31 Mayıs 2012 Perşembe

Kendi gönderdikleri virüsle tutukladılar...

Trojan virüsleri zararsız görünüşlü bir program, bir e-mail eki hatta bir duvar kağıdı biçiminde olabilir. Bu kötücül programlar, uzaktaki kişilerin internet üzerinden bilgisayarınızı ele geçirmesini sağlar. 


Odatv Davasında, Soner Yalçın ve arkadaşlarının tutuklanmasına gerekçe gösterilen dosyaların sahte olduğu, odatv bilgisayarlarına virüs yoluyla gönderildiği, daha bu tutuklamalar yapılmadan kanıtlanmıştı. Ama, ilgili yargıç tutuklama kararı vermekten çekinmedi. Ve özellikle yandaş denilen gazeteler, tutuklanan kişileri günlerce linç ettiler, Fethullah'tan girip Ergenekon'dan çıktılar. Yazmadıkları saçmalık kalmadı. 
Boğaziçi, ODTÜ, Yıldız Teknik gibi üniversitelerden uzman bilirkişilerin bu dosyaların bilgisayarlara virüs yoluyla yerleştirildiğini kanıtlamasına rağmen, dava hâlâ büyük bir ciddiyetle devam ediyor. Nedim Şener, Ahmet Şık, Coşkun Musluk ve Sait Çakır bir süre sonra tahliye edildiler ama Soner Yalçın, Müyesser Yıldız ve Barış Terkoğlu gibi isimler hapiste tutulmaya devam ediliyor. 
Odatv.com sitesi, Vatan Gazetesi yazarlarından Can Ataklı'nın, ABD'li bilişim uzmanı Joshua Marpet ile yaptığı söyleşiye yer vermiş. Marpet'e şu sorulmuş: "Siz Odatv davasında suç unsuru olarak elde edilen diski analiz ettiniz. Bulgularınızı kısaca anlatabilir misiniz?"
Joshua Marpet'in cevabı: Bu diskin Microsoft ürünleri ile çalışan bir bilgisayardan elde edildiğini söyleyebilirim. Bu bilgisayarda standart Microsoft ofis ve e-posta programlarının mevcut olduğunu da gözleyebiliyorum. Diskte birçok dosya vardı. İncelemelerim sırasında ilginç bir şey buldum: Bu diskte bilgisayarın kullanıcısına gelen iki e-posta vardı. Bu e-postaların içinde virüslü iki adet dosya bulunuyordu. Bu dosyalar kaydı belli olmayan sahte bir adresten gönderilmiş. Kullanıcı bu dosyaları açınca sahte adresteki kötü niyetli kişi bilgisayarı eline geçirerek uzaktan bu bilgisayara virüslü dosyalar göndermiş. Ben araştırmalarım sırasında diskin üst verilerinde tüm bu dijital sahteciliği gözledim ve bilimsel olarak ispatladım. Bu dosyaların o bilgisayarda üretilmediğini açıklıkla tespit edebildim. Bana, daha sonra, sahte adresten gönderilen bu dosyaların suç unsuru içerdiği ve kullanıcının tutuklandığı bilgisi geldi." 
Başka söze gerek var mı? 

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Yurt sordu: Neden susuyorsunuz?

Sol muhalif gazetelerden Yurt, sert manşetlerle Erdoğan'ı ve AKP iktidarını eleştirmekten çekinmiyor.


Yurt Gazetesi, AKP'nin 27 Mayıs 2012'de yapılan İstanbul il kongresinde Recep Tayyip Erdoğan'ın gazetecilere 'tasmalı' (köpek) diye hakaret etmesi üzerine, 29 Mayıs 2012 tarihli sayısının manşetinde "Görülmemiş Rezalet" başlığını taşıyan bir sert bir eleştiri yayınlamıştı. Genel yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ'ın imzasını taşıyan yazı,  "Nezaketinizi takının Sayın Başbakan!" uyarısıyla başlıyor ve böyle bir tutumun darbe dönemlerinde bile görülmediği vurgulanıyordu. Merdan Yanardağ'ın dikkat çektiği ilginç noktalardan biri de şuydu: "Başbakan'ın bu ağır sözleri karşısında Yurt ve Cumhuriyet dışında dün yayınlanan gazetelerin hiçbirinde bu konuda tek satır yoktu."
Gerçekten de birkaç gündür en azından Aydınlık ve Sözcü gazetelerinin bu konuda bir tepki vermesi beklenirdi, ama hiçbir şey göremedik. 
Yurt Gazetesi, konuyu bugün de manşetine taşımış ve "Neden susuyorsunuz?" diye sormuş. Merdan Yanardağ'ın Türk demokrasi ve basın tarihinde yer alacak önemdeki yazısında vurguladığı gerçekler, bugün de yinelenmiş. Yurt'a göre bu sessizlik, AKP'nin yarattığı korku rejiminin derinliğini gözler önüne sermişti. 

RTE bir gazeteciyi daha işinden etti...


Haftalık mizah dergisi Uykusuz'un 29 Mayıs 2012 tarihli kapağında  Uludere ve kürtaj açıklamaları nedeniyle Erdoğan hicvediliyor.


Şafak yazarı Ali Akel 25 mayıs tarihli "Özür açıklanmaz dilenir" başlıklı yazısında Uludere konusunda Başbakan Erdoğan ve hükümet üyelerinin tavrını sert sözlerle eleştirmiş, yazısını "Bir şey söyleyecekseniz doğrusunu söyleyip, gereğini yapın. Ya da ebediyete kadar susun. Allah aşkına, susun!.." diyerek bitirmişti.
Ali Akel bugün Twittersayfasından bu yazısı sonrasında Yeni Şafak gazetesi ile yollarını ayırmak zorunda kaldıklarını açıkladı.
YOLLARIMIZ AYRILMAK ZORUNDA KALDI
İşte o açıklama:
"Yeni Safak'taki son yazilar uzerine gazetem ile yollarimizi ayirmak zorunda kaldik. 16 yıl... Muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü ve son beş yıldır da Washington temsilciliği.. 16 yıl boyunca, yüklendiğim tüm bu görevlerden onur duydum, onurla yerine getirdim.
ZOR ZAMANLARDA YAZMANIN BEDELİ VARDIR
Yuvamdan ve arkadaşlarımdan ayrı bırakıldığım için üzgünüm, ancak vicdanım rahat. Hepsini anlıyorum. Patronlarımı, yayın yönetmenimi, kardeş bildiğim çalışma arkadaşlarımı, hepsin ni anlıyorum. Çünkü, zorzamanlar vardır ve biz bugün her zaman olduğundan daha da zor bir dönemden geçiyoruz. Böyle dönemlerde konuşmanın, yazmanın bedeli vardır. Birileri her zaman bu bedeli öder. Bugün, bu bedeli ödediğim için de onur duyuyorum. Çünkü yanlışı değil, doğruyu söylediğime inanıyorum. Nerede olursak olalım, kime çalışıyor olursak olalım, hangi düşünce dünyasına ait olursak olalım.. Doğru değişmez, her yerde söylenmeli ve yazılmalı.

29 Mayıs 2012 Salı

Neden bu kadar kabalar?



Başbakan Erdoğan, en yakınındaki Bülent Arınç, içişleri bakanı İ. N. Şahin sürekli olarak kaba saba, aşağılayıcı sözleriyle gündeme geliyor. Ankara belediye başkanı Melih Gökçek de onlardan geri durmuyor. En son Twitter'de bir genç kıza yazdığı çirkin karşılık (Sen çok mu kürtaj yaptırdın? Bu kadar bağırmanın nedeni bu mu) muhalif gazetelerden ve internet medyasından öfkeli tepkiler aldı.
Daha Uludere tartışmaları sürerken Erdoğan bu kez partisinin İstanbul İl Kongresinde ağzını açtı. 28 Mayıs 2012'de yapılan kongrede 100 bin civarında  bir kitlenin önünde yine ipin ucunu kaçırdı. Yurt Gazetesi'nden Cüneyt Ülsever ertesi gün köşesinde kongreyi şöyle anlattı: 
Bu yıl 19 Mayıs’ın statlarda kutlanması yasaklandı. Yasağı koyan AKP Hükümeti’ne göre statlarda yapılan kutlamalar askeri gösterilere dönüşüyor ve insanlara “tek adam”, adı konmamış olsa da “faşizm” görüntüsü veriyor.
Bu yasağın hayata geçirilmesinden 8 gün sonra İstanbul İl Kongresi’ni AKP bir statta yaptı ve tüm gazetelere göre kongreye “tek adam” damgasını vurdu. Yer gök “tek adam”ı kutsayan sloganlar, afişler, şiirler ile inledi-donandı!
                                                                     ***
Kongrede yaptığı konuşmada Başbakan yine esiyor-gürlüyor, bu arada da basına bir kez daha açıkça sövüyor.   
Yurt Gazetesi’nin 1. sayfadan, bazı gazetelerin iç sayfalardan verdiği habere göre Başbakan aynen şöyle diyor:   
“On yıllardır, demokrasiye müdahale edenlere, kendi alanı dışına çıkanlara çanak tutanlar, bugün kalkmış, bu ülkenin şerefli askerlerine dil uzatıyorlar. Ya siz kimsiniz? Siz, daha düne kadar, birileri karşısında hazırola geçip, selam çakıp, aldığınız emir doğrultusunda köşe yazısı yazıyordunuz. Daha düne kadar, üniformalılar sizi arayıp, yazdıklarınızdan, söylediklerinizden dolayı sizi azarlıyordu. Bunları bu tasmalarından kurtaran biz olduk. Ama bunların boynundaki tasma dün ulusaldı, bugün terfi ettiler, uluslararası tasmaları boyunlarına taktılar.” "(Yurt, 29 Mayıs 2012)

Hürriyet Gazetesinden Ahmet Hakan da yine ertesi gün köşesinde, kendisine '1930 ve 1940'ların dünyasını anımsatan' bu kongreye değindi:
Ne vardı AK Parti İstanbul İl Kongresi’nde?
Tayyip Erdoğan vardı.
Başka?
Başka da bir şey yoktu...
Sadece Erdoğan vardı.
On binlerin doldurduğu statta sadece onun fikirleri işitildi.
On binlerin doldurduğu statta sadece o başroldeydi, geri kalan herkes figürandı.
Farklı fikir yoktu, farklı yaklaşım yoktu, farklı aday yoktu, farklı liste yoktu...
Tartışma yoktu, müzakere yoktu, istişare yoktu...
Müsademe-i efkâr yoktu.
Kontrolsüz tek bir saniye bile yoktu.
(Hürriyet, 29 Mayıs 2012)

Korku dağları sarmış, durdurulamaz iniş başlamış...
İşte böyle bir ortamda Erdoğan, bugün davası süren 28 Şubat dönemiyle ilişkilendirerek, gazetecilere ağzını bozdu. Ancak, burada Erdoğan'ın hemen tüm konuşmalarında olduğu gibi çok büyük bir çarpıtma ve yalan var. Bir kere, 28 Şubat döneminde üniformalıların arayıp azarladığı gazetecilerin hemen tamamı, Yurt Gazetesi Genel yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ'ın da vurguladığı gibi, bugün Erdoğan'ın yanında (Yurt, 29 Mayıs 2012). Bugün AKP iktidarının övgüsünü yapanlar, o zaman 28 Şubat dönemi iktidarının övgüsünü yapıyordu. Daha önce de 12 Eylül 1980 darbecilerini alkışlamışlardı. Demek ki Erdoğan bunların  önceki tasmalarını çıkarıp kendi tasmasını taktı ve kendi köpek kulübesine yerleştirdi. Öyleyse burada azarlanan ve hakarete uğrayan muhalif gazeteciler değil, kendi yanındaki gazeteci geçinen iktidar yağcıları. Bunlar 'dün ulusal tasma' takıyorken, bugün terfi etmişler, 'uluslararası tasma' takmışlar. Muhalif kesimde böyle kişiler olmadığına göre, acaba önünde el pençe divan duran sahte liberallere mi laf gönderiyor? Bu abuk sabuk sözleri ona kim söylettiriyorsa, Erdoğan'ın başka düşmana ihtiyacı yok. Bir siyasi liderin ağzından çıkanı kulağı duymaz olmuşsa ve söylediklerinde bir tutarlılık kalmamışsa, korku dağları sarmış, durdurulamaz iniş başlamış demektir. 

Kabalar, çünkü korku içindeler...
Sürekli kabalık eden, sürekli hakaretler savuran bir insan, kendine güvensiz bir insandır, demek ki korkak bir insandır. En kabadayı görünen kişiler, aslında korku içinde titreyen bir insanlardır. Korkularını gizlemek için bağırır, tehdit ve küfürler savurur. 
Oysa, kendine güvenen insanlar, seslerini yükseltme gereği bile duymaz. Konuşmaları sakin, tutarlı ve mantıklıdır. 
Bunların kabalıkları, korkularından kaynaklanıyor. Bu kadar dehşetli korktuklarına göre, demek ki kendilerine göre sebepleri var. Ama korkunun ecele faydası yoktur.







1970'lerden 

27 Mayıs 2012 Pazar

Uludere neyin kürtajıydı?



Tayyip Erdoğan ve akıl hocalarının sıkışınca gündem saptıracak bir konuyu ortaya atması, yeni bir şey değil. 28 Aralık 2011'de  ABD'nin verdiği bilgiye güvenerek PKK'lı diye sivilleri bombalatan AKP hükümeti, 16 Mayısta Amerikan Wall Street Journal Gazetesinde çıkan haberle iyice zor duruma düşmüştü. Gazete, 34 sivilin ölümüyle sonuçlanan bu hava harekatının, ABD'nin verdiği bilgi sonucunda yapıldığını yazmıştı. AKP'yi iyice 'batıran' ise, bunun üzerine Tayyip Erdoğan ve İçişleri bakanı İ. N. Şahin'in söyledikleri oldu. "Özür dilemek yok, o yükseklikte kimi ayırt edeceğiz, onlar zaten kaçakçıydı." yollu açıklamalar, bunların hangi ruh hali içinde olduğunu çok iyi gösterdi. 
Bunların zihniyetine göre toplum emredenler ve biat edenlerden oluşuyor. Alttakiler, üsttekiler ne derse onu yapar. Kendi düşüncesini söyleme, tartışma, hoş görü filan yoktur. Tartışma, ancak emrin nasıl daha iyi yerine getirilebileceği üzerine olabilir. Şeyh, reis, başkan ne derse o olur ve 'benim bakanım, emniyet müdürüm, genel kurmay başkanım' yerine getirir. 
Başkan bir demeç verir ve bütün yalaka - yandaş medyada birinci sırada yer alır. Yalaka - yandaş medya tartışmaz, sorgulamaz, sadece başkanın söylediklerini parlatıp öne çıkarır. Bu tür medya çalışanlarının yetenekleri çok sınırlıdır. Bir bakmışsınız Erdoğan'ın "Her kürtaj Uludere'dir sözü 6 - 7 gazetede aynı manşetle çıkmış. Ulusal Kanal dışındaki tüm TV kanalları bunların propagandasına hizmet eder. 


Katolik Kilisesi sözcüleri ve aşırı sağcılarla aynı söylem...
Muhalefet ve yandaş olmayan medya bunlara karşı bir görüş ya da eleştiri dile getirdiğinde, başta Erdoğan olmak üzere, öfkeden kendilerini kaybederler. Uludere olayında da böyle oldu. Ağızlarına geleni söylediler. Sonra Erdoğan, kürtajı Uludere olayına benzetti; Katolik kilisesi sözcüleri ve aşırı sağcıların ağzıyla 'kürtajın cinayetten, soykırımdan farkı yoktur." dedi. Onlarla aynı demogojiyi  (Holocaust - babycaust) yaptı. Bu benzetmeyle onlar nasıl Nazilerin yaptığı soykırımı sulandırıyorsa, Erdoğan da aynı şekilde hem Uludere olayını sulandırmayı hem de gündem saptırmayı amaçlıyor. Sözlerini ciddiye alırsak, ABD Uludere'de Türkiye'ye bir kürtaj yaptırmış oldu. O zaman, kimden ne alındı diye de sormak gerekmez mi? Taraf gazetesinin 27 Mayıs 20112 tarihli manşetine bakarsanız Erdoğan "Beşinci ayda vicdanını aldırdı'. 


Uludere neyin kürtajıydı?
Önce, durumu saptayalım: PKK, ABD'nin denetiminde bir örgüttür. ABD'nin Orta Doğu ve Yakın Doğu'daki planlarının haritaları bile vardır. ABD'nin en yetkili kişilerinin ağzından, bu bölgedeki ülkelerin sınırlarının değişeceği  açıklanmıştır. ABD, Türkiye'nin Güneydoğusunu da kapsayacak yeni bir devlet, ikinci bir İsrail kurmak niyetindedir. Bunun yanı sıra Suriye ve İran'a da ülke kaynaklarını ve topraklarını kendisine sunacak rejimler getirmek için uğraşmaktadır. PKK ve AKP, bu planın Türkiye kısmında kendilerine düşen rolleri oynamaktadır. AKP hükümeti, Libya'da Kaddafi'nin devrilme sürecine katkıda bulundu ve sık sık savaşla tehdit ettiği Suriye rejimine karşı, tedhişçileri desteklemekte. Türkiye sınırında barınan rejim karşıtlarının Suriye'de eylem yapıp yine Türkiye'ye döndükleri gazetelerde yazılıp çizildi. 
ABD, AKP hükümetini kim bilir nelerle ve nasıl bağladı ki, bunlar olabiliyor. 
İşte Uludere kürtajı bu ortamda yapıldı. ABD Türkiye'ye "PKK benimdir, vurmaya kalkarsan işte böyle olur!" mu dedi? "Suriye'ye saldırmazsan işte böyle yaparım!" mı dedi? "PKK ve Kürtler konusunda patron benim, tersini düşünürsen işte böyle olur!" mu dedi? 
16 Mayıs 2012 tarihli Wall Street Journal gazetesinde çıkan haber, nereden bakarsanız bakın, Erdoğan'a ve AKP hükümetine çok ciddi bir uyarıdır.



26 Mayıs 2012 Cumartesi

Ergenekon karşı iddianamesi yazıldı

Avukat Serdar Öztürk'ün hazırladığı suç duyurusu, Ergenekon komplosunu hazırlayıp uygulayanların yargılanması için düzenlenmiş bir iddianame niteliğinde. Böyle bir davanın gerçekten açılacağı günler fazla uzak değil.





