarlanmış, yeterli sayıda uzman var iken, izinden personel
çağrılmış, uzman olmayan kişilere imza attırılmıştır.
Bu nedenle, C. Savcısı Zekeriya ÖZ hakkında HSYK.na suç
duyurusunda bulunulmuştur.
İkinci rapor
ise, usule aykırı olarak Fizik İhtisas Dairesi Kurulu tarafından
verilmiştir. Oysa ki, ATK
nun iç yönetmeliklerine göre, kurul incelemesi için iki ayrı
uzman heyetin vermiş olduğu iki
farklı rapor olması ve bu
raporlar arasında çelişki bulunması gerekmektedir. Ancak ıslak
imzalı olduğu iddia olunan belge sadece üç kişilik bir heyet
tarafından bir kez incelenmiştir. Dosyada, farklı
bir bilirkişi heyeti tarafından verilmiş ve çelişki
yaratan ikinci bir ATK. raporu bulunmamaktadır.
Öte yandan, ATK. Başkanı, kendisi ve raporu düzenleyen uzmanlar
hakkında yapılan
suç duyurusu nedeni ile Bakırköy CBS.lığınca 2009/113352
numarasına kayıtlı olarak yürütülen
soruşturma dosyasına göndermiş olduğu yazıda, belge
inceleme şubesinde görevlendirilen
kişilere , “belirli bir süre geçmeden (2 yıl) ve belirli sayıda
olgu (600 adet) incelemeden
imza yetkisi vermiyoruz” denilmesine rağmen, 19.10.2009 tarihli
ilk raporun hemen
akabinde, Kasım 2009 da bazı ATK görevlilerine bir haftalık
kurs verilerek, belge inceleme uzmanı sıfatı
kazandırıldığı, normalde imza yetkisi olmaması gereken bu
kişilerin kurula
katılarak, Şubat 2010 tarihinde düzenlenen kurul raporunun 7 evet
/4 muhalif şeklinde çıkmasının
sağlandığı anlaşılmaktadır. Devam eden süreçte de, Samanyolu
televizyonunun her gün
bas bas bağırarak “Jandarma Kriminale gönderecekler raporu
ayarlayacaklar” şeklinde yayınlarda
bulunması ve bu şekilde rapor verecek görevlilerin Ergenekon
soruşturmalarından tutuklanacaklarını ima eden haberler
yapması sonucu “Jandarma Kriminal görevlileri üzerinde
oluşturulan
korku psikozu” ile rapor alınmıştır. Ancak bu raporların hiç
birisi bilimsel niteliğe sahip
değildir ve tamamı ATK.nun daha önce benzer olgularda vermiş
olduğu “tespit yoktur” şeklindeki
binlerce karar ile çelişmektedir. “İşte Islak imzalı” davaya
ilişkin süreç bu şekildedir. Islak imzalı belge ile ilgili
İhbar zarflarındaki çelişkileri ve 2nci ihbar zarfının ısrarla
saklanması, ihbar mailindeki maddi olgularla ters düşen
hataların detaylarına girmeyeceğim.
22
Bu operasyonda,
kamuoyunda Adnan Hocacı olarak bilinen Ayşegül Hüma Babuna ve
Aylin Atmaca adlı kadınlar, emniyet içindeki suç örgütünün
hedef seçtiği avukatların evlerinde ve işyerlerinde
keşif yapmaları amacıyla görevlendirildikleri açıklığa
kavuşmuştur. Bizim bu hanımlardan
şüphelenmemizin nedeni de budur. Bahse konu kadınların ziyaret
ettiği avukatların hemen
hemen tamamına yakını, işyerlerine CD FLAŞ DİSK yada benzeri
dijital veri depolama aygıtı
bırakılmak sureti ile gözaltına alınmış veya tutuklanmıştır.
Bu son derece şüpheli bir durumdur. Şüphelilerden Ayşegül Hüma Babuna her ne kadar 16.5.2011
tarihinde İstanbul özel
yetkili C. savcısı Mustafa Çavuşoğlu’ na vermiş olduğu
2011/32 sayılı talimat ifadesinde, “Bestekar
Sokak üzerinde Avukat Şerdar ÖZTÜRK'
ün
tabelasını gördük, yanımda Aylin
ATMACA'
da
vardı,
bu
seferde herhangi bir avukattan da yardım
alalım düşüncesi
ile kendisini Aylin Hanım telefon
ile aradı,
Hasan
KUNDAKÇI PAŞA'
nın
yeğeni olduğunu telefonda
söyledi. Bunun üzerine Avukat
Serdar
ÖZTÜRK'
de
randevu
verdi.” Demiş ise de,
Şüphelinin bu savunması doğru değildir. Zira daha önce de ifade
ettiğim üzere ben, Ayşegül
Hüma Babuna tarafından ilk defa 18.5.2009 tarihinde saat 15.55 de
arandım. Ayşegül Hüma Babuna bu telefon görüşmesinde
kendisini “Ceyda Ertüzün” olarak tanıtmış ve bu
şekilde benden randevu alınmıştır. Bu telefon görüşmesi
ekteki CD.de ses dosyası olarak sunulmuştur. Bahse konu
telefon görüşmesinden 30 dakika sonrada Ayşegül Hüma Babuna ve
Aylin
Atmaca adlı şüpheliler avukatlık ofisime gelmişlerdir. Keza,
bu görüşme yapıldığında, şüphelilerin
ifadelerinin aksine, Bestekar sokaktaki avukatlık ofisimin
önünde değil, Kızılay civarındaki
İzmir -1 caddesinde oldukları anlaşılmaktadır. Bu cadde ile
benim avukatlık ofisim
arasında 1,5 kilometre mesafe vardır. Ayrıca apartmanın
dışında duvarda asılı olan avukatlık tabelamda, telefon
numarası bulunmamaktadır. Dolayısı ile şüpheliler tümü ile
yalan söylemektedirler.
Keza,
şüphelilerden Ayşegül Hüma Babuna her ne kadar 16.5.2011
tarihinde İstanbul özel yetkili
C. savcısı Mustafa Çavuşoğlu’ na vermiş olduğu ifadesinde
“Bundan bir kaç gün sonra
Avukat Serdar ÖZTÜRK' ün bürosundan Aylin Hanım' ı aramışlar.
Ancak biz bu sırada
televizyon ve gazetelerden Avukat Serdar ÖZTÜRK' ün
bürosunda irtica ile mücadele eylem planı tespit edildiğini
öğrendiğimiz için görüşmedik ” yönünde beyanda bulunmuş
ise de, şüphelinin bu savunmasının da doğru olması mümkün
değildir. Bu hanımlar kendilerinden şüphelenildiği için
benim göz altına alındığım gün, yani 5.6.2009 günü, müdafilerim
tarafından benim talebim üzerine telefonla aranmışlardır. Oysaki
İrtica İle Mücadele Eylem
Planının basında ilk defa yer alarak gündeme gelmesi, bu telefon
ile arama olayından yedi
gün sonra, yani 12.6.2009 tarihinde olmuştur. Bu kadınlar sürekli
kaçtıkları için de , 5.6.2009 tarihinden
sonra bir daha aranmamışlardır.
23
Şüphelilerden
Aylin Atmaca her ne kadar 11.5.2011 tarihinde İstanbul özel yetkili
C. savcısı Mustafa
Çavuşoğlu’ na vermiş olduğu 2011/32 sayılı talimat
ifadesinde “Yine
bir gün
Bestekar Sokak'
tan geçerken Avukat Serdar ÖZTÜRK' ün .ofisinin telefon
numarasını gördük.