T.C.
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’na

Suç Duyurusunda
Bulunan : (Avukat) Serdar ÖZTÜRK TCKN :18689107606
1 No’lu L Tipi C. İ.K. B Blok No:3 ÜST SİLİVRİ/ İSTANBUL

Şikayet Edilenler :
1- Hasan ERBİL Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
2- Mehmet Beşir GÜVEN- Yargıtay Cumhuriyet Savcısı


3-Sadullah Ergin,
4- Beşir Atalay,
5- Binali Yıldırım,
Bakanlıklar Ankara
6- Metin ÖZÇELİK

Adalet Bakanı
İçişleri Bakanı(suç tarihinde)
Ulaştırma Bakanı


İstanbul Hakimi 15- Turan Çolakkadı, İstanbul CBS.
7- Sedat Sami Haşıloğlu, İstanbul Hakimi
8- H. Hüseyin ÖZESE, İstanbul Hakimi
9- Hüsnü Çalmuk İstanbul Hakimi
10- Fatih Mehmet USLU, İstanbul Hakimi
11- Nihat Topal, İstanbul Hakimi
12- Ercan Fırat İstanbul Hakimi
16- Rüstem ERYILMAZ
17- Fikret Seçen
18- Nihat Taşkın
19- Ömer Diken,
20- Ali Efendi Peksak 21- Murat Üründü
İstanbul Hakimi
İstanbul C. Savcısı İstanbul C. Savcısı İstanbul Hakimi
İstanbul Hakimi
İstanbul Hakimi

13- M. Ali Pekgüzel İstanbul C. Savcısı 22- Hüseyin Kaplan, İstanbul C. Savcısı
14- Resul Çakır İstanbul Hakimi 23- Savaş Kırbaş İstanbul C. Savcısı
24- Zekeriya ÖZ, İstanbul C. Savcısı
İstanbul Adliyesi Beşiktaş/İstanbul

25- Ali Fuat Yılmazer Emniyet Görevlisi 30- Mustafa EREN Emniyet Görevlisi
26- Mutlu Ekizoğlu Emniyet Görevlisi 31- Hasan YÜKSEK Emniyet Görevlisi
27- Muzaffer SOYGÜDEN Emniyet Görevlisi 32- EMBİYA KILIÇLE Emniyet Görevlisi
28- M. Kılıçarslan Emniyet Görevlisi 33- RAMAZAN AKKAN Emniyet Görevlisi
29- A. Akça Emniyet Görevlisi
34- T 3413961- T 3418013- T 3413350 - T 3421450- T 3421000 - T 3480785- T 3411493 - T 3457715 - T 3420561 AİDİYET NOLU TEM şube teknik takip görevlileri ile 202847, 278288 ve 262224 sicil numaralı kimliği meçhul İEM.lüğü görevlileri
1
İEM.lüğü Vatan Cad. Fatih/İstanbul
35- Serkan ŞİMŞEK Emniyet Görevlisi 41- BİLGA MURAT Emniyet Görevlisi
36- Mehmet Yayla Emniyet Görevlisi 42- Mehmet Avni ŞAHİN Emniyet Görevlisi
37- Metin ERTEMUR Emniyet Görevlisi 43- NURHAN ÇAVUŞ Emniyet Görevlisi

38- A. ÖZER DEMİREL, Emniyet Görevlisi 44- Recep GÜVEN
39- ALİ YILMAZ Emniyet Görevlisi 45- Yurt Atayün
40- Ahmet KAYA
EGM.lüğü İsth. D . Bşk. lığı ve Ankara Emniyet Müdürlüğü- Ankara 46- Basri Aktepe, (suç tarihinde TİB görevlisi)
47- Fethi Şimşek, (suç tarihinde TİB Başkanı)

TİB Başkanlığı - İncek- Ankara

48- Altay Tokat
49- SELİM ERÇELİK Sivil Şahıs 53- Ayşegül Hüma Babuna
50- MÜSLÜM NALBANT Sivil Şahıs 54- Aylin Atmaca
51- Mahmut HAZIROĞLU Sivil Şahıs 55- Adem Arslan
52- Kemal GERGİN Sivil Şahıs

(sivil şahısların adresleri ektedir)

56- Zaman Gazetesi Tüzel Kişiliği 63- Şamil Tayyar
57- Taraf Gazetesi Tüzel kişiliği, 64- Nazlı Ilıcak

58- STV Televizyonu tüzel kişiliği 65- Rasim Ozan Kütahyalı, Sivil Şahıs
59- Mehmet Baransu 66- Faruk Mercan
60-Emrullah USLU 67- Hüseyin Gülerce
61- Önder Aytaç 68- Nagehan Alçı
62- Mümtaz’er Türköne
69- Suç işleyen Beşiktaş’ta ki İstanbul Adliyesinde görevli özel yetkili Hakimler ve Savcılar hakkında soruşturma izni vermeyen ve suçluları koruyan HSYK Başkan ve üyeleri (kimliklerinin teker teker şikayet dosyalarından tespit edilmesi gerekmektedir)
70- C. Haluk İNCE
71- Hacı Mehmet AKIN
72- Hüseyin BÜLENT ÜNER
73- Lokman Başer
2
ATK Yeni Bosna - İstanbul 74- Halit Kıvrıl
75- İbrahim Ataman

Suç Tarihinde Adalet Bakanlığı Müfettişi - Halen Yargıtay üyesi Yargıtay Bakanlıklar /Ankara

76- John Kunstadter Bebek/İstanbul
77- Jason White TTIC Görevlisi
78- Mehmet Eymür Princess Otel Beşiktaş/İstanbul
79- Kimlikleri bilinen gizli tanıklar
80- Kimliği Meçhul ihbarcılar
81- Kimliği meçhul diğer şüpheliler


Suçlar : 1- Siyasi Ve Dini Saiklerle Birden Fazla Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılmak Sureti İle İnsanlığa Karşı Suç İşlemek, TCK.md. 77 ve 78
2- Askeri Casusluk ve Askeri Casusluğa İştirak, TCK. Md.328
3- Birden fazla Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma, TCK. 109/1- 2 (d ) ve 4
4- Yasa Dışı Telefon Dinlemesi Yapılması Suçuna İştirak ,
5- Devletin Güvenliğine İlişkin Bilgileri Temin Etmek, TCK. md 327
6- Sahte Resmi Evrakı Kullanmak, TCK. md 204
7- Sahte Resmi Belge Düzenlemek
8- Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Etmek, AY. md 20, TCK. Md 134/1
9- Suçun Maddi Unsurlarını Uydurmak Sureti İle İftira, TCK. 267/1-2 ve 4
10- TSK.ni Aşağılamak, TCK. md 301
11- Delillerin Yok edilmesi, Değiştirilmesi veya Silinmesi, TCK md 281/1 -2
12- Göreve İlişkin Sırrın Açıklanması, 5237 sayılı TCK. md 258
13- Soruşturmanın Gizliliğini İhlal Etmek. 5237 sayılı TCK. md 285
14- Suç Örgütüne Bilerek Ve İsteyerek Yardım Etmek,TCK Md. 220/7
15- Görevi Kötüye Kullanmak, TCK. md 257/1
16- Anayasanın müteaddit defalar ihlal edilmesi
17- İşkence, TCK.md 94
18- Suçu Bildirmeme TCK. Md 279

Suç Tarihi : Mayıs 2006 dan bu yana (halen devam etmektedir)
L. Konusu : Kamu davası açılmasından ibarettir.
3
Açıklamalar : 1- Halen İstanbul 13ncü Ağır Ceza Mahkemesin de(CMK.nun 250 nci Md.
İle Görevli) 2010/106 esas sayılı dosyada sanık sıfatı ile TUTUKLU olarak yargılanmaktayım.
2- Şüphelilerden Hasan ERBİL Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Mehmet Beşir GÜVEN Yargıtay Cumhuriyet Savcısı 
Sadullah Ergin, Adalet Bakanı, 

Beşir Atalay Suç tarihinde sahte belgeleri düzenleyen polislerin bağlı olduğu İçişleri Bakanı, Binali Yıldırım, TİB.in bağlı 
olduğu Ulaştırma Bakanı, 


Rüstem ERYILMAZ, Metin ÖZÇELİK, Ömer Diken, Sedat Sami 
Haşıloğlu, Murat Üründü, Hasan Hüseyin ÖZESE, Hüsnü Çalmuk, Ali Efendi Peksak, Fatih Mehmet USLU, Nihat Topal ve Ercan Fırat İstanbul Hakimi, Turan Çolakkadı, İstanbul CBS.sı, M. Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın, Zekeriya ÖZ ve Fikret Seçen özel yetkili savcılardır. Diğer şüpheliler ise, soruşturmaya yardımcı olan TİB, polis ve MİT içindeki, sahte delilleri üreten, sanıklara ait mahallere bu delilleri koyan, e-posta ihbarlarını organize eden ve patlayıcıları gömen kişiler ile sanıklar hakkında özel olarak kurgulanmış bulunan yalanları söyleyen gizli tanıklardır.

3- Ben yıllarca ceza mahkemelerinde duruşmalara katılmış ve davalara girmiş bir avukatım. Açıkça ifade etmek zorundayım ki, avukatlık hayatımda ne böyle bir soruşturma, ne de böyle bir 
yargılama gördüm. Özel yetkili mahkemede görülen yargılamanın, ne çetelerle mücadele etmekle, ne de devletin bağırsaklarının temizlenmesi ile en ufak bir ilişkisi bulunmamaktadır. Keşke öyle olsaydı. Ama maalesef gelinen aşamada böyle bir amacın olmadığı ortaya çıkmıştır. Zira, benim bu dosyalara dahil edilmemin ve tutuklanmamın tek sebebi, soruşturmayı yürüten polislerin “ABD lehine askeri casusluk” yaptıklarına dair somut kanıtlara ulaşmam ve bunun yasal gereğini yapmaya tevessül etmemdir. Telefonlarım ve maillerim takip edildiği için, benim de avukatlık ofisime 3.6.2009 gecesi Ankara TEM şubede görevli bazı polislerce gizlice
girilerek, belgeler ve mermiler yerleştirilmesi sonucu 7.6.2009 günü İstanbul özel yetkili 11 nci Ağır Ceza mahkemesi yedek üyesi Metin ÖZÇELİK tarafından tutuklandım. Avukatlık ofisime giren bu polislerin isimleri ile organizasyonda yer alan sivillerin adları Ankara CBS.lığına da, yargılamayı yapan mahkemeye de bildirilmiştir . “ABD hesabına askeri casusluk yapmak iyi bir şeydir” diyen çıkarsa, bugün hukuk adına yapılan her şey haklıdır. Aksi halde, bugün yapılanlar TCK.nun 94 ve 77 nci maddesinde “işkence ve insanlığa karşı suç işlemek” olarak tanımlanır. Hiçbir zaman suç işlenerek temiz bir toplum yaratılamaz. Dünyada böyle bir örnek bulunmamaktadır. Suç işleyerek ancak daha farklı kirliliklere sahip bir toplum yaratılır. Masum insanların evlerine ve ofislerine delil koyup, onları terörist ilan etmek, bu kişileri terörist ve birbirlerini tanımayan bu insanların tümünü bir örgüt yapmaz. Ancak bu delilleri yaratanların bir çete ve bir örgüt olduğunu gösterir.
4


Üzülerek ifade etmek isterim ki, bugün gelinen aşamada, suç işleyen polislerin yalnız olmadığı şüphesi doğuran, bazı savcıların ve hâkimlerin de soruşturma/kovuşturma aşamalarında bahse konu suçlara iştirak ettiğini ve bu hakimlerin şikayet edilmelerine rağmen Adalet Bakanı ve bazı HSYK üyeleri tarafından açıkça korunduğunu gösteren güçlü olgular mevcuttur. Bu durum, bireylerin hukuki güvenliğini, Anayasal hukuk devleti ilkesini ve yargının saygınlığını yok eden endişe verici bir durumdur. Hiç kimse bu ülkenin kirlenmişlikten temizlenmesine, rejimin daha sağlıklı işletilmesine ve çetelerle mücadele edilmesine karşı çıkamaz. Ancak bugün yapılan işlerin çetelerle mücadele olmadığı artık net olarak ortaya çıkmıştır.

Bu nedenle şüpheliler arasında bakanların, HSYK üyelerinin ve halen Yargıtay üyesi olan iki şüphelinin de bulunması, birlikte ve birbiri ile irtibatlı olarak suç işledikleri yönünde aleyhlerinde 
kuvvetli suç şüphesi bulunması nedeni ile, tüm şahıslar hakkında yetkili olduğunu düşündüğümüz Yargıtay CBS.lığına 16.4.2012 tarihinde, 2012/35052 numarasına kayıtlı olarak suç duyurusunda bulunulmuş ise de, Yargıtay CBS.lığı tarafından 4.5.2012 ve Muh.No 2012/35 sayılı, “şikayet edilenlerden hiç birisinin 4483 sayılı kanunun 12 nci maddesinde geçen kişilerden olmaması nedeni ile, şikayetinize ilişkin herhangi bir işlem yapılamamıştır.” Şeklinde cevabi yazıdan, suç duyurusunun hiç işleme konulmadığı anlaşılmıştır. Oysa ki CMK.nun “(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.” Şeklindeki 160/1 nci maddesi çok açıktır ve bu madde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında görevli Cumhuriye t Savcılarını da bağlamaktadır. Yargıtay CBS.lığının, işlendiği iddia edilen ağır cezalık nevaddan 
suçlarla ilgili somut olgular sunulmasına delilleri açıklanmasına karşın hiçbir işlem yapmaması, suç duyurusunu kendisi yetkili değilse bile, CMK.nun 160/1 nci maddesi gereği yetkili makamlara göndermemesi hatalı olmaktan öte, bizatihi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının ve diğer ilgililerin TCK.nun 279 ncu maddesi bağlamında cezai sorumluluğunu gerektiren bir durumdur.
Şu anda, Ortaçağ da yaşamıyoruz. Bu karanlık çağı geride bırakalı, 400 yıl olmuştur. 21nci yüz yılda, akıl ve ruh sağlığı yerinde, normal bir idrak seviyesine sahip, Allah inancı veya temiz bir ahlak anlayışı olan hiç kimse, insanların sahte belgelerle yıllarca cezaevinde tutulmasını, yaşam hakkından sonra en kutsal hakkı olan hürriyetinden yoksun bırakılmasını kutsayamaz. Böyle insanlık dışı bir vaziyeti, ulvi gerekçelerle de açıklayamaz.


5

Dolayısı ile, masum insanların ofislerine sahte delil bırakarak onu tutuklatmak çetelerle mücadele değildir. Toplumu yargı yolu ile hizaya getirmek ve tek tip insan üretmek ise, bugün herkesin lanetle andığı Hitler döneminde vardı. Keza kutsal kitabımızda da, “Ey o bütün iman edenler, siyasi olarak sizden farklı düşünen Müslümanları sahte belgelerle yıllarca özgürlüğünden alıkoyabilirsiniz. Bu da size haktır.” diye bir hükümde yoktur.
Bu nedenle, özel görevli mahkemelerde “hukuki süreç” maskesi ile, bazı polis savcı ve hakimlerce, yargı faaliyetiymiş gibi yapılan işlerin, hukukla adaletle, ileri demokrasiyle veya Müslümanlıkla en ufak bir illiyet rabıtası olamaz. Hiç kimse, başka insanların hayatlarını yok 

etmek şeklindeki sağlıksız ütopyalarını ve ruh hallerini, insani bir gerekçe ile de açıklayamaz.

Yargıtay CBS.lığının ise, bazı polis, MİT görevlisi, savcı ve hakimler tarafından birlikte işlendiği yönünde kuvvetli şüphe yaratan olguların varlığına ve somut delillere rağmen, bu eylemleri görmezden gelmesi ve bu insanlık suçuna sessiz kalması, mevcut hukuk cinayetine iştirak etmesi anlamına gelir. Bunun hukukilikle izahı ise mümkün değildir. Açıklanan bu durum, bugün 
ABD lanetle anılan Mc Carthy döneminde işlenen suçların, yapılan cadı avları sonucu masum insanların yıllarca hapiste yatırılmasını o dönemki ABD savcılarının hoş görmesi yada yine bugün Almanya’da lanetle anılan Hitler döneminde Hitlerin savcı ve hakimleri ile, toplama kampı sorumlularının insanlığa karşı suç teşkil eden eylemlerini, dönemin Alman yüksek yargısının görmezden gelmesi kadar ağır ve kabul edilemez bir uygulamadır. Bu tip insanlık ve hukuk dışıeylemlerin sonuçları ise, bugün tüm insanlık tarafından bilinmekte ve lanetle anılmaktadır..
4- SORUŞTURMAYI YÜRÜTEN BEŞİKTAŞ’TAKİ İSTANBUL ADLİYESİNDE GÖREVLİ ÖZEL YETKİLİ BAZI C. SAVCILARIN, MAHKEME HAKİMLERİNİN VE BAZI HSYK ÜYELERİNİN İŞBİRLİĞİ HALİNDE TCK BAĞLAMINDA SUÇ İŞLEDİKLERİ ŞÜPHESİ YARATAN OLGULAR ve YARGITAY CBS.LIĞININ YASAL OLMAYAN TUTUMU :
a - Gerek soruşturma esnasında, gerekse kovuşturma başladıktan sonra, BEŞİKTAŞ’TA Kİ İstanbul Adliyesinde görevli özel yetkili hakim ve savcılar hakkında HSYK .na 300 ü aşkın suç duyurusu yapılmıştır. Bu durum, hiçbir adliyede görülmemiş bir vakadır. Beşiktaş’ taki İstanbul Adliyesi’ nde görevli özel yetkili hakim ve savcılar hakkındaki bu soruşturmaların dört yıldır tamamlanamamış olması doğal bir durum değildir. Dolayısı ile, suç işleyen özel yetkili hakim ve savcılar hakkında yapılan tüm şikayetlerin, bazı HSYK üyeleri tarafından örtbas edildiği yönünde güçlü olgular mevcuttur.