Görmüşken bu kişiye de bir gidelim dedik Kendisine telefon ettik.
Kendisi kabul etti.
Randevu verdi. Ben de Ayşegül Hanım ile beraber Avukat
Serdar ÖZTÜRK'
ün bürosuna
gittim.” Şeklinde savunma yapmış ise de, bu şüphelinin
savunması da gerçek dışıdır.
Ekte sunmuş olduğumuz ses ve HTS kayıtlarından, şüphelilerin
beni cep telefonumdan aramaları anında, Bestekar sokakta değil,
Ankara- Kızılay bölgesindeki İzmir- 1nci caddesinde oldukları
açıkça görülmektedir. BU cadde ile benim avukatlık
ofisimin arasındaki mesafe yaklaşık bir buçuk (1500 m.)
kilometredir.
Aynı şekilde
avukatlık ofisinin kapıcısı olan Kemal Gergin de emniyet
içindeki suç örgütü tarafından
angaje edilerek kullanıldığı ve bu hizmetlerinin karşılığını
da maddi olarak aldığı anlaşılmaktadır.
Adı geçen şahıs, kapıcılık yaparak geçinen ve apartman
sakinlerinden borç alarak yaşamını sürdüren bir kişidir.
Baz istasyonu kayıtlarından, şüpheli Kemal Gergin’in, benim
Ankara dışına çıktığım 2.6.2009
günü saat 18.00 civarında Çankaya’daki Beykoz Restaurant’ ta
(Bu Restaurant kapıcılık yapan ve apartman sakinlerinden borç
alarak ay sonunu getirebilen
bir kişinin gidemeyeceği derecede lüks bir lokantadır)
avukatlık ofisime girilmesi organizasyonunda
yer alan kişilerle buluştuğu, bu esnada, diğer şüpheli Mahmut
Hazıroğlu ile görüşme yaptığı anlaşılmaktadır.
Diğer yandan, baz istasyonu ve HTS kayıtlarından bu
görüşme
sonrasında şüpheli Kemal Gergin’in eşi Tevhide Gergin’ i
ertesi gün yani 3.6.2009 günü
saat 14.30 da memleketi Çerkeş’e gönderdiği, bu şekilde,
3.6.2009 gecesi avukatlık ofisine
girilmesi operasyonuna tanıklık etmemesini sağladığı
görülmektedir. Tevhide Gergin hemen
ertesi gün, yani 4.6.2009 da avukatlık ofisimde polis tarafından
yapılan aramanın bittiği
saatlerde Ankara’ya dönmüştür.
Şüpheli Kemal Gergin, borç alarak yaşamasına karşın, bu operasyonda ki hizmetlerinden sonra, bir araba ve kira geliri
olan bir ev edinmiştir.(Bu ev kredi ile
alınmış ve eşi Tevhide Gergin’in üzerinde görünmektedir.
Kredili kooperatif evi olduğu için tapu kaydında
görünmemektedir)
C- “Ergenekon
Projesi” nin Uluslararası Boyutu Ve Tüm Mevcut Eylemlerin
TCK. Bağlamında
Değerlendirilmesi
Büyük
Ortadoğu Projesinin ne olduğunu bilmeden ve BOP içinde
Türkiye’nin durumu ve ülkemize
biçilen rolü bilmeden Ergenekon ve bağlantılı süreçleri
anlamak mümkün değildir.
Öncelikle şunun iyi bilinmesi
gerekmektedir ki, bu yapılan işlerin
24
ne Müslümanlıkla, ne insanlıkla, ne
ileri demokrasi ile, ne de devletin bağırsaklarının temizlenmesi
ile en ufak bir ilişkisi bulunmamaktadır.
Bu sözlerin tamamı, asıl yapılmak istenenleri halkın ve herhangi
bir partinin militanı
olmamış sadece adalet duygusu ile hareket eden samimi inanç sahibi
hakimlerin ve savcıların
yani bağımsız yargının gözünden kaçırmak için kullanılan
maskeleme faaliyetinin bir parçasıdır. Gerçeklerle de en ufak bir
ilişkisi bulunmamaktadır.
BOP projesi
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, Türkiye dahil, 24 Müslüman
ülkenin sınırlarının değiştirilmesi
ve Türkiye’de Halifelik makamının olduğu ılımlı İslam
devleti kurularak, bu yeni kurulan devlet üzerinden tüm İslam
coğrafyasının batılı ülkelerce kontrolünün sağlanmasını
öngören akılsızca bir plandır.
Ben bir din
alimi filan değilim. Son derece sıradan bir Müslümanım.
Türklüğüm ve inancımla her zaman
gurur duydum. Ancak, bugün yaşanan olayların tüm boyutları ile
değerlendirilmesinin yapılabilmesi için aşağıda
anlatacaklarımın bilinmesi gerekmektedir. Bunlar bilinmeden, olayı
tüm boyutları ile değerlendirmek ve anlayabilmek mümkün
değildir.
Bahse konu BOP
adı altındaki ABD planı, daha önce de ifade ettiğimiz gibi saçma
bir plandır. Zira,
planda Türkiye’de ılımlı bir İslam devleti kurulması yönünde
bazı kurgulamalar olmasına
karşın, kutsal kitabımızda, bir
devlet şekli öngörülmez. Bu bağlamda zorunlu olduğu için izah etmek
gerekirse, Kur’anı- Kerim’de Devlet ile ilgili üç hüküm
vardır. Bunlar da : “Adaletle
hükmedeceksin”, “işi
ehline vereceksin” ve “Danışmadan karar
vermeyeceksin” şeklindedir.
Bunun dışında kutsal kitabımızda devletle ilgili bir hüküm
bulunmaz. Peygamber efendimizin
açıkladığı şekli ile, Kur’an’ı Kerim’in asıl amacı,
kamil insanı yaratmaktır, devlet kurmak
veya devlet şekli belirlemek değildir. Dolayısı ile “ılımlı
İslam”, “soğuk İslam”, “sert İslam” veya
“yumuşak İslam” diye bir şey yoktur. Bir tek İslam dini
vardır. Ve O’nun bir tek kutsal kitabı ve
bir tek peygamberi bulunmaktadır. Keza, İslam coğrafyası, dört
halife devri dışında hiçbir zaman
tek bir halifeye biat etmemiştir. Emeviler devrinde
Bağdat’ta bir halife var iken, Endülüs’te
başka bir halife var idi. Aynı şekilde Halifelik Osmanlı ’ya
geçtiği dönemde Acem Müslümanları,
Afgan Müslümanları ve Afrika Müslümanları Osmanlı Halifesini
tanımadıklarını açıklamışlardır. Dolayısı ile, BOP planı
uygulanması tümü ile imkansız ve ABD.lilerin Ortadoğu haritasını
yeniden dizayn etmeyi amaçlayan hayal ürünü bir plandır.
Diğer taraftan
aynı plan Türkiye’nin doğu ve Güneydoğusunun ayrılarak büyük
bir Kürdistan devleti
kurulmasını öngörmektedir. Bu planın nedeni ABD.nin
kürt sevgisinden filan kaynaklanmamaktadır.
Tam aksine, 1975 Cezayir anlaşması ile tarihte Kürtlere en büyük
kazığı atan
ülke ABD.dir. Bu anlaşma sonucu binlerce Kürt Saddam’ın ordusu
tarafından öldürülmüş ve
yüz binlercesi de yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda
kalmışlardır. Dolayısı ile bu planın asıl amacı,
bölgedeki petrol ve maden yatakları ile temiz su kaynaklarını ele
geçirmektir.