6


b- Soruşturma ve kovuşturma aşamasında, yazılı taleplere rağmen, C. Savcıları ve hakimler tarafından lehe olan delillerin hemen hemen hiç birisi toplanmadığı gibi, dosyaya intikal eden ve 
lehe olan deliller dosyadan çıkartılmış, iddianame eklerine konulmamıştır. Bu nedenle ilgili savcılar ve hakimler hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Özellikle ABD.lilerin bu operasyonun bizzat içinde olduğunu kanıtlayacak somut deliller ısrarla toplanmamaktadır.

c - Islak imzalı belgenin sahte olduğunu ortaya çıkartacak olan mürekkep analizi talebime rağmen yapılmamış, gelinen aşamada, İTÜ tarafından mahkemeye gönderilen yazıdan bu incelemenin belgenin ilk ele geçmesini müteakip 1,5 yıl içinde yapılabileceği ve belgenin düzenlendiği tarihin tespit edilebileceği ortaya çıkmıştır.

d- Avukatlık ofisime girilmesi organizasyonunda emniyet içindeki suç örgütü tarafından kullanıldığını deşifre ettiğimiz Aylin Atmaca ve Ayşegül Hüma Babuna adlı kadınlar hakkında yazılı taleplerimize rağmen, CMK.na aykırı olarak hiçbir araştırma yapılmamıştır. Gelinen aşamada, adı geçen kişilerin iddia ettiğimiz eylemlerin içinde olduğu ortaya çıkmıştır. Şöyle ki;
I- Ayşegül Hüma Babuna Ve Aylin Atmaca’nın, Ceza Soruşturması Ve Kovuşturması Esnasında İtham Edilmelerine Neden Olan Somut Olgular 
Ofisimde ki şüpheli hareketleri dışında, Ayşegül Hüma Babuna ve Aylin Atmaca’yı, Ceza Soruşturması ve Kovuşturması esnasında İtham etmeme ve aleyhlerinde bir kısım delillerin toplanmasını talep etmeme neden olan somut olguları izah etmek gerekirse;

aa- Ayşegül Hüma Babuna ve Aylin Atmaca’nın Ziyaret Ettiği tüm avukatların ofisine girilip, delil yerleştirilerek tutuklanmaları sağlanmıştır. Bu durum, hayatın doğal 
akışına uygun değildir.
Aylin Atmaca ve Ayşegül Hüma Babuna’nın benim dışımda ziyaret ettiği diğer avukatlar, Mustafa Levent Göktaş, Hüseyin Buzoğlu (Ankara Barosu) enteresan bir şekilde, ofislerimize CD-DVD- flaş disk veya sair deliller yerleştirilmek sureti ile “Ergenekon Soruşturmasına / davasına” dahil edilmişlerdir. Diğer avukat Vural Ergül ise, kadınlardan şüphelendiği için ofisinde randevu vermemiş ve kendi ifadesine göre, bu görüşmeden sonra başına bir şey 

geleceğinden şüphelenerek ofisini kapatmıştır. Avukat Hüseyin Buzoğlu ise, kadınlardan şüphelendiği için, ziyareti sonlandırmak isteyemeyen bu hanımları adeta ofisinden kovmuştur. Bu kadınların avukat ofislerine girdiklerinde sordukları ilk soru ise, “ofiste gizli kamera veya ortam dinlemesi var mı?”Olmuştur. Bu ziyaretlerin, sıradan bir avukat - müvekkil görüşmesi olmadığı çok açıktır. Keza, aklı başında olan ve yasal sınırlar içerisinde hareket eden hiç kimse de, kendisini başkası gibi tanıtarak avukatlardan randevu istemezler. 
7


Benim gözaltına alınmamı müteakip, biz bu hanımlardan şüphelendiğimiz için, 5.6.2009 günü saat 18.20 de avukatlarım bu hanımları ofis telefonundan aramış iseler de, hukuki danışma için avukat aradıklarını beyan eden bu hanımlar, avukatlarımla görüşmekten kaçınmışlar ve görüşme talebini anlamsız bir şekilde ret etmişlerdir.

Benim tutuklanmamdan sonra da, ofisine polis tarafından gece girilerek, gizli kamera yerleştirilen bu şekilde takibe alınan ve daha sonrada tutuklanan Avukat sayın Necdet Okçu’ yu da ziyaret edip etmediklerini öğrenmek için müdafilerimden rica ettim. Bu kadınların aynı şekilde avukat sayın Necdet Okçu’ yu da Çankaya’da bir alışveriş merkezin de rastlaşmış gibi yaparak, 
çok acil bir durum olduğu iddiası ile hemen evlerinde görüşme talep ettiklerini ve zorla evlerine gitmek istediklerini, Avukat sayın Okçu ile ofisinde görüştüklerini öğrendim ve hiç şaşırmadım.
Ceza hukukunda, hayatın doğal akışına uygun olmayan tüm hallere şüphe ile yaklaşılır ve bu şüpheli haller/kişiler daha detaylı incelenir. Bu kadınların ziyaret ettiği tüm avukatların ofislerine bir şekilde girilip, delil yerleştirilip, bu hukukçular, şüpheli/sanık haline getiriliyorsa, burada durulması ve mevcut şüpheli halin daha derin araştırılması gerekir. İşte bir ceza hukuku avukatı olarak o süreçte bizim yaptığımızda budur.

bb- Kadınların bıraktığı kartvizitlerde ki hiçbir telefon numarası kendi üzerlerine kayıtlı değildir. Hayatını yasal sınırlar   içerisinde sürdüren bir kimsenin başkası adına kayıtlı telefon kullanması doğal değildir.

Bahse konu kadınların, 18.5.2009 tarihinde yaptıkları ziyarette bize verdikleri kartvizitlerde yer alan telefonların hiçbirisi kendi üzerlerine kayıtlı değildir. Aylin ATMACA’ya ait kartvizit üzerinde yazan 0539 498 27 63 numaralı telefonun Ebru TAŞAN isimli bir kişiye 0 535 293 10 92 numaralı telefonun Hasan GENÇ isimli bir kişiye ait olduğu, Ayşegül Hüma BABUNA’ ya ait kartvizit üzerinde yazan 0533 723 58 63 numaralı telefonun rehbere kayıtlı olmadığı (ancak bu telefonun da SEDA CAYMAZ adına kayıtlı olduğu sonradan ortaya çıkmıştır), 0535 292 87 59 numaralı telefonun ise Fırat YILMAZ isimli kişiye ait olduğu tespit edilmiştir. Hayatını yasal sınırlar içerisinde yaşayan bireylerin, başkaları adına kayıtlı telefonları kullanması hayatın doğal akışına aykırıdır.
Ancak soruşturma ve kovuşturma aşamasında bu kadınlar hakkında yazılı tüm taleplerimize rağmen, enteresan bir biçimde hiçbir araştırma ve inceleme yapılmadı. Sırf bu nedenle soruşturmayı yürüten savcılar hakkında, “Suç Örgütüne Bilerek Ve İsteyerek Yardım Etmek” eyleminden ötürü HSYK.na suç duyurusunda bulunmak zorunda kaldık. Diğer yandan dosyaya gelen ses kayıtlarından, Ayşegül Hüma Babuna’nın fiilen kullandığı 0533 7235863 numaralı telefona 2 Haziran 2009 da gönderdiğim ve cep telefonu görüşme kayıtlarında geçen mesajın silindiği anlaşılmaktadır. Bu normal bir durum değildir.
8

cc- Mahkemede Yapmış Olduğum Savunmaları İçeren İthamların Basın Organlarında Üç Defa Yer Almış, Bunların İkisine Şüpheliler Açıklama Göndermişler ve Bana Herhangi Bir Suçlama yöneltememişlerdir.
Benim, Ayşegül Hüma Babuna ve Aylin Atmaca ile ilgili iddialarım, daha önce, savunmamı yapmamı müteakip Temmuz 2010 da değişik basın organlarında, Adnan hocacılarla ilgili, 6 Ekim 2010 tarihinde bir yazı kaleme almasını müteakip Yeni Çağ Gazetesi yazarı sayın Sabahattin Önkibar’ a avukatım aracılığı ile göndermiş olduğum faks sonrasında, 18.10.2010 tarihinde “Silivri’den gelen dehşet uyarı” şeklinde gazetedeki köşesinde yayınladığı yazı ile Yeni Çağ Gazetesinde ve 3-4-5 Mayıs 2011 tarihinde kitabımdaki bu kadınlarla ilgili bölümü yayınlamaları nedeni ile Oda TV. de de yer almıştır.
Ayşegül Hüma Babuna ve Aylin Atmaca, gerek Ekim 2010 da Yeni Çağ gazetesine, gerekse Mayıs 2011 de Oda TV.ye, benim iddialarım ile ilgili açıklama göndermişler, ancak o tarihlerde ne bu iddialarımın iftira olduğu gerekçesi ile benim hakkımda suç duyurusunda bulunmuşlar, ne de aynı gerekçe ile aleyhimde tazminat davası açmışlardır.

Gerek soruşturma aşamasında, gerekse kovuşturma aşamasında, savcıların ve davayı yürüten mahkeme hakimlerinin, bu kadınlarla ilgili delilleri CMK.na açıkça aykırı bir yaklaşımla toplamamaları nedeni ile, bu savcılar ve hakimler hakkında, HSYK .na suç duyurusunda bulunmak zorunda kaldım. Ayrıca Ayşegül Hüma Babuna ve Aylin Atmaca ve sair bazı şüpheliler hakkında gerekli soruşturmanın yapılması maksadıyla suçun işlendiği mahal olan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na (CMK.nun 250 nci Md. İle Görevli ) suç ihbarında bulundum ve bu kadınlar hakkında 2010/825 numarasına kayıtlı soruşturma başlatılarak 
ifade vermeleri için, huzurdaki davayı açmadan önce Ankara’da ki savcılığa davet edilmişlerdir. Ancak Ayşegül Hüma Babuna ve Aylin Atmaca, savcılığın bu davetine, celpte belirtilen tarihte Ankara’da olmalarına rağmen icabet etmemişler, Ankara’da ve hatta adliyede oldukları halde, savcılığa avukatlarını göndererek, İstanbul’da ifade vermek istediklerini belirtmişlerdir. Bunun aleyhlerindeki mevcut delillerin sağlamlığı nedeni ile tutuklanma korkusundan olduğu çok açıktır.

II- Daha Sonra Ortaya Çıkan Deliller
Kovuşturma aşamasında dosyaya TİB tarafından gönderilen ses kayıtlarından ve HTS dosyalarından ortaya çıkan maddi bulgularda şu şekildedir:





9



aa- 18.5.2009 tarihinde saat 15.55.de, benim 05327727720 numaralı cep telefonumu arayan 
ve TİB.de “485591344” ID numarası ile kayıtlı olan görüşmede, “Ben Ceyda ERTÜZÜN’ üm, kardeşim şu anda Ankara’da ” diyerek (kendisinin Ankara dışından aradığını dolaylı olarak belirterek) randevu isteyen kişinin, “Ceyda Ertüzün değil”,
bizzat “Ayşegül Hüma Babuna” olduğu ortaya çıkmıştır.


bb- Ayşegül Hüma Babuna’nın beni, “Ceyda Ertüzün” adı ile aradığı “05337235863” nolu telefon arama esnasında Ankara’da İzmir-1 Caddesinde (Kızılay) sinyal vermektedir.

cc- 1.6.2009 saat 15.15 de Ayşegül adıyla (Ayşegül Hüma Babuna) görüşülen kişi ile,
18.5.2009 saat 15.55 de “Ceyda Ertüzün olarak kendisini tanıtan” kişi aynı hanımdır. Ses frekansları, parmak izi gibidir. Herkesin ses frekans aralığı farklıdır ve bu ilmi olarak tanımlanabilir. 

dd- Sekreterimle 3.6.2009 saat 15.10 da yapmış olduğum ve TİB. de “497527904” ID numarası ile kayıtlı olan görüşmede, açıkça Ayşegül Hüma Babuna ‘ya 2.6.2009tarihinde cep telefonundan mesaj gönderdiğim, Onunda mesajı geç gördüğü için arayamadığı hususu yer almasına karşın, bu mesaj kayıtlarının, TİB ve emniyet tarafından ses kayıtlarından silindiği anlaşılmaktadır.

Tüm bu olgular, belgeler ve deliller, şüpheliler Ayşegül Hüma Babuna ve Aylin Atmaca’nın, masum insanların ofislerine delil mermi vs yerleştirilerek uzun süre yasa dışı bir suretle 
hürriyetlerinin tehdit edildiği kirli operasyonlarda bir şekilde kullanıldıklarını kanıtlamaktadır.

e- Bu soruşturmalar esnasında görülmüştür ki, Beşiktaş adliyesindeki bir çok hakim ve savcı POLİSLERE BOŞ KARAR İMZALAYIP VERMİŞLERDİR. BÜTÜN OPERASYONLARI POLİS KENDİ SEÇTİĞİ HEDEFLERE GÖRE ( Hedef alınacak kişiler ABD.li TTIC görevlileri ile birlikte belirlenmiştir) MAHKEME KARARLARININ İÇİNİ KENDİLERİ DOLDURARAK YAPMIŞTIR. Bu somut delillere rağmen, şüphelilerden halen Yargıtay üyesi olan Halit Kıvrıl ve İbrahim Ataman, suç işledikleri delilleri ile sabit olan Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesinde görevli bir kısım hakim ve savcıları müfettiş incelemesi sırasında delilleri gereği ve talep edildiği gibi toplamamakla ve hazırladıkları raporlarla korudukları anlaşılmaktadır. Keza, HSYK . nın etkili bazı üyelerinin de haklarında somut olgular ve deliller bulunan özel yetkili bazı hakimler ve savcılar hakkında gereğinin yapılmamasını sağladıkları anlaşılmaktadır. Daha sonra hâkimlerin boş mahkeme kararı imzalayıp verdikleri bu polislerin ABD büyükelçiliğine brifing 
verdikleri ortaya çıkmıştır.

10

f - “AKP ve GÜLEN’i Bitirme Planı” adlı sahte belgenin avukatlık ofisime yerleştirilmesi organizasyonunun değişik aşamalarında yer aldıkları yönünde aleyhlerinde kuvvetli suç şüphesi bulunan tüm isimleri (Ali Fuat YILMAZER, Serkan ŞİMŞEK, Metin ERTEMUR, Abdullah ÖZER DEMİREL, ALİ YILMAZ, BİLGA MURAT, Ahmet KAYA, NURHAN ÇAVUŞ, Mehmet Avni ŞAHİN ile sivil şahıslar SELİM ERÇELİK MÜSLÜM NALBANT, Mahmut HAZIROĞLU, Kemal GERGİN ve Altay Tokat) ve telefon numaralarını mahkemeye bildirmeme rağmen, mahkemece herhangi bir işlem yapılmamıştır. Bu hal, amacın maddi gerçeği ortaya çıkartmak olmadığını SOMUT olarak kanıtlamaktadır.
g- Avukatlık ofisime girilmesi organizasyonunu bizzat İstanbul’dan Ankara ‘ya gelerek yönettiği iddia edilen ve HRANT DİNK suikastında sorumluluğu olduğu Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu ile belgelenen Ali Fuat Yılmazer’in telefon kayıtları, yazılı talebimize rağmen ve hala ısrarla getirilmemekte ve buna ilişkin bir inceleme de yapılmamaktadır.

h - Ofisime girildiği tarih olan 3.6.2009 sabahı, hakkımda delil elde edilemediği için polisler ve özel yetkili savcılık tarafından telefon dinlemesi kararının 3 ay, gizli izleme kararının 4 
hafta uzatılması için İstanbul 11. özel yetkili ağır ceza mahkemesinden talepte bulunulmuştur. Öğleden sonra ise, adımın bile geçmediği bir ihbar maili dayanak alınarak aynı emniyet ve savcılık tarafından hakkımda arama yakalama kararı yazılı olarak talep edilmiş ve aynı mahkemeden bu karar alınmıştır. Bu hukuki bir izahı olması mümkün olmayan çok büyük bir çelişkidir.

ı - Askeri casusluk iddialarıyla ilgili Ankara Cumhuriyet Savcısı ŞADAN SAKINAN’ a 2009/8745 Soruşturma no’lu dosyada 52 sayfalık belge sunup bu durumu detaylı olarak anlattım. Ayrıca 51 
no’lu DVD’yi -ki içinde askeri sır içeren bilgiler vardır- M. LEVENT GOKTAŞ’ın bürosuna koyan polisin resmini vererek kimliğinin tespit edilmesini talep ettim. Bu süreçte İstanbul TEM Şubede görevli bazı polisler tarafından tehdit edildim. İstanbul TEM şubede görevli bir polis, 27 -29/03/2009 tarihlerinde korucuların gözaltına alındığı aşamada, meslektaşım ve arkadaşım Avukat ŞEYHMUS ASLAN’ a (Mardin Barosunda görevli) “Seni SERDAR ÖZTÜRK

yönlendiriyor biliyoruz, onu da burada misafir edeceğiz” demişler. Bu bir tehdittir. Ancak ben herhangi bir şekilde bu tip tehditlerden çekinmeden müdafilik görevimi yerine getirmeye devam ettim. Müteakiben 18/05/2009 tarihinde emniyet içinde “askeri casusluk” yapan şebekenin kullandığı kamuoyunda Adnan Hocacı olarak bilinen AYŞEGÜL HÜMA BABUNA ve AYLİN ATMACA adlı kişiler yakınlarıyla ilgili bir dava olduğu bahanesiyle ve bununla ilgili danışmalarda bulunmak istedikleri şeklinde bir MASKE ile, Ankara’ da ki avukatlık ofisime gelerek keşif yapmışlardır. Devam eden süreçte 02/06/2009 - 06/06/2009 tarihleri arasında dört günlüğüne

11

Ankara dışına çıktığım bir dönemde 03/06/2009 gecesi apartman görevlisi KEMAL GERGİN adlı kişiyi de angaje etmek suretiyle Ankara TEM Şubesinde görevli SERKAN ŞIMŞEK ve METİN ERTEMUR adlı polisler tarafından gece 02:00 ile 05:00 saatleri arasındaki bir zaman diliminde Ankara’ da ki avukatlık ofisime girilmek suretiyle Genel Kurmay Başkanlığından çalınmış gizli -çok gizli evraklar, mermiler ve kamuoyuna “AKP ve GÜLEN’İ BİTİRME” planı diye açıklanan “İrtica İle Mücadele Eylem Planı” adlı sahte belge yerleştirilmiştir.
i- İlk andan itibaren, yani daha gözaltındayken, 6.6.2009 günü özel yetkili savcılığa dilekçe vererek, tespit işleminde ilk defa gördüğüm gizli belgeler, mermiler ve bazı belgelerin bana ait olmadığını belirtip, üzerlerinde parmak izi incelemesi talep ettim. Ancak bu inceleme yaptırılmadı. Gelinen aşamada, suçlandığım hiçbir belgenin üzerinde parmak izim bulunmadığı ortaya çıktı. Ancak tüm yazılı taleplerimize rağmen, ısrarla ve hala ofisimden çıkan sahte plan üzerinde parmak izi araştırması yapılmamakta, bu şekilde gerçek suçlular korunmaktadır. Ortalama zekaya sahip ve ruh sağlığı yerinde olan hiç kimse böyle bir garabeti, bağımsız hakimin yargısal takdiri diye açıklayamaz.

j - İddianame ekleri yayınlandıktan sonra İstanbul TEM Şubesinde görevli polislerin hakkımda çok sayıda sahte belge düzenledikleri, yasa dışı telefon dinlemesi ve kaydı yaptıkları, bana ait 
olmayan elektronik postaları bana aitmiş gibi dosyaya delil olarak koyduklarını tespit ettim. Bu nedenle gerek ilgili emniyet görevlileri, gerekse sahte HTS kaydı üretilmesi nedeniyle TIB 
yetkilileri hakkında çok sayıda suç duyurusunda bulundum. İstanbul TEM Şube görevlileri tarafından hazırlanan ve İstanbul Ozel Yetkili 13.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2010/106 Esas sayılı dosyasının 23 .klasöründe 31 .sayfada yer alan belgede benim İstanbul’da 0216 474 32 53 numaralı bir telefonum bulunduğu ve bu telefonla LEVENT KARA isimli bir şahısla 4 defa görüştüğüm iddia edilerek bir belge düzenlenmiştir. Müteakiben Telekom’ dan gelen belgeye göre bahse konu 0216 474 32 53 numaralı telefonun Üsküdar İstanbul’da oturan 1971 Tokat Almus nüfusuna kayıtlı T.C.Kimlik no: 286 254 185 12 olan ve tabelacılık mesleği ile uğraşan bir vatandaşımıza ait olduğu ve adı geçen kişinin bu telefonu uzun bir zamandan bu yana kullandığı anlaşılmıştır.

k - Yine aynı soruşturma/kovuşturma kapsamında benim hakkımda İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğü tarafından 30/12/2009 tarihli bir tespit tutanağı düzenlenmiş. Bu tespit tutanağında hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım TEOMAN ALİLİ isimli kişiyle iki defa görüştüğüm (daha sonra gelen HTS kayıtlarından bunun doğru olmadığı ortaya çıkmıştır), keza aynı tutanağın 17.maddesinde müvekkilim DİLEK BOZKAYA ile 30/01/2007 tarihinden 14/06/2009 tarihine kadar 2432 defa görüştüğüm iddia edilerek sahte bir tutanak düzenlenmiştir.

12


(oysa 2007 yılında Dilek Bozkaya’yı tanımıyordum) TİB tarafından Fatih C.Başsavcılığının 2010/12549 (İstanbul C.Başsavcılığı 2010/182979) soruşturma sayılı dosyasına gönderilen

28/09/2010 tarihli yazıda “bir görüşmenin başkanlığımız sisteminde görülebilmesi için birkaç saniye olsa bile bir görüşme olması gerekmektedir.” Denilmektedir. Hal böyle iken TİB ten gelen ses dosyalarının analiz edilmesi sonucu telefonlarımın dinlendiği 04/03/2009 tarihi ile 04/06/2009 tarihi arasındaki üç aylık periyotta HTS kayıtlarına göre 180 görüşme yapıldığı şeklinde kayıt yer almasına rağmen, bu dönem içerisinde fiilen 50 görüşme olduğu, 130 görüşmenin sanal olarak üretildiği, karşılıklı telefon açılmamış olmasına rağmen çağrı süresi kadar görüşme yapılmış gibi gösterildiği, yine hiç çalma sesi ve görüşme olmadığı halde fiilen görüşme yapılmış gibi kayıtlar düzenlendiği anlaşılmıştır.

l - Yine aynı dosya kapsamında İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğü tarafından 
04/03/2009 tarihinde başka bir tespit tutanağı düzenlenmiş bu tespit tutanağında tanımadığım ILYAS ÇINAR adlı sanıktan el konulan 51 nolu CD içerisinde yer alan bir ekran görüntüsü tutanağa aktarılmıştır. Aynı tutanakta benim başka bir sanıktan elde edilen kayıtlara göre mason olduğum yönünde bir kayıt düşülmüştür. Bu ekran görüntüsünün çıktıları gerek aynı mahkemede görülen 2009/191 Esas sayılı, gerekse 2010/106 Esas sayılı dosyalarında ayrı ayrı yer almaktadır. Bilgisayar kullanmayı çok az bilen bir kişi dahi bir ekran görüntüsünün üç farklı şekil içeren bir çıktısının olmayacağını bilir.

Keza, gelinen aşamada, İEM.lüğü tarafından İlyas Çınar’dan 7.1.2009 da el konulan 51 nolu CD.nin hash değerinin 10.06.2009 günü saat 12.29 da “78FBC5E503797FB28E22A1 A647CD 
5496” şeklinde tespit edildiği anlaşılmaktadır. Aynı emniyet raporunda 51 nolu CD.nin içeriğinde 40.468.480 bytes büyüklüğünde veri depolandığı kayda geçmiştir. Talebimiz üzerine Bilirkişi HAYRETDİN BAHŞİ ve naip hakim HÜSNÜ ÇALMUK tarafından 3.2.2011 tarihinde hazırlanan “Bilirkişi İnceleme Tutanağında”, İlyas Çınar’dan el konulan 51 nolu CD.nin 3.2.2011 tarihi itibarı ile hash değerinin 5db5cca1cfeeacea5bf83bc35cb4317e” olduğu tespit edilmiş, keza Hayretdin BAHŞİ tarafından hazırlanan 02.12.2010 havale tarihli bilirkişi raporunda, el konulan CD.ye sonradan veri yüklenip yüklenmediğini kanıtlayacak olan CD.nin içinde kaç byte lık veri olduğunu gösteren bilgi de yer almış ve bilirkişi raporunun hazırlandığı tarih itibarı ile 51 nolu CD.nin içinde 40.472.576 byte lık veri olduğu tespit edilmiştir.

Tüm bu veriler ve olgular birlikte değerlendirildiğinde, 7.1.2009 tarihinde İlyas Çınar’dan el konulan 51 nolu CD.nin HASH DEĞERİNİN DEĞİŞTİĞİ, 10.06.2009 da tespit edilen hash 
değeri ile 3.2.2011 tarihinde belirlenen hash değerinin farklı olduğu, keza 10.06.2009 tarihinde emniyet tarafından 51 nolu CD.nin içeriğinde 40.468.480 bytes lık veri bulunduğu kayıt altına

13

alınmış iken, 02.12.2010 tarihli bilirkişi Hayretdin Bahşi’ nin raporunda yer alan tespitte, CD.nin içeriğinde 40.472.576 “byte” lık veri bulunduğunun tespit edildiği, bu şekilde 7.1.2009 tarihinde gerçekleştirilen el koyma işleminden sonra 51 nolu CD.nin içeriği ile oynandığı ve “4.096” “byte” lık veri yüklendiği anlaşılmaktadır.

m - Aynı soruşturma kapsamında mahkeme kararıyla 
e-postalarımın izlenmesine karar verilmiş. Fakat bana ait olmayan serdarozturk@gmail.com adlı İstanbul Acıbadem Kadıköy’ de mukim EYÜP SERDAR ÖZTÜRK adlı vatandaşa ait bir e-posta adresi takip edilerek kayıt altına alınmış ve bu mailler bana aitmiş gibi delil olarak dosyaya sunulmuştur. Bunun nedeni şudur; polis telefon dinlemelerinden dolayı benim elektronik posta adreslerimi gayet net bir şekilde bilmektedir. (serdarozturk68@gmail.com ve avukatserdarozturk@gmail.com bilmektedir.) Ve bu bilgi 14/05/2009 tarihinde Teknik Takip İzleme Büro Amirliğinde görevli bir memur tarafından TEM Şube Müdürlüğüne doğru olarak yazılmış ve gönderilmiştir. Ancak buna rağmen sadece hukukçu arkadaşlarımla yaptığım mailleşmelerin yer aldığı bana ait e -postalar yerine çok sayıda uygunsuz siteye girdiği anlaşılan tanımadığım 26920964918 T.C.Kimlik numaralı EYÜP
SERDAR ÖZTÜRK’ e ait e-postaları bana aitmiş gibi delil olarak dosyaya koymuşlardır.

n- Yine aynı mahkeme ve aynı esas numaralı dosyada 29.klasörde İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şube görevlilerinin C.M.K’nun 135 ve 45. maddelerine aykırı olarak birinci dereceden akrabalarımla yaptığım özel hayatıma ilişkin görüşmeler (Eşim Merve ÖZTÜRK ile aramızda değişik tarihlerde yapılmış olan ve başta TİB ID numaraları, 440907737, 451731528, 457416532, 486755800 ve 495607246 olan görüşmeler olmak üzere yüzü (100) aşkın telefon
görüşmesi, Ablam Rüya ÖZTÜRK YILDIRIM ile aramızda değişik tarihlerde yapılmış ve TİB ID numaraları: 431914389, 431938943, 433575265, 436551927, 446857253, 449366356, 451697902, 451732763, 458116949, 458573192, 462540356, 467437511, 467582987, 467606052, ve 495317580 olan görüşmeler, Annem Başak ÖZTÜRK ile değişik tarihlerde yapılmış ve başta TİB ID numaraları 431255309, 441956761, 447119542, 447123702, 447144741, 447151317, 447189528, 447713901, 448477081 olan onlarca görüşme, yasalara açıkça aykırı olarak dinlenmiş ve kayıt altına alınmıştır.) ve avukat-müvekkil ilişkisi kapsamında yapılan görüşmeler yasaya aykırı olarak dinlenmiş ve kayıt altına alınmıştır. Buna ilişkin olarak 
aynı dosyanın 29.klasörünün 267.sayfasında, Savcılık tarafından tutanak düzenlenerek 30 tane telefon görüşmem yasal olmayan şekilde dinlenip, kayıt altına alınıp, tape edildiği için dosyadan 
çıkartılmış ve tarafıma tutanakla teslim edilmiş, ancak buna rağmen, CMK.nun 160 ve TCK.nun 279 ncu maddelerinin hilafına, polislerle ilgili C. Savcıları ve mahkeme hakimleri tarafından hiçbir yasal işlem yapılmamıştır. 


14



Telefonlarımın dinlendiği ve kayıt altına alındığı 4 Mart 2009 ile 3 Haziran 2009 tarihleri arasında üç aylık sürede dinlenen ve dijital olarak TİB ID NO: 430701420 ile 497941680 olarak kaydedilen iletişim tespit sayısı, yaklaşık 67.240.260 adettir . Bir ülkede, 3 aylık süre içinde 67 milyon telefon görüşmesinin dinlenip kayıt altına alınması normal bir durum değildir . Kaldı ki, bu telefon görüşmelerinin çoğu yasaya aykırı olarak dinlenmiş ve kaydedilmiştir. Bu kadar yasa dışı telefon dinlemesi ve kaydı yapılmasından şüpheli Binali Yıldırım’ın da cezai bakımdan sorumlu olduğu çok açıktır.

o - Polisin içindeki teşekkül ettiği anlaşılan, suç örgütünün faaliyetlerinin alt yapısı, eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı SABRİ UZUN tarafından 20/09/2010 tarihinde Mülkiye Baş Müfettişleri FERDA İLERİ, MUSTAFA UÇKUYU ile Polis Baş Müfettişi NECAT ÖZDEMİROĞLU tarafından alınan ifadesinde çok detaylı olarak izah edilmiştir. Keza, bugünki TBMM Başkanı Cemil Çiçek 
tarafından da, 2007 yılında bir gazetede yayınlanan röportajında yargı ve emniyet içinde Fetullah Gülen cemaatinin yapılanmasına ve faaliyetlerine dikkat çekilmiştir.
5- Dolayısıyla tüm bu atılı eylemlerde, yürütme organına bağlı olan polislerin kasıt altında hareket ettiklerinde en ufak bir şüphe bulunmamaktadır. Polislerin soruşturma adı altında işledikleri ve belli bir plan dahilinde icra edildiği anlaşılan, keza ağır cezalık nevaddan olan eylemlerini, C. Savcılarının bilgisi dışında işlemelerinin olanaksız olduğu düşüncesinde olduğumuzdan soruşturmaları yürüten savcılar hakkında suç duyurusunda bulunmak zorunda kaldık. Sorulması gereken bir soruda şudur ki, ortada gerçek bir terör örgütü var ise, polis neden bu kadar çok sahte belge hazırlamaktadır. Bunun cevabı elbette, ortada bir terör örgütü olmadığından dolayıdır.

Soruşturmaya, Avukat Mustafa Levent Göktaş’ın müdafisi olarak girdiğimiz aşamada, ilk verdiğimiz dilekçelerden biri de, “soruşturma bu şekilde hukuka aykırı yöntemlerle yürütülürse, bu durum ileride yargının saygınlığının zedelenmesine yol açacaktır .” Şeklinde bir dilekçe idi. Yaklaşık üç yıl önce söylediğimiz şeyler “Dink Davası kararı” ile doğrulanmış, katiller ve katillerin arkasındaki güçte belli iken, verilen bu karar ile artık “yargı tartışılır” hale gelmiştir. Bunu yapmaya kimsenin hakkı bulunmadığını düşünüyoruz.

6- Oynanan oyunun ne kadar sinsi ve aşağılık bir oyun olduğunu göstermek için örnek vermek gerekirse; benim ofisime silahım olmadığı halde mermiler ve sahte planlar Fetullahçı olduğunu öğrendiğimiz polisler tarafından yerleştirilmiştir. “AKP ve GÜLEN’i BİTİRME PLANI” diye kamuoyuna açıklanan bu sahte plana “Fetullahçıların evlerinde silah ve mermi bulunması sağlanacak, bu şekilde cemaat FSTÖ olarak tanımlanacaktır” diye yazılmıştır. Akabinde “Muhammedi ruhu canlandırmaya çalıştıklarını açıklayan” Fetullah Gülen, 14 Haziran 2009'da ABD'deki ikametgahlarından
15



TV. lara çıkarak “bunu bize nasıl yaparlar bizim çocuklarımızda toplu iğne bile yoktur” diye ağlamıştır. Muhammedi ruhun canlandırılmasına Müslümanım diyen hiç kimsenin itirazı olamaz. Bu ülkede laikliğin yanlış uygulandığı herkesin malumudur. Ama bu eylemlere bakıldığında, yapılan işlerin Muhammedi ruhu değil, şeytanın ruhunu canlandırmak ve fitne yaratmak olduğu çok açıktır. İşte acı olan budur. Hangi siyasi görüşten ve inançtan olursa olsun, temiz akıllı ve samimi inanç sahibi olan insanların, buradaki oyunu anlamaması ve bu yapılanları tasvip etmesi mümkün değildir. O yüzden de yargılama herkesin gözünden kaçırılarak icra edilmektedir. Yargılama esnasında yapılan hukuksuzluklar ve yargı mensupları tarafından işlenen suçlar ortaya çıkacağı için dosya, Anayasanın 148 nci maddesinin ve Yargıtay Kanunun hilafına, görevli ve yetkili Yargıtay 11 nci Ceza Dairesine ve Anayasa Mahkemesine gönderilmemektedir.(İlker Başbuğ ve İlhan Cihaner dosyası ile irtibat Yönünden) Gerçek budur. Bugün yapılanlar, 20 nci yüzyılda NAZİ Almanya'sında yapılanların değişik bir versiyonudur. Menşei ABD olan, ülkeyi ve toplumu önce fikren, sonra da fiilen bölerek terör ortamı yaratmaya hizmet eden kötü bir oyundur. O yüzden ben, bu işe alet olanlar dahil herkesi samimiyetle ve iyi niyetle “Bu işin arkasındakilerin sonu naziler gibi olacak, Yapılan işin Müslümanlıkla ve insanlıkla ilgisi yok. Bu işlere alet olmayın” diye uyarmaya çalışıyorum

7- Yukarıda da izah edildiği üzere, açıkladığımız nedenlerle, şüpheliler arasında bakanların, HSYK üyelerinin ve halen Yargıtay üyesi olan iki hakimin de bulunması, birlikte ve birbiri ile irtibatlı olarak suç işledikleri yönünde aleyhlerinde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunu gösteren olguların mevcudiyeti nedeni ile, tüm şahıslar hakkında yetkili olduğunu düşündüğümüz Yargıtay CBS.lığına 16.4.2012 tarihinde, 2012/35052 numarasına kayıtlı olarak suç duyurusunda bulundum. Ancak Yargıtay CBS.lığı tarafından 4.5.2012 ve Muh.No 2012/35 sayılı, “şikayet edilenlerden hiç birisinin 4483 sayılı kanunun 12 nci maddesinde geçen kişilerden olmaması nedeni ile, şikayetinize ilişkin herhangi bir işlem yapılamamıştır.” Şeklinde bana cevap verilmiştir. Bu cevabi yazıdan suç duyurusunun hiç işleme konulmadığı anlaşılmaktadır. Oysa ki CMK.nun “(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.” Şeklindeki 160/1 nci maddesi çok açıktır ve bu madde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında görevli Cumhuriyet Savcılarını da bağlamaktadır. Yargıtay CBS.lığının, işlendiği iddia edilen ağır cezalık nevaddan suçlarla ilgili somut olgular sunulmasına delilleri açıklanmasına karşın hiçbir işlem yapmaması, suç duyurusunu kendisi yetkili değilse bile, CMK.nun 160/1 nci maddesi gereği yetkili makamlara göndermemesi hatalı olmaktan öte, bizatihi Yargıtay Cumhuriyet