25
Bu nedenle,
bugün “Ergenekon projesi” ne bilerek veya bilmeden destek
verenler, işte BOP adı
altında yapılan bu ihanete ortak
olmaktadırlar. Bütün bu projeyi yürüten ve ABD.lilerle müşterek
çalışan
çekirdek kadro 30 kişi civarındadır. Diğer emniyet MİT, yargı
ve TSK.de kullandıkları kişilerle
birlikte, gizli tanık olarak kullandıkları, çocuk
tecavüzcüleri, kadın satıcıları, katiller, itirafçılar
ve hakkında rüşvet ve haksız mal edinmekten soruşturma
açıldıktan sonra nadim
olmuş bir cumhuriyet savcısı
gibi yan elemanları da topladığınızda bu sayı 300 kişiyi
geçmemektedir.
Ancak hukukçu olmayan bu kişiler, işledikleri suçları garabet
bir biçimde “tarih
yazmak” olarak görmekte, buna rağmen, soruşturma ve kovuşturma
safhasında, adam öldürmek dahil NAZİ yöntemlerini kullanarak
işledikleri suçları, halktan gizlemeye ve örtbas etmeye çaba
sarf etmektedirler.
Şunu herkes iyi
bilmelidir ki, bu işi yapanlar bir suç örgütü, bir ihanet
şebekesi ve bir menfaat grubudur.
Herhangi bir şekilde insanlıkla veya Müslümanlıkla da zerrece
ilişkileri yoktur . Bu
proje esnasında bir çok suç işledikleri için (Behçet Oktay’ın
öldürülmesi dahil) tabi olarak korkmaktadırlar.
Bu nedenle, mevcut ihanet projesini yürütenlerle korkmadan,
bana neci
davranmadan, idare-i maslahatçı hareket etmeden
cesaretle mücadele etmek zorunludur. Bu mücadelede,
öncelikle gerçekten samimi inanç sahibi, her türlü maddi imkan
ve makam teklifine
kapalı, yüksek ahlaki cesarete sahip
hukukçular tarafından yapılabilecek bir mücadeledir.
Hukuki bakımdan
ise; yukarıda da izah olunduğu üzere , belirli bir plan dâhilinde,
belirli siyasi ve
dini görüşe sahip kişilerin aleyhlerinde sahte deliller
üretilip, kamuoyunda makbul görülmeyen
ve adları çetelerle özdeşleştirilmiş bazı kişilerle ve
gruplarla bir araya getirilerek
örgüt görüntüsü yaratılmaya
çalışıldığı, bu şekilde asıl hedef seçilen ve masum olan
kişilerin uzun
süre hürriyetlerinden yoksun bırakıldığı anlaşılmakla, bu
yapılan eylemlerin, TCK.'nun 77 ve,
78.
Maddeleri bağlamında “İnsanlığa karşı suç
islemek” fiilini oluşturduğu
anlaşılmaktadır.
Yine yukarıda da izah olunduğu üzere, İnsanlığa karşı
işlenmiş suçlarda zaman
aşımı olmadığını ve Uluslararası anlaşmalar bağlamında da
bu suçların af kanunlarının kapsamı dışında olduğunu,
insanlıkla ve Müslümanlıkla zerrece ilgisi bulunmayan bu
suç örgütüne
kasten veya görevini ihmal sureti ile yardım eden herkesin bir gün
“hukuki süreç” maskesi
altında işlenen suçların hesabının sorulacağını bilmesinde
yarar bulunmaktadır. Ki Nazi dönemi dahil, tarihte de hep böyle
olmuştur.
Uluslar arası
boyutu bakımından da, bu operasyonları emniyet ve MİT içindeki
uzantılarını kullanarak
yaptırtan yabancı güçlerin amacı, Ülkenin bölünmesinin
önündeki en büyük güç
olan Türk Ordusunu eski hataları üzerinden vurup zayıflatarak,
ülkenin Doğu ve Güneydoğusunun
ayrılmasını sağlamaktır . Bunun nedeni de, yukarıda da ifade
ettiğimiz gibi,
26
Kürtlere
sempati ve sevgi beslenmesinden değil, Doğu ve Güneydoğuda ki
temiz su kaynakları ile
petrol ve maden yataklarını elde etmektir. İşte bugün
Ergenekon ve Balyoz adı altında yaratılan
kaosun ve Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırının esas nedeni
budur.
Sonuç olarak;
Gelinen aşamada, daha öncede izah ettiğimiz üzere, Ergenekon
belgelerinin CIA görevlisi
John Kunstadter adlı şahsın imalatı olduğu, bu sahte
belgelerin adı geçen CIA görevlisinin
eleman olarak kullandığı TUNCAY GÜNEY adlı Gülen cemaatine
mensup bir şahıs tarafından
emniyet ve yargı birimlerine ulaştırılmak sureti ile, Kuzey
Irak’ta bir kürt devleti kurulmasının
ve akabinde Türkiye’ nin parçalanmasını öngören planların
önündeki en büyük
engel olan Türk Ordusunu çökertmek
amacına matuf bir operasyonun başlatılmasının amaçlandığı,
“Ergenekon Davası” bağlamında ortada hukuki bir sürecin
bulunmadığı,
belirli
siyasi
ve dini görüşe sahip kişilerin Amerikalılar tarafından angaje
edilmiş bazı emniyet ve
yargı görevlileri ile basın mensuplarından oluşan bir suç
örgütü tarafından hedef olarak
seçildiğini, hedef seçilen kişilerin ofislerine, evlerine,
arabalarına delil bırakılmak veya el
konulan
CD,
DVD,
FLAŞ DİSK gibi dijital veri depolama aygıtlarının
kopyalarının
usul
yasasına aykırı olarak şüphelilere ve müdafilerine
verilmeyip, içeriğinde geriye dönük tarihli suç
teşkil
edecek veri ve delil yaratılması, savcıların
kendiliklerinden iddia etmeye ve bağlantı kurmaya
utanacakları hususlarda da, organize bir ihbar maili şebekesinin
devreye sokulması sonucu
hedef seçilen kişilerin tutuklattırılarak, yasal olmayan
bir şekilde uzun süre hürriyetlerinden
yoksun bırakıldıkları, bazı hakim ve savcılarında,
emniyet içindeki suç örgütünün
eylemlerine fiilen iştirak ettiğini gösteren güçlü olguların
bulunduğu, ancak bu hakim ve
savcılar hakkında 300 ü aşkın şikayet bulunmasına rağmen,
Adalet Bakanı ve bazı HSYK
üyeleri tarafından korundukları
anlaşılmaktadır.
Yine daha
öncede ifade ettiğimiz üzere, organize bir şekilde yapılan
bu eylemlerin, TCK.'nun
94, 77 ve,
78.
Maddeleri bağlamında “İşkence” ve “İnsanlığa karşı
suç islemek” fiilini oluşturduğu kuşkusuzdur.
Bilindiği
üzere, 2709 sayılı 1982 Anayasasının 14 ncü maddesi;
“MADDE 14.-
(Değişik: 3.10.2001-4709/3 md.) Anayasada yer alan hak ve
hürriyetlerden hiçbiri,
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı
ve insan haklarına dayanan
demokratik ve lâik Cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
27
Anayasa
hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan
temel hak ve hürriyetlerin
yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde
sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün
kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere
aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak
müeyyideler, kanunla düzenlenir.”
20 nci
Maddesi; Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve
aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. (Mülga cümle:
3.10.2001-4709/5
md.)