16


Başsavcısının ve diğer ilgililerin TCK.nun 279 ncu maddesi bağlamında cezai sorumluluğunu gerektiren bir durumdur.
8- Bu açıklamalardan sonra, Mevcut suç duyurusunun hukuki bakımından değerlendirilmesinin tam olarak yapılabilmesi için öncelikle “Ergenekon Projesi” nin veya davasının ne olduğu, geldiği aşama ile benim yargılandığım ve kamuoyunda ıslak imza olarak bilinen davanın çok kısa özetlenmesi gerekmektedir. Zira bir operasyonun içinde ABD.liler var ise, ABD.nin niyet ve maksadının ortaya çıkartılması zorunludur. Şöyle ki;

A- Ergenekon Davası (Projesi)


Soğuk savaşın sona ermesini müteakip, 1991 yılında ABD petrol kaynaklarını ele geçirmek maksadıyla Irak’ı işgal etmiş, ancak o dönemde yapılan bir hata nedeni ile bu amacına tam 
olarak ulaşamamıştır. Aynı dönemde PKK terörü ile mücadele eden Türkiye, Provide Comfort/Çekiç Güç harekatı çerçevesinde görev yapan ABD.lilerin, PKK terör örgütüne fiilen destek sağladıklarına dair somut bulgular elde etmiştir. O dönemden itibaren PKK.nın kontrolü fiilen ABD.nin eline geçmiş, ABD bu örgütü, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması amacını sağlamak için piyon olarak kullanmıştır. Halen de PKK ve siyasi uzantıları ABD.nin kontrolündedir. ABD.nin amacı daha sonrada ifade edeceğimiz gibi, Kuzey Irak ve çevresindeki Kürt bölgelerini birleştirerek bir Kürt devleti kurmak sureti ile, bölgedeki petrol ve maden 
yatakları ile temiz su kaynaklarını ele geçirip, İsrail’in askeri güvenliğini sağlamaktır. Bu planın önündeki en büyük engel, Ortadoğu’da müstakil hareket edebilecek kabiliyette tek güç olan Türk Ordusudur. Nitekim TSK, 1995 de yaptığı “Çelik Harekatı” ile, o dönemde ABD ve israil tarafından kurulmasına karar verilmiş olan “Kukla Kürt Devleti Projesi”ni engellemiştir. ABD.liler bu harekatı ikinci Vietnam yenilgisi olarak görmektedirler. Keza, Türk Ordusunda görevli bazı subay ve generallerin geleceğe yönelik güvenlik projeleri bağlamında da Çin ve Rusya ile ittifak aranması yönündeki görüşleri ABD.yi tüm dünyada zayıflatacak olması nedeni ile bu görüşe sahip olan Atatürkçü subaylar ile anti emperyalist ve Kemalist yapılanmalar, ABD.tarafından düşman olarak görülmeye başlanmıştır. Nitekim 2000 yılında TBMM.de RP . Milletvekili sayın Mehmet Bekaroğlu’ nu ziyaret eden CIA görevlisi John Kunstadter adlı kişi, “Kemalizm ABD.nin önündeki en büyük engellerden biridir” diye açıkça ifade etmiştir. Dolayısı ile, Kemalizm’ in İslam dininin düşmanı olmamasına, Atatürkçülerin çoğunun samimi inanç sahibi insanlar olmalarına rağmen, antiemperyalizmin en büyük dayanağı olan Kemalizm 
ve Atatürkçü yapılanmalar, ABD ve işbirlikçisi bazı cemaatler tarafından açıkça hedef alınmıştır. O tarihten bu yana ABD.liler, Türk Ordusunu çökertecek, diz çöktürecek, müstakil hareket etme 
yeteneğini yok edecek planlar peşinde olmuşlardır. İşte sahte belgeler ile sanal olarak üretilen 

                                     17 

Ergenekon Örgütü Projesinin temel nedeni budur. Gelinen aşamada, yayınlanan WikiLeaks belgelerinden anlaşıldığı kadarı ile, siyasi iradenin ve Ordunun Uluslararası bir tehdit ile karşı karşıya olması nedeni ile bu operasyonu durduramadıkları anlaşılmaktadır. Ancak bu doğru bir yöntem değildir. Zira, son günlerde bazı illerimizde Alevi kökenli vatandaşlarımızın evlerinin işaretlenmesi, bazı siyasi cinayetler, toplumda sun’i kutuplaşmalar yaratılması, Uludere Olayı ABD.lilerin asıl amacının aynı 12 Eylülden önce olduğu gibi ülkemiz içinde asimetrik bir iç karışıklık çıkartmak olduğunu göstermektedir.

Diğer yandan, bugün ülkemizde yapılanlar asla değişim olarak açıklanamaz. Zira, 2000 li yılların başına gelindiğinde, ülkede yaşayan her siyasi görüşten, her etnik kökenden ve mezhepten insan, ülkeyi yönetenlerden bıkmış, umudunu kesmiş ve rejimi tartışır hale gelmişti. Keza 2000 li yılların başına gelindiğinde, ülkede Atatürk’ün kurduğu rejimden eser kalmadığını söylemek abartı olmayacaktır. Türk Milleti, genel eğilim itibarı ile, her zaman olumlu yöndeki değişimleri desteklemiş ve bu değişimlerin manevi değerlerin korunarak yapılmasını savunmuştur. Dolayısı ile, bugün “hukuki süreç” maskesi altında yapılanların ve işlenen suçların “eski devletin tasfiyesi” “statükoyu savunanların tasfiyesi” diye örtülmesi mümkün değildir. Dini değerler, hiçbir siyasi partinin ve cemaat yapılanmasının tasarrufunda olmadığı gibi, bizatihi Türk Milletinin dindar olması, manevi değerlerini koruması gerektiğini ifade eden Mustafa Kemal Atatürk’tür. Gerçek bir Atatürkçü’ de, kimsenin inancına karışmamakla, inancını siyaset ve gösteriş malzemesi yapmamakla birlikte, bireysel olarak samimi inanç sahibi bir insandır.
Bu açıklamalardan sonra ifade etmek gerekirse, Ergenekon belgeleri, ilk defa 2000 yılında, Amerikalılara özel hizmetlerde bulunduğunun ortaya çıkmasını müteakip çalıştığı Yeni Şafak gazetesi tarafından işinden çıkartılan Fehmi KORU adlı kişi tarafından yayınlanmıştır.

Bu belgeler daha sonra Mart 2001 de başka bir suçtan gözaltına alınan Tuncay Güney ‘ den elde edilmiştir. Bahse konu belgelerin kaynağının ise Amerikalılar olduğu daha sonra deşifre olmuştur. Zira, 2000 yılında ABD Ankara Büyükelçiliğin de siyasi müsteşar olarak görev yapmakta olan ve CIA görevlisi olduğu iddia edilen JOHN KUNSTADTER adlı kişinin FETULLAH GÜLEN adlı şahsın daha önce özel sekreterliğini yapmış olan TUNCAY GUNEY’i, Temmuz 2000' de Amerika Birleşik Devletlerine gönderdiği, bu kişinin 9 gün Amerika da kaldıktan sonra Türkiye 'ye döndüğü, devam eden süreçte ise, bahse konu Ergenekon belgelerini Mart 2001 de başka bir suçtan gözaltına alınmasını müteakip polise verdiği ve

kendisine sorulmamasına rağmen, sanki bu hikayeleri anlatması için özel olarak görevlendirilmiş ve kurgulanmış gibi Ergenekon Örgütü masalını anlattığı gelinen aşamada açıklığa kavuşmuştur. ABD.lilerin angaje ederek kullandığı Tuncay Güney ile arkadaşlarında ele geçen Ergenekon belgelerinin sahte olduğu o tarihte anlaşıldığı için, bu belgelerle ilgili olarak,
18


MİT müsteşarı Şenkal Atasagun, dönemin özel yetkili Başsavcısı sayın Aykut Cengiz ENGİN ve Emn. İsth. D. Başkanı Sabri Uzun tarafından herhangi bir işlem yapılmamıştır.

Suça konu Ergenekon belgelerinin sahte olduğu bugün dahi'sadece şu noktadan anlaşılabilir. Belgelerin açılmayan bölümlerinde örgütün basın kanadı yöneticisi olarak Zaman Gazetesi yazarı HÜSEYİN GÜLERCE adlı kişi görünmektedir. Sırf bu bilgi dahi belgelerin sahte olarak üretildiğini, özel bazı amaçlara matuf olarak yargı makamlarına iletilmeye çalışıldığını göstermektedir. Dönemin İstihbarat Daire Başkanı SABRİ UZUN 20/Eylül/2010· tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü müfettişlerine vermiş olduğu ifadede bu sahte belgelerin 2001 ve 2006 yıllarında iki defa kendisine getirildiğini, ancak belgelerin ve diğer bazı bilgilerin sahte olduğunun çok açık olması nedeniyle kendisinin herhangi bir işlem yapmadığını, şu anda operasyonu yapanların o dönemde kendi iradesini iğfal edemedikleri için 2001 ve 2006
yıllarında bu 'operasyonu başlatamadıklarını anlatmıştır.

Bu operasyonun hazırlık safhasında 2006 yılında bazı Emniyet görevlilerine, Amerika Birleşik Devletlerinde “delil üretme ve suçlu yaratma” veya benzeri adla bir kurs verildiği, keza 2007 yılında KOM Daire Başkanlığında 40 adet polisin özel olarak çilingir eğitimi gördüğü, aynı şekilde, Ergenekon soruşturma ve kovuşturmalarına katılacak olan hakim ve savcılara da, 
Amerikalı savcı “Susanne Hayden” tarafından soruşturmalar başlamadan önce eğitim verildiği, Mehmet Eymür’ün MİT’den emekli olduktan sonra CIA ‘de (Virginia ‘da ki merkezinde)

öğretmenlik yapmakta iken, Ergenekon operasyonundan hemen önce apar topar Türkiye’ye geldiği ve Ergenekon soruşturmaları kapsamında yapılan gözaltı ve tutuklama işlemlerinden 
önce ve sonra Ergenekon projesini uygulamak için Şubat 2007 de İstanbul emniyet müdürlüğünde özel olarak görevlendirilen Ali Fuat Yılmazer ve Mutlu Ekizoğlu ile Princess otelde görüşmeler yaptığı bugün açıklığa kavuşmuştur.

Müdafi olduğum süreçte, SABRİ UZUN' la yaptığımız görüşmelerde kendisi bana "2006 yılında bu belgeleri geri çevirmesini müteakip, kendisine bu belgeleri getiren emniyet istihbarat daire 
başkan yardımcısı RECEP GÜVEN' in İstanbul Emniyetinde görevli TEM ve İstihbarat Şube Müdürleri ile görüştüğünü, kendisinin bu görevliyi o tarihte takip ettirdiğini, Recep Güven’in bu 
görevlilere kendilerinin bir projesi olduğunu, projeyi sadece belirli emniyet mensuplarının 
bildiğini, dolayısıyla bu kişilerin İstanbul Emniyetinde projeyi uygulamak üzere kendilerinin yerine atanacaklarını, projenin gerçekleştirilebilmesi için kendi görevlendireceği emniyet mensuplarının atanmasının zorunlu olduğunu, bu yer değişikliği nedeniyle husumet gütmemelerini istediğini belirlediğini anlatmıştır. Müteakiben, Sabri Uzun’un görevden alınmasından sonra, Ümraniye’de el bombaları bulunmadan önce, “Ergenekon Projesi” ni uygulamak için, Ali Fuat Yılmazer ve Mutlu Ekizoğlu İstanbul Emn. Md. lüğüne atanmışlardır.

19



Bugün gelinen aşamada, ortaya çıkan belge ve bilgilere göre suikast hücreleri lideri olduğu iddia edilen ve DEMANS (iradi hareket edememek) hastası olduğu belirlenen İBRAHIM ŞAHİN’ in , bazı MİT görevlileri tarafından iradesinin iğfal edildiği ve bu MİT görevlileri nce angaje edilen kişilerce bir kurgu yapıldığı açıklığa kavuşmuş, MİT görevlilerinin kimlikleri ve resimleri dava esnasında tespit edilmiştir. Keza Cumhuriyet gazetesinin bombalanması olayına karışan bir sanık bu işin polis tarafından kendisine yaptırıldığını, anneannesinin hesabına bu nedenle para yatırıldığını somut isimlerle açıkça mahkemede deklare etmiştir. Danıştay davasının bu dosyalarla birleştirilmesinin en önemli kanıtlarından biri olan CD'nin MEHMET EYMÜR' e ait olduğunun ortaya çıkmasından sonra, bu CD Beşiktaş Adliyesinde Adli Emanette kaybolmuş, keza sanıklardan Mustafa Levent Göktaş’ın tutuklanmasının tek gerekçesi olan ve aleyhindeki tek delil olan 51 nolu DVD, bu DVD.yi ofise koyan polisin resminin Ankara’daki C. Savcısına (2009/8745 S.N.lı dosya) verilmesini müteakip adli emanette kırılmıştır. Tüm bu olgular ortada hukuki bir sürecin bulunmadığını, belirli siyasi ve dini görüşe sahip kişilerin Amerikalılar tarafından angaje edilmiş bazı emniyet ve MİT görevlilerinden oluşan bir suç örgütü tarafından hedef olarak seçildiğini, hedef seçilen kişilerin ofislerine, evlerine, arabalarına delil bırakılmak veya el konulan CD, DVD, FLAŞ DİSK gibi dijital veri depolama aygıtlarının kopyalarının usul yasasına aykırı olarak şüphelilere ve müdafilerine verilmeyip, içeriğinde geriye dönük tarihli suç teşkil edecek veri ve delil yaratılması, savcıların kendiliklerinden iddia etmeye ve bağlantı kurmaya utanacakları hususlarda da, organize bir ihbar maili şebekesinin devreye sokulması sonucu hedef seçilen kişilerin tutuklattırılarak, yasal 
olmayan bir şekilde uzun süre hürriyetlerinden yoksun bırakıldıklarını göstermektedir.

Bu süreçte, yine cemaate bağlı bazı yayın organları tarafından yasak olan “25 nci kare” tekniği kullanılmak sureti ile, olmayan bir örgüte ilişkin olarak varmış gibi algı yaratmak ve halkın bilinçaltına bu olguyu yerleştirmek maksadıyla yayınlar yapıldığının anlaşılması üzerine ilgili yayın kuruluşu (Samanyolu TV) hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Şüpheli olarak 
gösterilen bazı gazeteci ve gazeteler tarafından bilinçli bir şekilde sahte örgütü gerçekmiş gibi göstermeye ve toplumsal bir algı yaratmaya yönelik yayınlar yapılmış ve kitaplar yazılmıştır.
Organize bir şekilde yapılan bu eylemlerin, TCK.'nun 77 ve, 78. Maddeleri bağlamında “İnsanlığa karşı suç islemek” fiilini oluşturduğu kuşkusuzdur. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı olmadığı ve Uluslararası anlaşmalar bağlamında da bu suçların af kanunlarının kapsamı dışında olduğunu, insanlıkla ve Müslümanlıkla zerrece ilgisi bulunmayan, küresel bir çetenin emrinde olduğu anlaşılan bu suç örgütüne kasten veya ihmal suretiyle yardım eden herkesin bilmesinde yarar bulunmaktadır.


20



B- Kamuoyunda “İrtica İle Mücadele Eylem Planı” Olarak Bilinen Dava

İrtica İle Mücadele Eylem Planı adlı sahte belgenin oluşturularak, Ankara dışında olduğum bir tarihte, 3.6.2009 gecesi, Ankara Tem Şube görevlilerince benim avukatlık ofisime konulmasının bir tek nedeni bulunmaktadır; Oda benim Ergenekon soruşturmasına yardımcı olan emniyet içindeki suç örgütünün “askeri casusluk” yaptığına dair bazı somut bulgulara ulaşarak, elde ettiğim bulgular ve kanıtlar doğrultusunda yasal gereğini yapmaya tevessül etmemdir.

Emniyet içindeki suç örgütü benim telefonlarımı ve maillerimi takip ettikleri için askeri casusluk eyleminden ötürü bazı görevliler hakkında suç duyurusu hazırladığımı biliyorlardı. Bu belgenin,
4.6.2009 tarihinde benim ofisimde bulunmasını müteakip, 12 Haziran 2009 günü, bu operasyonun basın ayağı olan ve sırf bu operasyon için, Alkım yayınevine 3.6 trilyon teşvik verilerek kurdurulan “Taraf” gazetesinde yayınlanmasını müteakip, 26 Haziran 2009 da, diğer parti gruplarından gizlenerek gece yarısı verilen kaçak bir teklifle, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasının önüne geçilmiş, bu da kamuoyuna sivilleşme diye açıklanmıştır. Oysa ki gerçek bambaşkadır. Bu belge ile askeri casusluk eylemi içindeki asker, polis, savcı, basın mensubu maskesi kullanan ajanlar ve siyasetçilerden oluşan bir suç örgütü, askeri savcılığın “askeri casusluk eylemi yönünden” yapacağı bir soruşturmadan kurtarılmışlardır.

Belge ile ilgili ciddi bir soruşturma yürüten Ankara Cumhuriyet Savcısı sayın Abbas Özden’in, 3.6.2009 gecesi Ankara Tem Şube de görevli bazı polislerce avukatlık ofisime girilerek bu sahte planın ve diğer belgelerin bırakılması eyleminde, polisin içindeki şebekenin, kullandığı adam olan Kemal Gergin’ i doğru olarak tespit etmesi ve onunla ilgili Ekim 2009 ayı başında detaylı araştırmalara girişmesi sonucu, birden bire 15 Ekim 2009 da ıslak imzalı belge ortaya çıkmış ve soruşturma C. Savcısı sayın Abbas Özden’den alınmıştır.