(Değişik:
3.10.2001-4709/5 md.) Millî güvenlik, kamu düzeni, suç
işlenmesinin önlenmesi, genel
sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması
sebeplerinden biri veya birkaçına
bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça;
yine
bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri
bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası
aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı
yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına
sunulur.
Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde
açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden
kalkar.
(Ek fıkra:
7/5/2010-5982/2 md.) Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin
kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme,
bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep
etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını
öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda
öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla
işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve
usûller kanunla düzenlenir.
2797 sayılı
Yargıtay Kanunun 46ncı
Maddesi “Yargıtay
Birinci Başkanı, birinci
başkanvekilleri,
daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
ve Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcı vekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel
suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi
Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır
cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk
soruşturması genel hükümlere tabidir.
28
Birinci
Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve
şikayetleri inceleyerek soruşturma
açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk
soruşturma yapılması için ceza dairesi
başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın
işlemden kaldırılmasına karar verir.
Bu karar kesindir.
Soruşturma ile
görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra
evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir.
Soruşturmayı
yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz
olup Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular.
Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle
salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması
ile tekemmül eder.
Birinci
Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa
soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın
açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden
kaldırılmasına,
aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle
ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay
Ceza Genel Kuruluna tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden
kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir.
Sanık, Ceza
Genel Kurulunca verilen kararın tefhim veya tebliğ tarihinden
itibaren onbeş gün içinde
yeniden incelenmesini isteyebilir.
Haklarında
inceleme ve soruşturma yapılacakların, inceleme ve
soruşturma mercilerinin
tayininde son görev ve sıfatları esas alınır. Sıkıyönetim
Kanununda sözü edilen yetkili
izin mercii, Yargıtay Büyük Genel Kuruludur.”
2802 sayılı
Hakimler ve Savcılar Kanunun 86 ncı maddesi; Hakim ve savcıların
suçlarına iştirak
edenler aynı soruşturma ve kovuşturma mercilerine tabidirler.
4483 Sayılı
Memurlar Ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki
Kanunun 10 ncu
maddesi ; Bu kanun kapsamında ki suçların iştirak halinde
işlenmesi durumunda memur olmayan memur olanla, ast memur üst
memurla aynı mahkemede yargılanır.
5237 sayılı
TCK.nun;
94 ncü maddesi;
“(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel
veya ruhsal
yönden acı çekmesine, algılama veya irade
yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol
29
açacak
davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç
yıldan oniki yıla kadar hapis
cezasına hükmolunur. (2)
Suçun; b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı
görevi
dolayısıyla,
İşlenmesi halinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur. 5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde,
verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz.”
77nci maddesi;
“(1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefi, ırki veya dini
saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda
sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:c)
İşkence, eziyet veya köleleştirme. d) Kişi hürriyetinden yoksun
kılma.”
327 nci maddesi
“(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından, niteliği itibarıyla,
gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye üç yıldan
sekiz yıla kadar hapis cezası
verilir.”
328 nci maddesi;
(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından, niteliği itibarıyla,
gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askeri casusluk
maksadıyla temin eden kimseye
onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Fiil; a)
Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletin yararına
işlenmişse, b) Savaş sırasında işlenmiş veya Devletin
savaş hazırlıklarını
veya savaş etkinliğini veya askeri hareketlerini tehlikeye
sokmuşsa, Fail, ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
109 ncu maddesi
; 1-) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir
yerde
kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan
beş yıla kadar hapis cezası verilir .
(2) Kişi, fiili
işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile
kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur. (3) Bu suçun; a) Silahla, b) Birden
fazla kişi tarafından birlikte,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, d) Kamu
görevinin sağladığı nüfuz
kötüye kullanılmak suretiyle, e) Üstsoy, altsoy veya eşe karşı,
f) Çocuğa ya da beden veya
ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
İşlenmesi halinde, yukarıdaki
fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır. (4) Bu suçun
mağdurun ekonomik bakımdan
önemli bir kaybına neden olması halinde, ayrıca bin güne
kadar adli para cezasına
hükmolunur. (5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi halinde, yukarıdaki
fıkralara göre verilecek
cezalar yarı oranında artırılır. (6) Bu suçun işlenmesi
amacıyla veya sırasında kasten yaralama
suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi
durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler
uygulanır.
267 nci maddesi;
(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve
yayın yoluyla,
işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma
başlatılmasını ya da idari
bir yaptırım uygulanmasını
sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi,
bir
30
yıldan dört
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Fiilin maddi eser
ve delillerini uydurarak
iftirada bulunulması halinde, ceza yarı
oranında artırılır. (3) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı
hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar verilmiş mağdurun
aleyhine olarak bu fiil
nedeniyle gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma
tedbiri
uygulanmışsa, yukarıdaki fıkralara göre verilecek
ceza yarı oranında artırılır. (4) Yüklenen fiili
işlemediğinden
dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar verilmiş
olan mağdurun bu fiil nedeniyle gözaltına alınması veya
tutuklanması halinde; iftira eden,
ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin
hükümlere göre dolaylı fail olarak
sorumlu tutulur. (5)
Mağdurun ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet
hapis cezasına
mahkûmiyeti halinde, yirmi yıldan otuz
yıla kadar hapis cezasına; süreli hapis cezasına
mahkûmiyeti halinde, mahkûm olunan cezanın üçte ikisi kadar
hapis cezasına hükmolunur. (6)
Mağdurun mahkûm olduğu
hapis cezasının infazına başlanmış ise, beşinci fıkraya
göre
verilecek ceza yarısı kadar artırılır. (7) İftira
sonucunda mağdur hakkında hapis cezası dışında
adli veya
idari bir yaptırım uygulanmışsa; iftira eden kişi, üç yıldan
yedi yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır. (8) İftira
suçundan dolayı dava zamanaşımı, mağdurun fiili işlemediğinin
sabit
olduğu tarihten başlar. (9) Basın ve yayın
yoluyla işlenen iftira suçundan dolayı verilen
mahkûmiyet
kararı, aynı veya eşdeğerde basın ve yayın organıyla ilan
olunur. İlan masrafı, hükümlüden
tahsil edilir.”
204 ncü maddesi
; (1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi
belgeyi başkalarını
aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan
kişi, iki yıldan beş yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Görevi gereği
düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi
sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını
aldatacak şekilde değiştiren,
gerçeğe aykırı olarak belge
düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç
yıldan
sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Resmi
belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği
sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması
halinde, verilecek ceza yarısı oranında
artırılır.
301 nci
maddesi; (1)
Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet
Meclisini alenen
aşağılayan
kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini,
Devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını
alenen aşağılayan kişi,
altı aydan iki yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır. (3) Türklüğü aşağılamanın
yabancı bir
ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi
halinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.
(4) Eleştiri
amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.
31
281 nci maddesi,
“(1) Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla, bir
suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan
kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla
ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez.
(2) Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı
olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(3) İlişkin olduğu suç nedeniyle hüküm verilmeden
önce gizlenen delilleri mahkemeye teslim eden kişi hakkında
bu maddede tanımlanan suç nedeniyle verilecek cezanın beşte
dördü indirilir.
134ncü maddesi;
“(1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse,
altı aydan iki yıla kadar hapis
veya adli para cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü
veya seslerin kayda alınması suretiyle
ihlal edilmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.
(2) Kişilerin özel hayatına ilişkin
görüntü veya sesleri ifşa eden kimse, bir yıldan üç
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Fiilin basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, ceza yarı
oranında artırılır.