Islak imzalı sahte belge, böyle bir usul ve uygulama olmamasına karşın, altına başbakan tarafından Mercedes verilen ve özel yetkileri alındığında “ne yaptıysam devlet için yaptım” diyerek bir nevi tevilli ikrar yolu ile soruşturmalar esnasında suç işlendiğini kabul eden C. Savcısı Zekeriya ÖZ tarafından bizzat 16.10.2009 tarihinde ATK.na götürülmüş ve 19.10.2009 tarihinde de bu sahte belgeye rapor alınmıştır. Raporda imzası bulunan Hacı Mehmet Akın , belgenin ATK .na savcı ÖZ tarafından getirildiği tarihte, yani 16.10.2009 da belge inceleme şubesinde görevlendirilmiştir. Bu kişi aynı zamanda, Behçet Oktay Cinayetinin, intihar olarak 
kapatılmasına neden olan Adli Tıp Raporunun altında imzası olan doktordur. Hüseyin Bülent Üner, ATK. Fizik İhtisas Dairesi başkanı olmasına rağmen, belge ve imza inceleme uzmanı değildir. (Balistik uzmanıdır) Belgede imzası bulunan diğer uzman ise, eşi doğum yaptığı için o tarihte izinde olmasına rağmen izinden çağrılan Lokman Başer’ dir. Oysa ki o tarihte, dairede 8 -

21

15 yıllık tecrübeye sahip dört adet uzman görevinin başındadır. Islak imzalı belgeye verilen ve ”imza Dursun çiçek eli ürünüdür” şeklinde olan 19.10.2009 tarihli ilk rapor (bu tarih aynı zamanda PKK.lıların Habur’dan giriş yaptığı tarihtir. Bu raporla kopartılan yaygara ile Habur olayı ört bas edilmeye çalışılmıştır.) adı geçen üç uzman tarafından imzalanmıştır. Bahse konu rapor bilimsel bir rapor değildir. ATK.nun aynı tip imzalarda daha önce verdiği binlerce raporla da çelişmektedir. Çünkü Dursun Çiçek’in imzası “BASİT TERSİMLİ” imzadır. ATK. daha önceki bütün raporlarında, (yaklaşık tüm ATK kararlarının %20 si) basit tersimli imzalar için “TESPİT YOK” şeklinde karar vermiştir. Basit tersimli imzanın anlamı şudur: o kişinin imza attığını bizzat görmedikten sonra, “imza bu kişinin eli ürünüdür” diyemezsiniz. Çünkü basit tersimli imza herkes tarafından kolayca taklit edilebilen imza demektir. İşte ıslak imzalı belgeye ilk rapor bu şekilde alınmıştır. Heyet ayarlanmış, yeterli sayıda uzman var iken, izinden personel çağrılmış, uzman olmayan kişilere imza attırılmıştır. Bu nedenle, C. Savcısı Zekeriya ÖZ hakkında HSYK.na suç duyurusunda bulunulmuştur.

İkinci rapor ise, usule aykırı olarak Fizik İhtisas Dairesi Kurulu tarafından verilmiştir. Oysa ki, ATK nun iç yönetmeliklerine göre, kurul incelemesi için iki ayrı uzman heyetin vermiş olduğu iki 
farklı rapor olması ve bu raporlar arasında çelişki bulunması gerekmektedir. Ancak ıslak imzalı olduğu iddia olunan belge sadece üç kişilik bir heyet tarafından bir kez incelenmiştir. Dosyada, farklı bir bilirkişi heyeti tarafından verilmiş ve çelişki yaratan ikinci bir ATK. raporu bulunmamaktadır. Öte yandan, ATK. Başkanı, kendisi ve raporu düzenleyen uzmanlar hakkında yapılan suç duyurusu nedeni ile Bakırköy CBS.lığınca 2009/113352 numarasına kayıtlı olarak yürütülen soruşturma dosyasına göndermiş olduğu yazıda, belge inceleme şubesinde görevlendirilen kişilere , “belirli bir süre geçmeden (2 yıl) ve belirli sayıda olgu (600 adet) incelemeden imza yetkisi vermiyoruz” denilmesine rağmen, 19.10.2009 tarihli ilk raporun hemen akabinde, Kasım 2009 da bazı ATK görevlilerine bir haftalık kurs verilerek, belge inceleme uzmanı sıfatı kazandırıldığı, normalde imza yetkisi olmaması gereken bu kişilerin kurula katılarak, Şubat 2010 tarihinde düzenlenen kurul raporunun 7 evet /4 muhalif şeklinde çıkmasının sağlandığı anlaşılmaktadır. Devam eden süreçte de, Samanyolu televizyonunun her gün bas bas bağırarak “Jandarma Kriminale gönderecekler raporu ayarlayacaklar” şeklinde yayınlarda bulunması ve bu şekilde rapor verecek görevlilerin Ergenekon soruşturmalarından tutuklanacaklarını ima eden haberler yapması sonucu “Jandarma Kriminal görevlileri üzerinde oluşturulan korku psikozu” ile rapor alınmıştır. Ancak bu raporların hiç birisi bilimsel niteliğe sahip değildir ve tamamı ATK.nun daha önce benzer olgularda vermiş olduğu “tespit yoktur” şeklindeki binlerce karar ile çelişmektedir. “İşte Islak imzalı” davaya ilişkin süreç bu şekildedir. Islak imzalı belge ile ilgili İhbar zarflarındaki çelişkileri ve 2nci ihbar zarfının ısrarla saklanması, ihbar mailindeki maddi olgularla ters düşen hataların detaylarına girmeyeceğim.
22



Bu operasyonda, kamuoyunda Adnan Hocacı olarak bilinen Ayşegül Hüma Babuna ve Aylin Atmaca adlı kadınlar, emniyet içindeki suç örgütünün hedef seçtiği avukatların evlerinde ve işyerlerinde keşif yapmaları amacıyla görevlendirildikleri açıklığa kavuşmuştur. Bizim bu hanımlardan şüphelenmemizin nedeni de budur. Bahse konu kadınların ziyaret ettiği avukatların hemen hemen tamamına yakını, işyerlerine CD FLAŞ DİSK yada benzeri dijital veri depolama aygıtı bırakılmak sureti ile gözaltına alınmış veya tutuklanmıştır. Bu son derece şüpheli bir durumdur. Şüphelilerden Ayşegül Hüma Babuna her ne kadar 16.5.2011 tarihinde İstanbul özel yetkili C. savcısı Mustafa Çavuşoğlu’ na vermiş olduğu 2011/32 sayılı talimat ifadesinde, “Bestekar Sokak üzerinde Avukat Şerdar ÖZTÜRK' ün tabelasını gördük, yanımda Aylin ATMACA' da vardı, bu seferde herhangi bir avukattan da yardım alalım düşüncesi ile kendisini Aylin Hanım telefon ile aradı, Hasan KUNDAKÇI PAŞA' nın yeğeni olduğunu telefonda söyledi. Bunun üzerine Avukat Serdar ÖZTÜRK' de randevu verdi.” Demiş ise de, Şüphelinin bu savunması doğru değildir. Zira daha önce de ifade ettiğim üzere ben, Ayşegül Hüma Babuna tarafından ilk defa 18.5.2009 tarihinde saat 15.55 de arandım. Ayşegül Hüma Babuna bu telefon görüşmesinde kendisini “Ceyda Ertüzün” olarak tanıtmış ve bu 
şekilde benden randevu alınmıştır. Bu telefon görüşmesi ekteki CD.de ses dosyası olarak sunulmuştur. Bahse konu telefon görüşmesinden 30 dakika sonrada Ayşegül Hüma Babuna ve Aylin Atmaca adlı şüpheliler avukatlık ofisime gelmişlerdir. Keza, bu görüşme yapıldığında, şüphelilerin ifadelerinin aksine, Bestekar sokaktaki avukatlık ofisimin önünde değil, Kızılay civarındaki İzmir -1 caddesinde oldukları anlaşılmaktadır. Bu cadde ile benim avukatlık ofisim arasında 1,5 kilometre mesafe vardır. Ayrıca apartmanın dışında duvarda asılı olan avukatlık tabelamda, telefon numarası bulunmamaktadır. Dolayısı ile şüpheliler tümü ile yalan söylemektedirler.
Keza, şüphelilerden Ayşegül Hüma Babuna her ne kadar 16.5.2011 tarihinde İstanbul özel yetkili C. savcısı Mustafa Çavuşoğlu’ na vermiş olduğu ifadesinde “Bundan bir kaç gün sonra Avukat Serdar ÖZTÜRK' ün bürosundan Aylin Hanım' ı aramışlar. Ancak biz bu sırada televizyon ve gazetelerden Avukat Serdar ÖZTÜRK' ün bürosunda irtica ile mücadele eylem planı tespit edildiğini öğrendiğimiz için görüşmedik ” yönünde beyanda bulunmuş ise de, şüphelinin bu savunmasının da doğru olması mümkün değildir. Bu hanımlar kendilerinden şüphelenildiği için benim göz altına alındığım gün, yani 5.6.2009 günü, müdafilerim tarafından benim talebim üzerine telefonla aranmışlardır. Oysaki İrtica İle Mücadele Eylem Planının basında ilk defa yer alarak gündeme gelmesi, bu telefon ile arama olayından yedi gün sonra, yani 12.6.2009 tarihinde olmuştur. Bu kadınlar sürekli kaçtıkları için de , 5.6.2009 tarihinden sonra bir daha aranmamışlardır. 

                                           23


Şüphelilerden Aylin Atmaca her ne kadar 11.5.2011 tarihinde İstanbul özel yetkili C. savcısı Mustafa Çavuşoğlu’ na vermiş olduğu 2011/32 sayılı talimat ifadesinde “Yine bir gün
Bestekar Sokak' tan geçerken Avukat Serdar ÖZTÜRK' ün .ofisinin telefon numarasını gördük. Görmüşken bu kişiye de bir gidelim dedik Kendisine telefon ettik. Kendisi kabul etti. Randevu verdi. Ben de Ayşegül Hanım ile beraber Avukat Serdar ÖZTÜRK' ün bürosuna gittim.” Şeklinde savunma yapmış ise de, bu şüphelinin savunması da gerçek dışıdır. Ekte sunmuş olduğumuz ses ve HTS kayıtlarından, şüphelilerin beni cep telefonumdan aramaları anında, Bestekar sokakta değil, Ankara- Kızılay bölgesindeki İzmir- 1nci caddesinde oldukları açıkça görülmektedir. BU cadde ile benim avukatlık ofisimin arasındaki mesafe yaklaşık bir buçuk (1500 m.) kilometredir.

Aynı şekilde avukatlık ofisinin kapıcısı olan Kemal Gergin de emniyet içindeki suç örgütü tarafından angaje edilerek kullanıldığı ve bu hizmetlerinin karşılığını da maddi olarak aldığı anlaşılmaktadır. Adı geçen şahıs, kapıcılık yaparak geçinen ve apartman sakinlerinden borç alarak yaşamını sürdüren bir kişidir. Baz istasyonu kayıtlarından, şüpheli Kemal Gergin’in, benim Ankara dışına çıktığım 2.6.2009 günü saat 18.00 civarında Çankaya’daki Beykoz Restaurant’ ta (Bu Restaurant kapıcılık yapan ve apartman sakinlerinden borç alarak ay sonunu getirebilen bir kişinin gidemeyeceği derecede lüks bir lokantadır) avukatlık ofisime girilmesi organizasyonunda yer alan kişilerle buluştuğu, bu esnada, diğer şüpheli Mahmut Hazıroğlu ile görüşme yaptığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan, baz istasyonu ve HTS kayıtlarından bu görüşme sonrasında şüpheli Kemal Gergin’in eşi Tevhide Gergin’ i ertesi gün yani 3.6.2009 günü saat 14.30 da memleketi Çerkeş’e gönderdiği, bu şekilde, 3.6.2009 gecesi avukatlık ofisine girilmesi operasyonuna tanıklık etmemesini sağladığı görülmektedir. Tevhide Gergin hemen ertesi gün, yani 4.6.2009 da avukatlık ofisimde polis tarafından yapılan aramanın bittiği 
saatlerde Ankara’ya dönmüştür. Şüpheli Kemal Gergin, borç alarak yaşamasına karşın, bu operasyonda ki hizmetlerinden sonra, bir araba ve kira geliri olan bir ev edinmiştir.(Bu ev kredi ile alınmış ve eşi Tevhide Gergin’in üzerinde görünmektedir. Kredili kooperatif evi olduğu için tapu kaydında görünmemektedir)

C- “Ergenekon Projesi” nin Uluslararası Boyutu Ve Tüm Mevcut Eylemlerin TCK. Bağlamında Değerlendirilmesi

Büyük Ortadoğu Projesinin ne olduğunu bilmeden ve BOP içinde Türkiye’nin durumu ve ülkemize biçilen rolü bilmeden Ergenekon ve bağlantılı süreçleri anlamak mümkün değildir. 
Öncelikle şunun iyi bilinmesi gerekmektedir ki, bu yapılan işlerin

24

ne Müslümanlıkla, ne insanlıkla, ne ileri demokrasi ile, ne de devletin bağırsaklarının temizlenmesi ile en ufak bir ilişkisi bulunmamaktadır. Bu sözlerin tamamı, asıl yapılmak istenenleri halkın ve herhangi bir partinin militanı olmamış sadece adalet duygusu ile hareket eden samimi inanç sahibi hakimlerin ve savcıların yani bağımsız yargının gözünden kaçırmak için kullanılan maskeleme faaliyetinin bir parçasıdır. Gerçeklerle de en ufak bir ilişkisi bulunmamaktadır.
BOP projesi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, Türkiye dahil, 24 Müslüman ülkenin sınırlarının değiştirilmesi ve Türkiye’de Halifelik makamının olduğu ılımlı İslam devleti kurularak, bu yeni kurulan devlet üzerinden tüm İslam coğrafyasının batılı ülkelerce kontrolünün sağlanmasını öngören akılsızca bir plandır.
Ben bir din alimi filan değilim. Son derece sıradan bir Müslümanım. Türklüğüm ve inancımla her zaman gurur duydum. Ancak, bugün yaşanan olayların tüm boyutları ile değerlendirilmesinin yapılabilmesi için aşağıda anlatacaklarımın bilinmesi gerekmektedir. Bunlar bilinmeden, olayı tüm boyutları ile değerlendirmek ve anlayabilmek mümkün değildir.

Bahse konu BOP adı altındaki ABD planı, daha önce de ifade ettiğimiz gibi saçma bir plandır. Zira, planda Türkiye’de ılımlı bir İslam devleti kurulması yönünde bazı kurgulamalar olmasına 
karşın, kutsal kitabımızda, bir devlet şekli öngörülmez. Bu bağlamda zorunlu olduğu için izah etmek gerekirse, Kur’anı- Kerim’de Devlet ile ilgili üç hüküm vardır. Bunlar da : “Adaletle
hükmedeceksin”, “işi ehline vereceksin” ve “Danışmadan karar vermeyeceksin” şeklindedir. Bunun dışında kutsal kitabımızda devletle ilgili bir hüküm bulunmaz. Peygamber efendimizin açıkladığı şekli ile, Kur’an’ı Kerim’in asıl amacı, kamil insanı yaratmaktır, devlet kurmak veya devlet şekli belirlemek değildir. Dolayısı ile “ılımlı İslam”, “soğuk İslam”, “sert İslam” veya “yumuşak İslam” diye bir şey yoktur. Bir tek İslam dini vardır. Ve O’nun bir tek kutsal kitabı ve bir tek peygamberi bulunmaktadır. Keza, İslam coğrafyası, dört halife devri dışında hiçbir zaman tek bir halifeye biat etmemiştir. Emeviler devrinde Bağdat’ta bir halife var iken, Endülüs’te başka bir halife var idi. Aynı şekilde Halifelik Osmanlı ’ya geçtiği dönemde Acem Müslümanları, Afgan Müslümanları ve Afrika Müslümanları Osmanlı Halifesini tanımadıklarını açıklamışlardır. Dolayısı ile, BOP planı uygulanması tümü ile imkansız ve ABD.lilerin Ortadoğu haritasını yeniden dizayn etmeyi amaçlayan hayal ürünü bir plandır.

Diğer taraftan aynı plan Türkiye’nin doğu ve Güneydoğusunun ayrılarak büyük bir Kürdistan devleti kurulmasını öngörmektedir. Bu planın nedeni ABD.nin kürt sevgisinden filan kaynaklanmamaktadır. Tam aksine, 1975 Cezayir anlaşması ile tarihte Kürtlere en büyük kazığı atan ülke ABD.dir. Bu anlaşma sonucu binlerce Kürt Saddam’ın ordusu tarafından öldürülmüş ve yüz binlercesi de yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalmışlardır. Dolayısı ile bu planın asıl amacı, bölgedeki petrol ve maden yatakları ile temiz su kaynaklarını ele geçirmektir.
25



Bu nedenle, bugün “Ergenekon projesi” ne bilerek veya bilmeden destek verenler, işte BOP adı 
altında yapılan bu ihanete ortak olmaktadırlar. Bütün bu projeyi yürüten ve ABD.lilerle müşterek çalışan çekirdek kadro 30 kişi civarındadır. Diğer emniyet MİT, yargı ve TSK.de kullandıkları kişilerle birlikte, gizli tanık olarak kullandıkları, çocuk tecavüzcüleri, kadın satıcıları, katiller, itirafçılar ve hakkında rüşvet ve haksız mal edinmekten soruşturma açıldıktan sonra nadim 
olmuş bir cumhuriyet savcısı gibi yan elemanları da topladığınızda bu sayı 300 kişiyi
geçmemektedir. Ancak hukukçu olmayan bu kişiler, işledikleri suçları garabet bir biçimde “tarih yazmak” olarak görmekte, buna rağmen, soruşturma ve kovuşturma safhasında, adam öldürmek dahil NAZİ yöntemlerini kullanarak işledikleri suçları, halktan gizlemeye ve örtbas etmeye çaba sarf etmektedirler.

Şunu herkes iyi bilmelidir ki, bu işi yapanlar bir suç örgütü, bir ihanet şebekesi ve bir menfaat grubudur. Herhangi bir şekilde insanlıkla veya Müslümanlıkla da zerrece ilişkileri yoktur . Bu proje esnasında bir çok suç işledikleri için (Behçet Oktay’ın öldürülmesi dahil) tabi olarak korkmaktadırlar. Bu nedenle, mevcut ihanet projesini yürütenlerle korkmadan, bana neci 
davranmadan, idare-i maslahatçı hareket etmeden cesaretle mücadele etmek zorunludur. Bu mücadelede, öncelikle gerçekten samimi inanç sahibi, her türlü maddi imkan ve makam teklifine 
kapalı, yüksek ahlaki cesarete sahip hukukçular tarafından yapılabilecek bir mücadeledir.