258nci maddesi;
(1) Görevi nedeniyle kendisine verilen veya aynı nedenle bilgi
edindiği ve gizli kalması
gereken belgeleri, kararları ve emirleri ve diğer tebligatı
açıklayan veya yayınlayan veya ne
suretle olursa olsun başkalarının bilgi edinmesini kolaylaştıran
kamu görevlisine, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası
verilir. (2) Kamu görevlisi sıfatı sona erdikten sonra, birinci
fıkrada yazılı fiilleri işleyen kimseye de aynı ceza verilir.
285 nci maddesi;
“(1) Soruşturmanın gizliliğini alenen ihlal eden kişi, bir
yıldan üç yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır. Ancak, soruşturma aşamasında
alınan ve kanun hükmü gereğince
gizli tutulması gereken kararların ve bunların gereği
olarak yapılan işlemlerin
gizliliğinin ihlali açısından
aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz. (2) Kanuna göre kapalı
yapılması
gereken veya kapalı yapılmasına karar verilen
duruşmadaki açıklama veya görüntülerin gizliliğini
alenen ihlal eden kişi, birinci fıkra hükmüne göre
cezalandırılır. Ancak, bu suçun oluşması
için tanığın korunmasına ilişkin olarak alınan gizlilik
kararına aykırılık açısından aleniyetin
gerçekleşmesi aranmaz. (3) Bu suçların basın ve yayın yoluyla
işlenmesi halinde, ceza
yarı oranında artırılır. (4) Soruşturma ve kovuşturma
evresinde kişilerin suçlu olarak damgalanmalarını
sağlayacak şekilde görüntülerinin yayınlanması halinde, altı
aydan iki yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur.” Hükümlerini getirmiştir. Tüm bu
yasal düzenlemeler ve özellikle
2797 sayılı Kanunun 46/son maddesi, 2802 sayılı kanunun 86 ncı
maddesi ve 4483
sayılı kanunun 10 ncu maddeleri gözetilip,
bazı şüphelilerin en son görev yerinin Yargıtay üyeliği
olduğu hususu nazara alındığında, Soruşturma merciini tayin ve
soruşturmaya izin
verme yetkisinin Yargıtay Birinci Başkanlık
Kurulu’nda olduğu anlaşılmaktadır.
32
Bu
açıklamalardan sonra esasa dönecek olursak; “Ergenekon”
adı altında devam eden
davalarda, bazı
kriminal insanlarla karışım yapılarak çete görüntüsü
verilmeye ve GLADİO
olduğu ispatlanmaya çalışılan
insanların tamamının tek ortak özelliği ABD karşıtlığıdır.
Oysa ki GLADİO
tüm ülkelerde ABD tarafından kurulur ve o ülkedeki milliyetçi
inançlı çocuklar tetikçi olarak
devşirilerek kullanılır. Aynı 12 Eylülden önce olduğu
gibi. Sahte Ergenekon ve Lobi belgelerinin
kaynağı, daha öncede ifade ettiğimiz üzere ABD görevlisi John
Kunstadter adlı
kişidir. Belgelerin sahte olduğu
anlaşılacağı için mahkeme tarafından bugün dahi
açılamamaktadır.
Çünkü belgenin açılmayan bölümlerinde Hüseyin GÜLERCE,
Ergenekon adlı yapılanmanın
basın sorumlusu olarak gösterilmektedir. Yapılan iş bu kadar
trajikomiktir. Yapılan eylemler
tümü ile ABD menşeli sahte plan ve belgelerle, TSK.daki ve
ülkedeki ABD karşıtlığının
ve antiemperyalist görüşteki
yapılanmaların tasfiyesidir. Daha öncede izah ettiğim üzere,
bu eylemlerin,
TCK 77
nci madde kapsamında insanlığa karşı suç teşkil ettiği
ve bizzat bu
operasyonları
perde arkasında yapanların bir GLADİO yapılanması olduğudur.
Mahkemeler,
Türk Milleti adına yargılama yapar ve karar verirler.
Ancak yapılan bir yargılamada,
mahkeme, ABD.li görevlilerin sahte belge ürettiğini, hedef
alınacak kişilerin isim listelerinin ABD.liler tarafından yapılan
çalışma ile oluşturulduğuna dair kanıtları toplamıyorsa, bu
örtülü operasyonu fiilen yapan CIA.nin, bahse konu operasyon için
Türkiye’ye gönderdiği köprü
elemanı niteliğinde ki kişinin müşahhas olarak adı verilmesine
karşın hakkındaki deliller getirtilmiyorsa, böyle bir
mahkemenin ABD çıkarları adına yargılama yaptığını ifade
etmek mümkündür.
Ancak Türk Milleti adına yargılama yaptığını öne
sürmek olanaksızdır. Bir mahkeme,
gerçek suçluyu ortaya çıkartacak olan parmak izi incelemesi
yapılması talebini anlamsız ve mahkemeyi komik duruma düşürecek
gülünç gerekçelerle ret ediyorsa, burada bir yargılamadan
bahsedilemeyeceği de açıktır. Delilleri toplamayarak gerçek
suçluyu ortaya çıkartmaya
çalışmayan hakimlerin, o eylemleri gerçekleştiren
faillerin suç ortağı olduğu şüphesini doğuracağı hususu
ise izahtan varestedir.
Ez cümle;
sahte belgeler, planlar, oluşturulmuş delillerle, polisler
tarafından gömülmüş patlayıcılar,
polis tarafından organize edilmiş ihbar mektupları, gizli tanık
olarak kullanılan çocuk
tecavüzcüleri, kadın satıcıları,
katiller ve itirafçılarla, darbelere karşı mücadele ediyoruz
maskesi ile
TSK. ne ve ABD karşıtı siyasi yapılanmalara ağır bir saldırı
yöneltildiği, bu saldırının asıl amacının,
Türk milletinin bütünlüğünü ve sınırlarımızı
koruyan, ülkemizin parçalanmasını önleyen
Türk Ordusunu itibarsızlaştırmak, zayıflatmak ve çökertmek
olduğu, darbelerle mücadele
etmek bir yana , Orduyu ve tabanını tahrik ederek darbe yaptırma
amacını güttüğü yönünde
kuvvetli şüphe uyandırdığı (ABD.nin işgal planı
senaryolarında Türkiye’de askeri bir
yönetim
öngörülmektedir. Buda ayrıca dikkate alınması gereken bir
durumdur), sistematik bir
33
şekilde
Genelkurmay Başkanlığından çalınmış gizli belgelerin, hedef
seçilen kişilerin evlerine ve işyerlerine
konularak legalize edildiği, hukuki süreç maskesi altında
yürütülen bu operasyonları emniyet
çevresinde yapanların yargı tarafından korunduğu , bu süreçte,
cemaat, tarikat ve gizli
servislerin el ele olduğu, Amerikalıların doğrudan bu
operasyonun içinde bulunduğu,
hazırlık ve başlangıç
safhasında operasyonu yürütecek olan özel yetkili savcılar ve
hakimlere Amerikalı
savcı Susanne Hayden tarafından eğitim verildiği, bütün
operasyon sahte belgeler, dijital
veri depolama aygıtlarına konusu suç teşkil eden veriler
yüklenmek sureti ile hedef seçilen kişilerin
tutuklanmasının sağlanması ve bu kişiler hakkında
basında ağır bir yaygara kopartılması
sureti ile yapıldığı, bu şekilde sanal bir terör örgütü
oluşturulduğu, yandaş basın diye
tabir edilen basının önemli bir kısmı, doğrudan yabancı gizli
servis mensupları ile irtibatlı ve
bilinçli olarak bu
operasyonun psikolojik harp misyonunu yerine getirdiği ortaya
çıkmıştır.
Biz yıllarca
güneydoğuda PKK ile savaştık. PKK.nın arkasında ABD.liler
vardı. Bu laftan ibaret bir
tespit değildir. Çünkü bizatihi ben Mart 1994 de ABD
helikopterlerinin Ballıkaya köyündeki örgüt
kampına yardım malzemesi attığını kendi gözlerimle gördüm.
Şimdi de ABD.nin bir başka piyonu
olan ve dini sömürü aracı olarak kılan Gülen cemaatini
yöneticilerinin, Türk Ordusuna savaş
açtığı görülmektedir. Türk Milleti, samimi inanç sahibi
insanlara her zaman saygı duyar. Milletimizin ruhundaki şehitlik
duygusu inancımızdan gelir. Ama biz yobazlara, din tüccarlarına,
dini paraya tahvil edenlere, dini görüntü altında yabancı gizli
servislere HİZMET edenlere saygı duymayız.
Gerçek budur.
Hayatın ve
toplumun içinde olan bir kişiyim. Bu nedenle, toplumsal ve
sosyolojik gerçekleri olduğu
gibi tespit etmek zorundayım. Bu görüşlerimi de kimsenin hoşuna
gidecek yada birileri
bana kızacak diye ifade etmekten
kaçınmam mümkün değildir. Bu bağlamda ifade etmek
gerekirse, Gülen cemaatinin içindeki insanların çoğu
halisane dini duygulara sahip insanlardır ve
bu süreçte ne yapıldığı, nasıl suçların işlendiği
onlardan dahi saklanmaktadır. Cemaati yönetenlerin
ABD.nin piyonu olduğunu, “Cemaati CIA kullanıyor. 112 ülkede
800 civarında okul
var. Yıllık gideri 1.milyar 200 milyon USD. CIA bu parayı
uyuşturucu işinden finanse ediyor.”
Diye ifşaatlarda bulunan emekli FBI görevlisi Paul Williams ifade
etmektedir. Rusya, Özbekistan
ve Türkmenistan Gülen cemaatinin okullarını “ABD.nin casusluk
merkezi” diye kapatmıştır.
Bu cemaat mensupları, benim avukatlık ofisime silahım olmadığı
halde 300 adet mermi
bırakarak, akabinde sahte AKP ve GÜLEN’i BİTİRME PLANI’ na,
“cemaat mensubu masum
insanların ofisine evlerine silah mermi konulacak masum insanlar
tutuklattırılıp hapiste
çürütülecek” diye yazmışlardır.
Bunun ne kadar sinsi ve alçakça bir durum olduğu çok açıktır.
Müslümanlıkla zerrece ilişkisinin bulunmadığını söylemek
içinde din alimi olmaya gerek yoktur.
34
Tarihte
milletlerin dönüm noktaları vardır. Bugün de milletimiz bir
dönüm noktasındadır. Bu ülkede
hiç kimsenin inancı ile bir sorunu bulunmamaktadır. Dileyen günde
20 vakitte namaz kılar,
dileyen hacca gider, dileyen istediği kadar oruç tutar,
dileyen de bara gider. Bizim
dinimizde herkesin günahı
ve sevabı kendisine aittir. Dini görüşler ve inanç
derinliği, hiç kimseye,
toplumdaki diğer bireylere müdahale hakkı vermez. Kaldı ki, bu
husus kutsal kitaplarca
da “dinde
zorlama olmaz” hükmü ile yasaklanmıştır. Dolayısı ile
meseleleri bu yöne çekmek isteyen
siyasetçilerin ve cemaatlerin yanıltmalarından uzaklaşılması,
mevcut “Ergenekon
Projesi” nin,
uyuyan bir Aslanı durduk yerde çomakla dürtmek kadar
akılsızca yürütülen, ülkemizi
parçalamayı hedef alan bir dış operasyon olduğunu görüp, her
türlü siyasi, etnik ve
ideolojik bağnazlığı yırtarak, buna
göre hareket edilmesi gerekmektedir. 28 Ekim 2010 günü
yayınlanan
ve 29.10.2010 günü ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından da
resmi bir açıklama ile doğrulanan
WikiLeaks belgelerinde, operasyonun ABD ile koordineli olarak
yürütüldüğü ve
ülkemizdeki bazı siyasetçilerin
Uluslararası şantaj altında bulunduğunu gösteren güçlü
olgular mevcuttur.
Siyasetçiler veya ülkeyi yöneten bürokratlar şahsi hataları
sonucu uluslararası şantaj altında
olabilirler. Bu şartlarda dahi siyasetçileri, yüksek
bürokratları Uluslararası şantajdan korumak
ve kurtarmak yargının görevidir. Ülkemiz ve insanlarımız bugün
yaşananları hiç hak
etmemektedir.
Bu soruşturmayı
yürütecek olan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’na ve
görevlendireceği Ceza Dairesi
üyelerine de her türlü sinsi yöntem, bireysel ideolojik bağlantı,
akraba ve meslektaş ilişkisi
üzerinden baskı, dini sömürü, şantaj, maddi teklif ve
tehdit mutlaka yapılacaktır. Soruşturmayı
yürütenlerin ve akrabalarının ilişkileri araştırılıp
şantaj yapılacaktır. Bunlardan yılmadan
soruşturmanın yürütülüp tüm gerçeklerin ortaya çıkartılması
gerekmektedir. Çünkü artık
kişisel menfaatlerin düşünülemeyeceği bir aşamaya
gelinmiştir. Yargıtay Birinci Başkanlık
Kurulu ya etkin bir soruşturma yaparak, sorumsuz yöneticilerin ve
bazı bürokratların
basiretsizce davranmaları sonucu ABD.liler
tarafından oluşturulan iç savaş ortamından ülkeyi kurtaracak
ve muhtemel bir iç savaşı önleyecektir. Yada ülke daha büyük
bir kaosa doğru gidecektir.
Bir ülkede
siyasetçiler siyasi hırsları ve iktidar tutkusu nedeni ile
insanlıklarını yitirebilirler, bir ülkede,
bürokratlar makam ve mevki aşkına ve uğruna
insanlıklarını yitirebilirler. Tarihte bunların
örnekleri sıkça görülmüştür. Ancak adaletle hükmetmesi
gereken yargıçların , siyasetçilerin
hırslarına ve suçlarına ortak olarak, masum insanların bir
kısmının öldürülmesine ve bir kısmının senelerce
hürriyetlerinden yoksun bırakılmasına göz yumarak suça
iştirak ettikleri ve bu şekilde insanlıklarını yitirdikleri
zaman, o ülkenin sonu gelmiş demektir. Tarihi iyi okuduğumuzda ve
ders aldığımızda gördüğümüz şey hep budur.