Hukuki bakımdan ise; yukarıda da izah olunduğu üzere , belirli bir plan dâhilinde, belirli siyasi ve dini görüşe sahip kişilerin aleyhlerinde sahte deliller üretilip, kamuoyunda makbul görülmeyen ve adları çetelerle özdeşleştirilmiş bazı kişilerle ve gruplarla bir araya getirilerek 
örgüt görüntüsü yaratılmaya çalışıldığı, bu şekilde asıl hedef seçilen ve masum olan kişilerin uzun süre hürriyetlerinden yoksun bırakıldığı anlaşılmakla, bu yapılan eylemlerin, TCK.'nun 77 ve, 78. Maddeleri bağlamında “İnsanlığa karşı suç islemek” fiilini oluşturduğu
anlaşılmaktadır. Yine yukarıda da izah olunduğu üzere, İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı olmadığını ve Uluslararası anlaşmalar bağlamında da bu suçların af kanunlarının kapsamı dışında olduğunu, insanlıkla ve Müslümanlıkla zerrece ilgisi bulunmayan bu suç örgütüne kasten veya görevini ihmal sureti ile yardım eden herkesin bir gün “hukuki süreç” maskesi altında işlenen suçların hesabının sorulacağını bilmesinde yarar bulunmaktadır. Ki Nazi dönemi dahil, tarihte de hep böyle olmuştur.
Uluslar arası boyutu bakımından da, bu operasyonları emniyet ve MİT içindeki uzantılarını kullanarak yaptırtan yabancı güçlerin amacı, Ülkenin bölünmesinin önündeki en büyük güç olan Türk Ordusunu eski hataları üzerinden vurup zayıflatarak, ülkenin Doğu ve Güneydoğusunun ayrılmasını sağlamaktır . Bunun nedeni de, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi,
26

Kürtlere sempati ve sevgi beslenmesinden değil, Doğu ve Güneydoğuda ki temiz su kaynakları ile petrol ve maden yataklarını elde etmektir. İşte bugün Ergenekon ve Balyoz adı altında yaratılan kaosun ve Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırının esas nedeni budur.

Sonuç olarak; Gelinen aşamada, daha öncede izah ettiğimiz üzere, Ergenekon belgelerinin CIA görevlisi John Kunstadter adlı şahsın imalatı olduğu, bu sahte belgelerin adı geçen CIA görevlisinin eleman olarak kullandığı TUNCAY GÜNEY adlı Gülen cemaatine mensup bir şahıs tarafından emniyet ve yargı birimlerine ulaştırılmak sureti ile, Kuzey Irak’ta bir kürt devleti kurulmasının ve akabinde Türkiye’ nin parçalanmasını öngören planların önündeki en büyük 
engel olan Türk Ordusunu çökertmek amacına matuf bir operasyonun başlatılmasının amaçlandığı, “Ergenekon Davası” bağlamında ortada hukuki bir sürecin bulunmadığı, belirli siyasi ve dini görüşe sahip kişilerin Amerikalılar tarafından angaje edilmiş bazı emniyet ve yargı görevlileri ile basın mensuplarından oluşan bir suç örgütü tarafından hedef olarak seçildiğini, hedef seçilen kişilerin ofislerine, evlerine, arabalarına delil bırakılmak veya el konulan CD, DVD, FLAŞ DİSK gibi dijital veri depolama aygıtlarının kopyalarının usul 
yasasına aykırı olarak şüphelilere ve müdafilerine verilmeyip, içeriğinde geriye dönük tarihli suç 
teşkil edecek veri ve delil yaratılması, savcıların kendiliklerinden iddia etmeye ve bağlantı kurmaya utanacakları hususlarda da, organize bir ihbar maili şebekesinin devreye sokulması sonucu hedef seçilen kişilerin tutuklattırılarak, yasal olmayan bir şekilde uzun süre hürriyetlerinden yoksun bırakıldıkları, bazı hakim ve savcılarında, emniyet içindeki suç örgütünün eylemlerine fiilen iştirak ettiğini gösteren güçlü olguların bulunduğu, ancak bu hakim ve savcılar hakkında 300 ü aşkın şikayet bulunmasına rağmen, Adalet Bakanı ve bazı HSYK 
üyeleri tarafından korundukları anlaşılmaktadır.
Yine daha öncede ifade ettiğimiz üzere, organize bir şekilde yapılan bu eylemlerin, TCK.'nun 94, 77 ve, 78. Maddeleri bağlamında “İşkence” ve “İnsanlığa karşı suç islemek” fiilini oluşturduğu kuşkusuzdur.


Bilindiği üzere, 2709 sayılı 1982 Anayasasının 14 ncü maddesi;

“MADDE 14.- (Değişik: 3.10.2001-4709/3 md.) Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan 
demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.




27

Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.”

20 nci Maddesi; Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme 
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. (Mülga cümle:
3.10.2001-4709/5 md.)

(Değişik: 3.10.2001-4709/5 md.) Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması 
sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili 
kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve 
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına 
sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/2 md.) Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usûller kanunla düzenlenir.

2797 sayılı Yargıtay Kanunun 46ncı Maddesi “Yargıtay Birinci Başkanı, birinci
başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı vekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir.
28

Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.
Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir.
Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder.
Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir.
Sanık, Ceza Genel Kurulunca verilen kararın tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yeniden incelenmesini isteyebilir.
Haklarında inceleme ve soruşturma yapılacakların, inceleme ve soruşturma mercilerinin tayininde son görev ve sıfatları esas alınır. Sıkıyönetim Kanununda sözü edilen yetkili izin mercii, Yargıtay Büyük Genel Kuruludur.”
2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunun 86 ncı maddesi; Hakim ve savcıların suçlarına iştirak edenler aynı soruşturma ve kovuşturma mercilerine tabidirler.
4483 Sayılı Memurlar Ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanunun 10 ncu maddesi ; Bu kanun kapsamında ki suçların iştirak halinde işlenmesi durumunda memur olmayan memur olanla, ast memur üst memurla aynı mahkemede yargılanır.

5237 sayılı TCK.nun;

94 ncü maddesi; “(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal 
yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol

29



açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis 
cezasına hükmolunur. (2) Suçun; b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi
dolayısıyla, İşlenmesi halinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. 5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz.”
77nci maddesi; “(1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:c) İşkence, eziyet veya köleleştirme. d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma.”
327 nci maddesi “(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir.”
328 nci maddesi; (1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Fiil; a) Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletin yararına işlenmişse, b) Savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askeri hareketlerini tehlikeye sokmuşsa, Fail, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.

109 ncu maddesi ; 1-) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde 
kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir .
(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Bu suçun; a) Silahla, b) Birden fazla kişi tarafından birlikte, c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, d) Kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, e) Üstsoy, altsoy veya eşe karşı, f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır. (4) Bu suçun mağdurun ekonomik bakımdan önemli bir kaybına neden olması halinde, ayrıca bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. (5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır. (6) Bu suçun işlenmesi amacıyla veya sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.

267 nci maddesi; (1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari 
bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir
30


yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Fiilin maddi eser ve delillerini uydurarak 
iftirada bulunulması halinde, ceza yarı oranında artırılır. (3) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı 
hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş mağdurun 
aleyhine olarak bu fiil nedeniyle gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma tedbiri 
uygulanmışsa, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. (4) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olan mağdurun bu fiil nedeniyle gözaltına alınması veya tutuklanması halinde; iftira eden, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin hükümlere göre dolaylı fail olarak 
sorumlu tutulur. (5) Mağdurun ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis cezasına 
mahkûmiyeti halinde, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis cezasına; süreli hapis cezasına 
mahkûmiyeti halinde, mahkûm olunan cezanın üçte ikisi kadar hapis cezasına hükmolunur. (6) 
Mağdurun mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlanmış ise, beşinci fıkraya göre 
verilecek ceza yarısı kadar artırılır. (7) İftira sonucunda mağdur hakkında hapis cezası dışında 
adli veya idari bir yaptırım uygulanmışsa; iftira eden kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası 
ile cezalandırılır. (8) İftira suçundan dolayı dava zamanaşımı, mağdurun fiili işlemediğinin sabit 
olduğu tarihten başlar. (9) Basın ve yayın yoluyla işlenen iftira suçundan dolayı verilen
mahkûmiyet kararı, aynı veya eşdeğerde basın ve yayın organıyla ilan olunur. İlan masrafı, hükümlüden tahsil edilir.”

204 ncü maddesi ; (1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, 
gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.

301 nci maddesi; (1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen

aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, Devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, 
altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir 
ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.
(4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.



31

281 nci maddesi, “(1) Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez. (2) Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. (3) İlişkin olduğu suç nedeniyle hüküm verilmeden önce gizlenen delilleri mahkemeye teslim eden kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle verilecek cezanın beşte dördü indirilir.
134ncü maddesi; “(1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. (2) Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri ifşa eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Fiilin basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, ceza yarı oranında artırılır.
258nci maddesi; (1) Görevi nedeniyle kendisine verilen veya aynı nedenle bilgi edindiği ve gizli kalması gereken belgeleri, kararları ve emirleri ve diğer tebligatı açıklayan veya yayınlayan veya ne suretle olursa olsun başkalarının bilgi edinmesini kolaylaştıran kamu görevlisine, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Kamu görevlisi sıfatı sona erdikten sonra, birinci fıkrada yazılı fiilleri işleyen kimseye de aynı ceza verilir.

285 nci maddesi; “(1) Soruşturmanın gizliliğini alenen ihlal eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, soruşturma aşamasında alınan ve kanun hükmü gereğince gizli tutulması gereken kararların ve bunların gereği olarak yapılan işlemlerin 
gizliliğinin ihlali açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz. (2) Kanuna göre kapalı yapılması 
gereken veya kapalı yapılmasına karar verilen duruşmadaki açıklama veya görüntülerin gizliliğini alenen ihlal eden kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır. Ancak, bu suçun oluşması için tanığın korunmasına ilişkin olarak alınan gizlilik kararına aykırılık açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz. (3) Bu suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, ceza yarı oranında artırılır. (4) Soruşturma ve kovuşturma evresinde kişilerin suçlu olarak damgalanmalarını sağlayacak şekilde görüntülerinin yayınlanması halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Hükümlerini getirmiştir. Tüm bu yasal düzenlemeler ve özellikle 2797 sayılı Kanunun 46/son maddesi, 2802 sayılı kanunun 86 ncı maddesi ve 4483 
sayılı kanunun 10 ncu maddeleri gözetilip, bazı şüphelilerin en son görev yerinin Yargıtay üyeliği olduğu hususu nazara alındığında, Soruşturma merciini tayin ve soruşturmaya izin 
verme yetkisinin Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nda olduğu anlaşılmaktadır.


32



Bu açıklamalardan sonra esasa dönecek olursak; “Ergenekon” adı altında devam eden

davalarda, bazı kriminal insanlarla karışım yapılarak çete görüntüsü verilmeye ve GLADİO 
olduğu ispatlanmaya çalışılan insanların tamamının tek ortak özelliği ABD karşıtlığıdır. Oysa ki GLADİO tüm ülkelerde ABD tarafından kurulur ve o ülkedeki milliyetçi inançlı çocuklar tetikçi olarak devşirilerek kullanılır. Aynı 12 Eylülden önce olduğu gibi. Sahte Ergenekon ve Lobi belgelerinin kaynağı, daha öncede ifade ettiğimiz üzere ABD görevlisi John Kunstadter adlı 
kişidir. Belgelerin sahte olduğu anlaşılacağı için mahkeme tarafından bugün dahi açılamamaktadır. Çünkü belgenin açılmayan bölümlerinde Hüseyin GÜLERCE, Ergenekon adlı yapılanmanın basın sorumlusu olarak gösterilmektedir. Yapılan iş bu kadar trajikomiktir. Yapılan eylemler tümü ile ABD menşeli sahte plan ve belgelerle, TSK.daki ve ülkedeki ABD karşıtlığının 
ve antiemperyalist görüşteki yapılanmaların tasfiyesidir. Daha öncede izah ettiğim üzere, bu eylemlerin, TCK 77 nci madde kapsamında insanlığa karşı suç teşkil ettiği ve bizzat bu
operasyonları perde arkasında yapanların bir GLADİO yapılanması olduğudur.
Mahkemeler, Türk Milleti adına yargılama yapar ve karar verirler. Ancak yapılan bir yargılamada, mahkeme, ABD.li görevlilerin sahte belge ürettiğini, hedef alınacak kişilerin isim listelerinin ABD.liler tarafından yapılan çalışma ile oluşturulduğuna dair kanıtları toplamıyorsa, bu örtülü operasyonu fiilen yapan CIA.nin, bahse konu operasyon için Türkiye’ye gönderdiği köprü elemanı niteliğinde ki kişinin müşahhas olarak adı verilmesine karşın hakkındaki deliller getirtilmiyorsa, böyle bir mahkemenin ABD çıkarları adına yargılama yaptığını ifade etmek mümkündür. Ancak Türk Milleti adına yargılama yaptığını öne sürmek olanaksızdır. Bir mahkeme, gerçek suçluyu ortaya çıkartacak olan parmak izi incelemesi yapılması talebini anlamsız ve mahkemeyi komik duruma düşürecek gülünç gerekçelerle ret ediyorsa, burada bir yargılamadan bahsedilemeyeceği de açıktır. Delilleri toplamayarak gerçek suçluyu ortaya çıkartmaya çalışmayan hakimlerin, o eylemleri gerçekleştiren faillerin suç ortağı olduğu şüphesini doğuracağı hususu ise izahtan varestedir.

Ez cümle; sahte belgeler, planlar, oluşturulmuş delillerle, polisler tarafından gömülmüş patlayıcılar, polis tarafından organize edilmiş ihbar mektupları, gizli tanık olarak kullanılan çocuk 
tecavüzcüleri, kadın satıcıları, katiller ve itirafçılarla, darbelere karşı mücadele ediyoruz maskesi ile TSK. ne ve ABD karşıtı siyasi yapılanmalara ağır bir saldırı yöneltildiği, bu saldırının asıl amacının, Türk milletinin bütünlüğünü ve sınırlarımızı koruyan, ülkemizin parçalanmasını önleyen Türk Ordusunu itibarsızlaştırmak, zayıflatmak ve çökertmek olduğu, darbelerle mücadele etmek bir yana , Orduyu ve tabanını tahrik ederek darbe yaptırma amacını güttüğü yönünde kuvvetli şüphe uyandırdığı (ABD.nin işgal planı senaryolarında Türkiye’de askeri bir 
yönetim öngörülmektedir. Buda ayrıca dikkate alınması gereken bir durumdur), sistematik bir
33


şekilde Genelkurmay Başkanlığından çalınmış gizli belgelerin, hedef seçilen kişilerin evlerine ve işyerlerine konularak legalize edildiği, hukuki süreç maskesi altında yürütülen bu operasyonları emniyet çevresinde yapanların yargı tarafından korunduğu , bu süreçte, cemaat, tarikat ve gizli servislerin el ele olduğu, Amerikalıların doğrudan bu operasyonun içinde bulunduğu, 
hazırlık ve başlangıç safhasında operasyonu yürütecek olan özel yetkili savcılar ve hakimlere Amerikalı savcı Susanne Hayden tarafından eğitim verildiği, bütün operasyon sahte belgeler, dijital veri depolama aygıtlarına konusu suç teşkil eden veriler yüklenmek sureti ile hedef seçilen kişilerin tutuklanmasının sağlanması ve bu kişiler hakkında basında ağır bir yaygara kopartılması sureti ile yapıldığı, bu şekilde sanal bir terör örgütü oluşturulduğu, yandaş basın diye tabir edilen basının önemli bir kısmı, doğrudan yabancı gizli servis mensupları ile irtibatlı ve 
bilinçli olarak bu operasyonun psikolojik harp misyonunu yerine getirdiği ortaya çıkmıştır.
Biz yıllarca güneydoğuda PKK ile savaştık. PKK.nın arkasında ABD.liler vardı. Bu laftan ibaret bir tespit değildir. Çünkü bizatihi ben Mart 1994 de ABD helikopterlerinin Ballıkaya köyündeki örgüt kampına yardım malzemesi attığını kendi gözlerimle gördüm. Şimdi de ABD.nin bir başka piyonu olan ve dini sömürü aracı olarak kılan Gülen cemaatini yöneticilerinin, Türk Ordusuna savaş açtığı görülmektedir. Türk Milleti, samimi inanç sahibi insanlara her zaman saygı duyar. Milletimizin ruhundaki şehitlik duygusu inancımızdan gelir. Ama biz yobazlara, din tüccarlarına, dini paraya tahvil edenlere, dini görüntü altında yabancı gizli servislere HİZMET edenlere saygı duymayız. Gerçek budur.

Hayatın ve toplumun içinde olan bir kişiyim. Bu nedenle, toplumsal ve sosyolojik gerçekleri olduğu gibi tespit etmek zorundayım. Bu görüşlerimi de kimsenin hoşuna gidecek yada birileri 
bana kızacak diye ifade etmekten kaçınmam mümkün değildir. Bu bağlamda ifade etmek 
gerekirse, Gülen cemaatinin içindeki insanların çoğu halisane dini duygulara sahip insanlardır ve bu süreçte ne yapıldığı, nasıl suçların işlendiği onlardan dahi saklanmaktadır. Cemaati yönetenlerin ABD.nin piyonu olduğunu, “Cemaati CIA kullanıyor. 112 ülkede 800 civarında okul var. Yıllık gideri 1.milyar 200 milyon USD. CIA bu parayı uyuşturucu işinden finanse ediyor.” Diye ifşaatlarda bulunan emekli FBI görevlisi Paul Williams ifade etmektedir. Rusya, Özbekistan ve Türkmenistan Gülen cemaatinin okullarını “ABD.nin casusluk merkezi” diye kapatmıştır. Bu cemaat mensupları, benim avukatlık ofisime silahım olmadığı halde 300 adet mermi bırakarak, akabinde sahte AKP ve GÜLEN’i BİTİRME PLANI’ na, “cemaat mensubu masum insanların ofisine evlerine silah mermi konulacak masum insanlar tutuklattırılıp hapiste 
çürütülecek” diye yazmışlardır. Bunun ne kadar sinsi ve alçakça bir durum olduğu çok açıktır. 
Müslümanlıkla zerrece ilişkisinin bulunmadığını söylemek içinde din alimi olmaya gerek yoktur.