35
Bu itibarla,
hakkında suç duyurusunda bulunulanlar Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı Hasan ERBİL
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet Beşir GÜVEN, Yargıtay
üyeleri Halit Kıvrıl ve İbrahim
Ataman, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, suç tarihlerinde İçişleri
Bakanı olan Beşir Atalay,
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, İstanbul hakimleri
Rüstem ERYILMAZ, Metin ÖZÇELİK,
Ömer Diken, Sedat Sami Haşıloğlu, Murat Üründü, Hasan Hüseyin
ÖZESE, Hüsnü Çalmuk,
Ali Efendi Peksak, Fatih Mehmet USLU, Nihat Topal ve Ercan Fırat
İstanbul Hakimi, suç
tarihinde özel yetkili savcılar, Turan Çolakkadı, M. Ali
Pekgüzel, Nihat Taşkın, Zekeriya ÖZ
ve Fikret Seçen ile
diğer tüm şüpheliler hakkında gerekli soruşturmanın yapılarak
eylemlerine uyan,
Siyasi Ve Dini Saiklerle Birden Fazla Kişiyi Hürriyetinden Yoksun
Kılmak Sureti İle İnsanlığa
Karşı Suç İşlemekten, TCK.md. 77 ve 78, Askeri Casusluk ve
Askeri Casusluğa İştirakten,
TCK. Md.328, Birden fazla Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılmak
eyleminden TCK. 109/1-2
(d) ve 4, Yasa Dışı Telefon Dinlemesi Yapılması Suçuna
İştirakten, Devletin
Güvenliğine
İlişkin Bilgileri Temin Etmek eyleminden TCK. md 327, Sahte
Resmi Belge
Düzenlemek ve
Sahte Resmi Evrakı Kullanmaktan TCK. md 204 Özel Hayatın
Gizliliğini İhlal Etmekten,
AY. md 20, TCK. Md 134/1, Suçun Maddi Unsurlarını Uydurmak Sureti
İle İftiradan, TCK. 267/1-2 ve 4, TSK.ni Aşağılamaktan TCK. md
301, Delillerin Yok edilmesi, Değiştirilmesi veya
Silinmesi eyleminden, TCK md 281/1-2, Göreve İlişkin Sırrın
Açıklanması eyleminden TCK. md 258, Soruşturmanın Gizliliğini
İhlal Etmek eyleminden TCK. md 285, Suç Örgütüne Bilerek
Ve İsteyerek Yardım Etmek,TCK Md. 220/7, Anayasanın müteaddit
defalar ihlal edilmesi ve
İşkence suçundan TCK.md 94 gereğince soruşturma yapılmasına
izin verilmesini sağlamak, yetkili
ve görevli Anayasa Mahkemesinde ceza davası açılmasını temin
etmek için, iş bu suç duyurusunun yapılması gerekmiştir.
Deliller :
1- Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/35052 sayılı dosyası,
2- Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/35 Muh sayılı yazısı,
3- Özel
yetkili hakimler ve savcılar hakkında 2008 den bu yana HSYK .na
yapılan tüm suç
duyurularına ilişkin inceleme ve soruşturma
dosyaları,
4- İst. 13ncü
Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK.nun 250 nci Maddesi İle Görevli)
2008/209,
2009/191 ve 2010/106 sayılı dosyaları,
36
5- İst. 12nci
Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK.nun 250 nci Maddesi İle Görevli)
2010/34 sayılı
dosyası,
6- İst. 10ncu
Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK.nun 250 nci Maddesi İle Görevli)
BALYOZ
DAVASI dosyası,
7- Tüm
davaların duruşma görüntü kayıtları,(duruşma tutanakları
gerçeği yansıtmıyor)
8- Sabri UZUN’
un, emniyet genel müdürlüğü müfettişlerine bu konularla ilgili
olarak vermiş
olduğu 20.09.2010 tarihli ifadesi,
9- İstanbul
CBS.lığının, 2010/184154, 2010/105621, 2011/104836, 2011/104837,
2010/182979,
2010/184384 ve 2009/381715 sayılı soruşturma dosyaları,
10- Ankara
CBS.lığının 2009/8745 ve 2009/77688 soruşturma sayılı
dosyaları,
11- Bakırköy
CBS.lığının 2009/113352 soruşturma sayılı dosyası,
12- Ankara
CBS.lığının(CMK.nun 250 nci Md. İle Görevli) 2010/825
soruşturma sayılı
dosyası,
13- Beykoz
CBS.lığının 2009/183 sayılı dosyası,
14- İstanbul
CBS.lığının(CMK.nun 250 nci Md. İle Görevli) 2010/857
ve 2008/1756
soruşturma
sayılı dosyaları,
15- Bunların
dışında İstanbul, Ankara ve Fatih CBS.lığına polisler
hakkında yapılmış olan
suç duyurusu dosyaları,
16- Hava
Kuvvetleri Komutanlığı askeri savcılığı tarafından C.
Savcısı Zekeriya ÖZ
hakkında hazırlanan iddianamenin veya
iddianame taslağının celbi,
17- Avukatlık
ofisimden elde edilen ve üzerinde Avukat Özge EVCİ’nin ıslak
parafı bulunan
İrtica ile Mücadele Eylem Planı adlı
fotokopi belge,
37
18- Metin
ÖZÇELİK ve Zekeriya ÖZ Hakkında Genelkurmay Adli Müşavirliğine
yapılan tüm
suç duyurularının istenilmesi,
19- İEM.lüğünün
3.6.2009 gün ve 10488 sayılı yazısı
20- Şüphelilere
ait 0505 546 66 86, 0505 542 34 47, 0506 503 83 33, 0505 215 50 94,
0505
211 37 15, 0505 535 95 64, 0505 223 60 31, 0505 351 30 01, 0505 217
75 85 ,
0505
366 44 21, 0 535 694 34 27 0545 434 96 46 ve 0538 660 78 32 numaralı
telefonlar
ile,
3555 3901 3044 950 356664006175213-357854019463115
- 358649015855960 -
357097007791267
İMEİ numaralı telefonlarda kullanılmış olan tüm hatların
4.3.2009 dan günümüze
kadar olan HTS kayıtları,
21- 3.6.2009
günü saat 23.30 ile, 4.6.2009 sabahı 05.00 saatleri arasında,
Ankara
Bestekar
Sokak’ta sinyal veren tüm operatörlere ait telefonların baz
istasyonu kayıtları,
22- Aylin
ATMACA’ya ait kartvizit üzerinde yazan ancak Ebru TAŞAN isimli
bir kişiye ait
olduğu anlaşılan 0539 498 27 63 numaralı
telefonun, Aylin ATMACA’ya ait kartvizit
üzerinde
yazan ancak Hasan GENÇ isimli bir kişiye ait olduğu anlaşılan 0
535 293 10 92
numaralı
telefonun, Ayşegül Hüma BABUNA’ ya ait kart üzerinde yazan 0533
723 58
63
numaralı telefonun, Ayşegül Hüma BABUNA’ ya ait kart üzerinde
yazan ancak, Fırat
YILMAZ
isimli kişiye ait olduğu anlaşılan 0535 292 87 59 numaralı
telefonun, OCAK
2008 den bu yana olan tüm HTS kayıtları,
23- Adem
Arslan adlı şahsa ait “0531 605 00 12” numaralı telefon
ile, bu numaranın
kullanıldığı
numarası “353514028728830” IMEI nolu telefonda kullanılan tüm
hatların
tesis edildiği ilk tarihten günümüze kadar olan
HTS KAYITLARI,
24- Ayşegül
Hüma Babuna’ya ait 18.5.2009 ve 3.6.2009 tarihli ses dosyaları
ile 18.5.2009
tarihli baz istasyonu kayıtları
25- Bülent
TÜRKER adlı kişinin kullanmakta olduğu/kullandığı 0 534 268 23
64 numaralı
cep
telefonu ile, 3555
3901 3044 950 IMEI numarasından, kullandığı tüm GSM
numaralarının
ve SİM kartların belirlenerek, geriye dönük en eski tarihten
olacak şekilde
bu numaralara ait HTS kayıtları,
38
26- Mehmet
EYMÜR, Ali Fuat YILMAZER, Recep GÜVEN, Mutlu EKİZOĞLU,
John
KUNSTADTER,
Fatih Türker ÇELİK , Mehmet BARANSU ve Yasemin ÇONGAR’ın
adlarına
kayıtlı tüm cep telefonu bilgileri, adlarına kayıtlı olarak
belirlenen telefonların,
tespit edilebilen en eski tarihten
itibaren HTS kayıtları,
27- Mehmet
EYMÜR, Ali Fuat YILMAZER, Recep GÜVEN, Mutlu EKİZOĞLU,
John
KUNSTADTER,
Fatih Türker ÇELİK , Mehmet BARANSU ve Yasemin ÇONGAR’ın
pasaport ve yurda giriş çıkış kayıtları
28- 3525 5001
3514 230, 3529 2402 5447 400, 3562 3200 2057 930 ve 3556 5801 6546
540
IMEI numaralı makinelerde (Ayşegül Hüma Babuna ve Kemal GERGİN)
2009 yılında
kullanılan
tüm hatların tespit edilerek, tesis edildiği ilk tarihten
günümüze kadar HTS
kayıtları,
29- İEM.lüğü
İstihbarat Şube ve TEM şube müdürlüğünün Şubat 2007 den bu
yana yaptığı
örtülü ödenek harcamaları
30- Samanyolu
Yayıncılık Hizmetleri A.Ş. tüzel kişiliklerin OCAK 2008 den bu
yana yaptığı
tüm ana haber programları,
31- ZAMAN
GAZETESİ VE TARAF GAZETESİNDE Ocak 2008 den bu yana yayınlanan
haberler,
32- Jandarma ve
Emniyet Kriminal Dairesi Raporları,
33- İTÜ.nin
imza ve mürekkep yaşının belirlenebileceğine dair yazısı
34- Tanıklar;
Sabri Uzun, Hanefi Avcı, Hakim Orhan Gazi Ertekin, Fatma Altıparmak
Mehmet
Bekaroğlu
ve gösterilecek diğer tanıklar
35- Davalarla
ilgili bazı kişilere gönderilmiş özel mektuplar ve yapılmış
basın açıklamaları 36-
İstanbul ATK .u raporları
37- Samanyolu
TV.da yayınlanan tekzipler (30 Mayıs 2009 STV)
38- Konuyla
ilgili yayınlanan kitaplar,(Sızıntı- Barış Terkoğlu, Samizdat-
Soner Yalçın, AKP
ve
Gülen’i Kurtarma Planı- Serdar ÖZTÜRK , Çoook Gizli
Örgüt Nasıl Kurulur-
Tuncay
Özkan, Haliç’te Yaşayan Simonlar- Hanefi Avcı, Ergenekon
kazanında Kurbağa-
Hasan Ataman Yıldırım, Çuvallayan İttifak Bir ABD-
CEMAAT Projesi
Ergenekon
Darbesi- Turan Yavuz, İstihbarat Yalanları- Nedim Şener,
000 Kitap-
Ahmet ŞIK , İlahi Adalet, Yargının Siyasallaşması
günlüğü- İlhan Taşçı)
39- Tüm
şüphelilerin 2nci dereceye kadar akrabalarının malvarlığı
araştırması
40- Bilirkişi
incelemesi vs delail
39
Sonuç ve
İstem : Açıklanan Nedenlerle;
1- Şüpheliler,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Hasan ERBİL Yargıtay
Cumhuriyet Savcısı Mehmet
Beşir GÜVEN, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, suç tarihlerinde
İçişleri Bakanı olan Beşir
Atalay, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, İstanbul hakimleri
Rüstem ERYILMAZ, Metin ÖZÇELİK,
Ömer Diken, Sedat Sami Haşıloğlu, Murat Üründü, Hasan
Hüseyin ÖZESE, Hüsnü
Çalmuk, Ali Efendi Peksak, Fatih Mehmet USLU, Nihat Topal ve Ercan
Fırat İstanbul Hakimi,
suç tarihinde özel yetkili savcılar, Turan Çolakkadı, M. Ali
Pekgüzel, Nihat Taşkın, Zekeriya
ÖZ ve Fikret Seçen ile diğer tüm şüpheliler hakkında,
gerekli soruşturmanın yapılarak,
eylemlerine uyan, “İnsanlığa Karşı Suç İşlemek İçin
Örgüt Kurmak Ve Örgüte Üye
Olmak”, “İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlara Örgüt
bağlamında İştirak” Askeri Casusluk ve
Askeri Casusluğa İştirak, Birden fazla Kişiyi Hürriyetinden
Yoksun Kılmak, Yasa Dışı Telefon Dinlemesi
Yapılması Suçuna İştirak, Devletin Güvenliğine İlişkin
Bilgileri Temin Etmek, Sahte Resmi
Belge Düzenlemek ve Sahte Resmi Evrakı Kullanmak, Özel
Hayatın Gizliliğini İhlal
Etmek, Suçun Maddi Unsurlarını
Uydurmak Sureti İle İftira , TSK.ni Aşağılamak , Delillerin Yok
Edilmesi, Değiştirilmesi veya Silinmesi, Göreve İlişkin
Sırrın Açıklanması, Soruşturmanın
Gizliliğini İhlal
Etmek, Suç Örgütüne Bilerek Ve İsteyerek Yardım Etmek,
Anayasanın müteaddit defalar
ihlal edilmesi ve İşkence suçlarından gerekli
soruşturmanın yapılması için izin verilmesine
ve neticeten yetkili Anayasa Mahkemesinde Ceza Davası Açılmasına,
2- Eylemin
ağırlığı, yoğunluğu ve insanlığa karşı suç niteliği
gözetilerek, Bakanlar ve Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı hariç diğer tüm şüpheliler
hakkında TUTUKLAMA tedbiri uygulanması için yetkili ve görevli
mahkemeye sevk edilmelerine,
3- Şüpheli
Kemal Gergin dahil, tüm şüphelilerin suç yolu ile elde edilen tüm
malvarlıklarına el konulmasına,
4- Tüzel kişi
niteliğinde ki şüpheliler Samanyolu Yayıncılık Hizmetleri
A.Ş., ZAMAN ve TARAF
gazetesi hakkında TCK.nun 60 nci ve 77/3 ve 78/2 nci maddeleri
gereğince yayın lisansı dahil, tüm lisanslarının iptal
edilmesine,
5- Soruşturma
aşamasında yetkili mahkemeden karar alınarak, tedbiren
yayınlarının durdurulmasına,
Karar
verilmesini sayın Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’ndan talep
ederim.
Saygılarımla,
24.05.2012
(Avukat) Serdar
ÖZTÜRK
40
Ekleri :
EK-1 İstanbul
13ncü Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK.nun 250 nci Md. İle
Görevli) 2009/191
Esas Sayılı
dosyasının 24.2.2012 ve 27.2.2012 günlü Avukat Hüseyin
Buzoğlu’nun
savunmasını
içeren duruşma tutanakları,
EK-2 Ayşegül
Hüma Babuna’nın savcılık ifadesi
EK-3 Aylin Atmaca’nın
Savcılık ifadesi
EK-4 Ayşegül
Hüma Babuna’nın ses dosyası(telefon kaydı- TİB .den gelen)
EK-5 Ayşegül Hüma Babuna’nın HTS kaydı(Kendi İfadesini
çürüten)
EK-6 Emniyet görevlilerinin HTS kayıtları
EK-7 Kemal
Gergin’in HTS kaydı
EK-8 AKP ve
Gülen’i Kurtarma Planı adlı Kitap
EK-9 Sızıntı adlı
kitap
EK-10 SAMİZDAT
adlı kitap
41
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)