34


Tarihte milletlerin dönüm noktaları vardır. Bugün de milletimiz bir dönüm noktasındadır. Bu ülkede hiç kimsenin inancı ile bir sorunu bulunmamaktadır. Dileyen günde 20 vakitte namaz kılar, dileyen hacca gider, dileyen istediği kadar oruç tutar, dileyen de bara gider. Bizim 
dinimizde herkesin günahı ve sevabı kendisine aittir. Dini görüşler ve inanç derinliği, hiç kimseye, toplumdaki diğer bireylere müdahale hakkı vermez. Kaldı ki, bu husus kutsal kitaplarca 
da “dinde zorlama olmaz” hükmü ile yasaklanmıştır. Dolayısı ile meseleleri bu yöne çekmek isteyen siyasetçilerin ve cemaatlerin yanıltmalarından uzaklaşılması, mevcut “Ergenekon

Projesi” nin, uyuyan bir Aslanı durduk yerde çomakla dürtmek kadar akılsızca yürütülen, ülkemizi parçalamayı hedef alan bir dış operasyon olduğunu görüp, her türlü siyasi, etnik ve 
ideolojik bağnazlığı yırtarak, buna göre hareket edilmesi gerekmektedir. 28 Ekim 2010 günü 
yayınlanan ve 29.10.2010 günü ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından da resmi bir açıklama ile doğrulanan WikiLeaks belgelerinde, operasyonun ABD ile koordineli olarak yürütüldüğü ve 
ülkemizdeki bazı siyasetçilerin Uluslararası şantaj altında bulunduğunu gösteren güçlü olgular mevcuttur. Siyasetçiler veya ülkeyi yöneten bürokratlar şahsi hataları sonucu uluslararası şantaj altında olabilirler. Bu şartlarda dahi siyasetçileri, yüksek bürokratları Uluslararası şantajdan korumak ve kurtarmak yargının görevidir. Ülkemiz ve insanlarımız bugün yaşananları hiç hak 
etmemektedir.

Bu soruşturmayı yürütecek olan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’na ve görevlendireceği Ceza Dairesi üyelerine de her türlü sinsi yöntem, bireysel ideolojik bağlantı, akraba ve meslektaş ilişkisi üzerinden baskı, dini sömürü, şantaj, maddi teklif ve tehdit mutlaka yapılacaktır. Soruşturmayı yürütenlerin ve akrabalarının ilişkileri araştırılıp şantaj yapılacaktır. Bunlardan yılmadan soruşturmanın yürütülüp tüm gerçeklerin ortaya çıkartılması gerekmektedir. Çünkü artık kişisel menfaatlerin düşünülemeyeceği bir aşamaya gelinmiştir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu ya etkin bir soruşturma yaparak, sorumsuz yöneticilerin ve bazı bürokratların 
basiretsizce davranmaları sonucu ABD.liler tarafından oluşturulan iç savaş ortamından ülkeyi kurtaracak ve muhtemel bir iç savaşı önleyecektir. Yada ülke daha büyük bir kaosa doğru gidecektir.
Bir ülkede siyasetçiler siyasi hırsları ve iktidar tutkusu nedeni ile insanlıklarını yitirebilirler, bir ülkede, bürokratlar makam ve mevki aşkına ve uğruna insanlıklarını yitirebilirler. Tarihte bunların örnekleri sıkça görülmüştür. Ancak adaletle hükmetmesi gereken yargıçların , siyasetçilerin hırslarına ve suçlarına ortak olarak, masum insanların bir kısmının öldürülmesine ve bir kısmının senelerce hürriyetlerinden yoksun bırakılmasına göz yumarak suça iştirak ettikleri ve bu şekilde insanlıklarını yitirdikleri zaman, o ülkenin sonu gelmiş demektir. Tarihi iyi okuduğumuzda ve ders aldığımızda gördüğümüz şey hep budur.
35


Bu itibarla, hakkında suç duyurusunda bulunulanlar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Hasan ERBİL Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet Beşir GÜVEN, Yargıtay üyeleri Halit Kıvrıl ve İbrahim Ataman, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, suç tarihlerinde İçişleri Bakanı olan Beşir Atalay, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, İstanbul hakimleri Rüstem ERYILMAZ, Metin ÖZÇELİK, Ömer Diken, Sedat Sami Haşıloğlu, Murat Üründü, Hasan Hüseyin ÖZESE, Hüsnü Çalmuk, Ali Efendi Peksak, Fatih Mehmet USLU, Nihat Topal ve Ercan Fırat İstanbul Hakimi, suç tarihinde özel yetkili savcılar, Turan Çolakkadı, M. Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın, Zekeriya ÖZ 
ve Fikret Seçen ile diğer tüm şüpheliler hakkında gerekli soruşturmanın yapılarak eylemlerine uyan, Siyasi Ve Dini Saiklerle Birden Fazla Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılmak Sureti İle İnsanlığa Karşı Suç İşlemekten, TCK.md. 77 ve 78, Askeri Casusluk ve Askeri Casusluğa İştirakten, TCK. Md.328, Birden fazla Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılmak eyleminden TCK. 109/1-2 (d) ve 4, Yasa Dışı Telefon Dinlemesi Yapılması Suçuna İştirakten, Devletin
Güvenliğine İlişkin Bilgileri Temin Etmek eyleminden TCK. md 327, Sahte Resmi Belge
Düzenlemek ve Sahte Resmi Evrakı Kullanmaktan TCK. md 204 Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Etmekten, AY. md 20, TCK. Md 134/1, Suçun Maddi Unsurlarını Uydurmak Sureti İle İftiradan, TCK. 267/1-2 ve 4, TSK.ni Aşağılamaktan TCK. md 301, Delillerin Yok edilmesi, Değiştirilmesi veya Silinmesi eyleminden, TCK md 281/1-2, Göreve İlişkin Sırrın Açıklanması eyleminden TCK. md 258, Soruşturmanın Gizliliğini İhlal Etmek eyleminden TCK. md 285, Suç Örgütüne Bilerek Ve İsteyerek Yardım Etmek,TCK Md. 220/7, Anayasanın müteaddit defalar ihlal edilmesi ve İşkence suçundan TCK.md 94 gereğince soruşturma yapılmasına izin verilmesini sağlamak, yetkili ve görevli Anayasa Mahkemesinde ceza davası açılmasını temin etmek için, iş bu suç duyurusunun yapılması gerekmiştir.

Deliller :
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/35052 sayılı dosyası,

2- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/35 Muh sayılı yazısı,


3- Özel yetkili hakimler ve savcılar hakkında 2008 den bu yana HSYK .na yapılan tüm suç 
duyurularına ilişkin inceleme ve soruşturma dosyaları,


4- İst. 13ncü Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK.nun 250 nci Maddesi İle Görevli) 2008/209, 
2009/191 ve 2010/106 sayılı dosyaları,




36



5- İst. 12nci Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK.nun 250 nci Maddesi İle Görevli) 2010/34 sayılı 
dosyası,

6- İst. 10ncu Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK.nun 250 nci Maddesi İle Görevli) BALYOZ 
DAVASI dosyası,

7- Tüm davaların duruşma görüntü kayıtları,(duruşma tutanakları gerçeği yansıtmıyor)


8- Sabri UZUN’ un, emniyet genel müdürlüğü müfettişlerine bu konularla ilgili olarak vermiş 
olduğu 20.09.2010 tarihli ifadesi,

9- İstanbul CBS.lığının, 2010/184154, 2010/105621, 2011/104836, 2011/104837,
2010/182979, 2010/184384 ve 2009/381715 sayılı soruşturma dosyaları,


10- Ankara CBS.lığının 2009/8745 ve 2009/77688 soruşturma sayılı dosyaları,

11- Bakırköy CBS.lığının 2009/113352 soruşturma sayılı dosyası,


12- Ankara CBS.lığının(CMK.nun 250 nci Md. İle Görevli) 2010/825 soruşturma sayılı
dosyası,


13- Beykoz CBS.lığının 2009/183 sayılı dosyası,

14- İstanbul CBS.lığının(CMK.nun 250 nci Md. İle Görevli) 2010/857 ve 2008/1756
soruşturma sayılı dosyaları,


15- Bunların dışında İstanbul, Ankara ve Fatih CBS.lığına polisler hakkında yapılmış olan 
suç duyurusu dosyaları,

16- Hava Kuvvetleri Komutanlığı askeri savcılığı tarafından C. Savcısı Zekeriya ÖZ 
hakkında hazırlanan iddianamenin veya iddianame taslağının celbi,

17- Avukatlık ofisimden elde edilen ve üzerinde Avukat Özge EVCİ’nin ıslak parafı bulunan 
İrtica ile Mücadele Eylem Planı adlı fotokopi belge,




37



18- Metin ÖZÇELİK ve Zekeriya ÖZ Hakkında Genelkurmay Adli Müşavirliğine yapılan tüm 
suç duyurularının istenilmesi,

19- İEM.lüğünün 3.6.2009 gün ve 10488 sayılı yazısı


20- Şüphelilere ait 0505 546 66 86, 0505 542 34 47, 0506 503 83 33, 0505 215 50 94, 
0505 211 37 15, 0505 535 95 64, 0505 223 60 31, 0505 351 30 01, 0505 217 75 85 , 
0505 366 44 21, 0 535 694 34 27 0545 434 96 46 ve 0538 660 78 32 numaralı telefonlar 
ile, 3555 3901 3044 950 356664006175213-357854019463115 - 358649015855960 -
357097007791267 İMEİ numaralı telefonlarda kullanılmış olan tüm hatların 4.3.2009 dan günümüze kadar olan HTS kayıtları,

21- 3.6.2009 günü saat 23.30 ile, 4.6.2009 sabahı 05.00 saatleri arasında, Ankara
Bestekar Sokak’ta sinyal veren tüm operatörlere ait telefonların baz istasyonu kayıtları,


22- Aylin ATMACA’ya ait kartvizit üzerinde yazan ancak Ebru TAŞAN isimli bir kişiye ait 
olduğu anlaşılan 0539 498 27 63 numaralı telefonun, Aylin ATMACA’ya ait kartvizit 
üzerinde yazan ancak Hasan GENÇ isimli bir kişiye ait olduğu anlaşılan 0 535 293 10 92 
numaralı telefonun, Ayşegül Hüma BABUNA’ ya ait kart üzerinde yazan 0533 723 58 
63 numaralı telefonun, Ayşegül Hüma BABUNA’ ya ait kart üzerinde yazan ancak, Fırat 
YILMAZ isimli kişiye ait olduğu anlaşılan 0535 292 87 59 numaralı telefonun, OCAK 
2008 den bu yana olan tüm HTS kayıtları,


23- Adem Arslan adlı şahsa ait “0531 605 00 12” numaralı telefon ile, bu numaranın 
kullanıldığı numarası “353514028728830” IMEI nolu telefonda kullanılan tüm hatların 
tesis edildiği ilk tarihten günümüze kadar olan HTS KAYITLARI,


24- Ayşegül Hüma Babuna’ya ait 18.5.2009 ve 3.6.2009 tarihli ses dosyaları ile 18.5.2009 
tarihli baz istasyonu kayıtları

25- Bülent TÜRKER adlı kişinin kullanmakta olduğu/kullandığı 0 534 268 23 64 numaralı 
cep telefonu ile, 3555 3901 3044 950 IMEI numarasından, kullandığı tüm GSM
numaralarının ve SİM kartların belirlenerek, geriye dönük en eski tarihten olacak şekilde bu numaralara ait HTS kayıtları,


38


26- Mehmet EYMÜR, Ali Fuat YILMAZER, Recep GÜVEN, Mutlu EKİZOĞLU, John 
KUNSTADTER, Fatih Türker ÇELİK , Mehmet BARANSU ve Yasemin ÇONGAR’ın 
adlarına kayıtlı tüm cep telefonu bilgileri, adlarına kayıtlı olarak belirlenen telefonların, 
tespit edilebilen en eski tarihten itibaren HTS kayıtları,

27- Mehmet EYMÜR, Ali Fuat YILMAZER, Recep GÜVEN, Mutlu EKİZOĞLU, John 
KUNSTADTER, Fatih Türker ÇELİK , Mehmet BARANSU ve Yasemin ÇONGAR’ın 
pasaport ve yurda giriş çıkış kayıtları

28- 3525 5001 3514 230, 3529 2402 5447 400, 3562 3200 2057 930 ve 3556 5801 6546 
540 IMEI numaralı makinelerde (Ayşegül Hüma Babuna ve Kemal GERGİN) 2009 yılında 
kullanılan tüm hatların tespit edilerek, tesis edildiği ilk tarihten günümüze kadar HTS 
kayıtları,

29- İEM.lüğü İstihbarat Şube ve TEM şube müdürlüğünün Şubat 2007 den bu yana yaptığı 
örtülü ödenek harcamaları

30- Samanyolu Yayıncılık Hizmetleri A.Ş. tüzel kişiliklerin OCAK 2008 den bu yana yaptığı 
tüm ana haber programları,

31- ZAMAN GAZETESİ VE TARAF GAZETESİNDE Ocak 2008 den bu yana yayınlanan 
haberler,
32- Jandarma ve Emniyet Kriminal Dairesi Raporları,
33- İTÜ.nin imza ve mürekkep yaşının belirlenebileceğine dair yazısı

34- Tanıklar; Sabri Uzun, Hanefi Avcı, Hakim Orhan Gazi Ertekin, Fatma Altıparmak Mehmet 
Bekaroğlu ve gösterilecek diğer tanıklar
35- Davalarla ilgili bazı kişilere gönderilmiş özel mektuplar ve yapılmış basın açıklamaları 36- İstanbul ATK .u raporları
37- Samanyolu TV.da yayınlanan tekzipler (30 Mayıs 2009 STV)

38- Konuyla ilgili yayınlanan kitaplar,(Sızıntı- Barış Terkoğlu, Samizdat- Soner Yalçın, AKP 
ve Gülen’i Kurtarma Planı- Serdar ÖZTÜRK , Çoook Gizli Örgüt Nasıl Kurulur-
Tuncay Özkan, Haliç’te Yaşayan Simonlar- Hanefi Avcı, Ergenekon kazanında Kurbağa- Hasan Ataman Yıldırım, Çuvallayan İttifak Bir ABD- CEMAAT Projesi 
Ergenekon Darbesi- Turan Yavuz, İstihbarat Yalanları- Nedim Şener, 000 Kitap-
Ahmet ŞIK , İlahi Adalet, Yargının Siyasallaşması günlüğü- İlhan Taşçı)

39- Tüm şüphelilerin 2nci dereceye kadar akrabalarının malvarlığı araştırması

40- Bilirkişi incelemesi vs delail


39



Sonuç ve İstem : Açıklanan Nedenlerle;

1- Şüpheliler, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Hasan ERBİL Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet Beşir GÜVEN, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, suç tarihlerinde İçişleri Bakanı olan Beşir Atalay, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, İstanbul hakimleri Rüstem ERYILMAZ, Metin ÖZÇELİK, Ömer Diken, Sedat Sami Haşıloğlu, Murat Üründü, Hasan Hüseyin ÖZESE, Hüsnü Çalmuk, Ali Efendi Peksak, Fatih Mehmet USLU, Nihat Topal ve Ercan Fırat İstanbul Hakimi, suç tarihinde özel yetkili savcılar, Turan Çolakkadı, M. Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın, Zekeriya ÖZ ve Fikret Seçen ile diğer tüm şüpheliler hakkında, gerekli soruşturmanın yapılarak, eylemlerine uyan, “İnsanlığa Karşı Suç İşlemek İçin Örgüt Kurmak Ve Örgüte Üye Olmak”, “İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlara Örgüt bağlamında İştirak” Askeri Casusluk ve Askeri Casusluğa İştirak, Birden fazla Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılmak, Yasa Dışı Telefon Dinlemesi Yapılması Suçuna İştirak, Devletin Güvenliğine İlişkin Bilgileri Temin Etmek, Sahte Resmi Belge Düzenlemek ve Sahte Resmi Evrakı Kullanmak, Özel Hayatın Gizliliğini İhlal 
Etmek, Suçun Maddi Unsurlarını Uydurmak Sureti İle İftira , TSK.ni Aşağılamak , Delillerin Yok 
Edilmesi, Değiştirilmesi veya Silinmesi, Göreve İlişkin Sırrın Açıklanması, Soruşturmanın 
Gizliliğini İhlal Etmek, Suç Örgütüne Bilerek Ve İsteyerek Yardım Etmek, Anayasanın müteaddit defalar ihlal edilmesi ve İşkence suçlarından gerekli soruşturmanın yapılması için izin verilmesine ve neticeten yetkili Anayasa Mahkemesinde Ceza Davası Açılmasına,
2- Eylemin ağırlığı, yoğunluğu ve insanlığa karşı suç niteliği gözetilerek, Bakanlar ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı hariç diğer tüm şüpheliler hakkında TUTUKLAMA tedbiri uygulanması için yetkili ve görevli mahkemeye sevk edilmelerine,
3- Şüpheli Kemal Gergin dahil, tüm şüphelilerin suç yolu ile elde edilen tüm malvarlıklarına el konulmasına,
4- Tüzel kişi niteliğinde ki şüpheliler Samanyolu Yayıncılık Hizmetleri A.Ş., ZAMAN ve TARAF gazetesi hakkında TCK.nun 60 nci ve 77/3 ve 78/2 nci maddeleri gereğince yayın lisansı dahil, tüm lisanslarının iptal edilmesine,
5- Soruşturma aşamasında yetkili mahkemeden karar alınarak, tedbiren yayınlarının durdurulmasına,

Karar verilmesini sayın Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’ndan talep ederim.

Saygılarımla, 24.05.2012
(Avukat) Serdar ÖZTÜRK

40




Ekleri :

EK-1 İstanbul 13ncü Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK.nun 250 nci Md. İle Görevli) 2009/191
Esas Sayılı dosyasının 24.2.2012 ve 27.2.2012 günlü Avukat Hüseyin Buzoğlu’nun
savunmasını içeren duruşma tutanakları,

EK-2 Ayşegül Hüma Babuna’nın savcılık ifadesi 
EK-3 Aylin Atmaca’nın Savcılık ifadesi

EK-4 Ayşegül Hüma Babuna’nın ses dosyası(telefon kaydı- TİB .den gelen) EK-5 Ayşegül Hüma Babuna’nın HTS kaydı(Kendi İfadesini çürüten) 
EK-6 Emniyet görevlilerinin HTS kayıtları
EK-7 Kemal Gergin’in HTS kaydı

EK-8 AKP ve Gülen’i Kurtarma Planı adlı Kitap 
EK-9 Sızıntı adlı kitap
EK-10 SAMİZDAT adlı kitap































41