27 Nisan 2012 Cuma

Başbakan Erdoğan mal varlığını açıkladı





Başbakanlık’ın internet sitesinde yer alan güncellenmiş mal bildirimi:
“16 Haziran 2011 tarihi itibariyle Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın mal beyanı aşağıda sunulmuştur.
A- TAŞINMAZ MAL BİLGİLERİ
Güneysu-Dumankaya Köyü 2.000 metrekare arsa (Maliyeti 10 bin TL)
B- BANKA VE MENKUL DEĞERLER
Banka hesaplarında toplam 3.390.384 TL, 25.000 £, 199.867 $
C- ALACAKLAR
500.000 TL.”
Başbakan Erdoğan’ın 1 Mart 2010 tarihli mal bildirimi ise şöyleydi:
“1 Mart 2010 tarihi itibariyle Başbakan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın mal beyanı aşağıda sunulmuştur.
A- TAŞINMAZ MAL BİLGİLERİ
1-Arnavutköy-Bolluca Köyü 376 metrekare arsa (40 bin TL)
2-Güneysu-Dumankaya Köyü 2.000 metrekare arsa (10 bin TL)
B- BANKA VE MENKUL DEĞERLER
Banka hesaplarında 2.366.109,95 TL (Şirket hisselerinin satış geliri, emekli ikramiyesi, emekli maaşı ve milletvekili maaşlarının toplamı.)
C- ALACAKLAR
500.000 TL “

AKP döneminde inen ve çıkan gazeteler...


Tirajlar Yurt Gazetesi'ni Sevindirmeyecek

AKP iktidarında gazetelerin satışları nereden nereye geldi? İnternet gazete satışlarını nasıl etkiledi? Hangi gazete tirajını artırdı, hangi gazete ne kadar okur kaybetti? 9 yılda Türk basını nasıl bir sınav verdi?
Bu sorulara yanıt ararken iki tarihe ait verileri karşılaştıracağız. Biri 24-30 Mart 2003 tarihini, diğeri ise 19-25 Mart 2012 tarihini kapsayan ortalama gazete net günlük satış rakamlarını içeriyor.

ZAMAN 3 KAT BÜYÜDÜ
9 yıllık AKP iktidarında Türk basının şüphesiz en büyük kazananı Zaman gazetesi oldu. Abone sistemine ağırlık veren, bayii satışı düşük olan bu gazetenin tirajı 9 yılda tam 3 kat arttı. 2003 yılında söz konusu haftada 314 bin satan Zaman gazetesi, 2012 yılının Mart ayında 961 bin tirajı ile en yakın rakibinin 2 katı satış rakamına ulaştı. (habertakvimi'nin notu: Zaman gazetesinin bayi satışı 20 bin civarındadır. Kalan rakamın nasıl elde edildiği hakkında bu gazeteden şimdiye kadar ikna edici bir açıklama gelmedi.  Basılan gazetelerin çok büyük bölümünün bedava dağıtıldığı ve tiraj olarak gösterildiği tahmin ediliyor.) 
POSTA TİRAJI KORUDU, HÜRRİYET ÜÇÜNCÜ SIRAYA GERİLEDİ
458 bin satış rakamıyla, Zaman gazetesinden sonra en çok tiraja sahip olan Posta’nın ise 9 yıl içinde yerini koruduğu görülüyor. Posta, 2003 yılında da ortalama 450 bin gazete satışıyla Hürriyet gazetesinin hemen arkasında yer alıyordu.
Son dönemde işten çıkarmalarla gündemde olan Doğan Grubu’nun amiral gemisi Hürriyet gazetesinin 450 bin olan tirajı ise 9 yılda 30 bin geriledi ve 420 bin bandına düştü. Böylece, Zaman ve Posta’nın gerisinde kalarak üçüncü sıraya indi.

SABAH HERŞEYE RAĞMEN AYNI YERDE
Dinç Bilgin’den TMSF’ye TMSF’den Turgay Ciner’e, Ciner’den yeniden TMSF’ye daha sonra da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın damadının üst düzey yönetici olduğu Çalık Grubu’na geçen Sabah grubu onca badireye rağmen dördüncü sıradaki yerini korudu ve 9 yılda sadece 30 bine yakın okur kaybı yaşayarak tirajı 317 bine geriledi.
EN BÜYÜK KAYIP MİLLİYET VE VATAN’DA
Doğan Grubu’nun 2011 yılı Mayıs ayında Demirören-Karacan ortaklığına sattığı, aylarca yönetim krizi yaşayan ve son olarak Demirören ailesinin sahipliğine geçen Milliyet ve Vatan gazeteleri 9 yılda en çok tiraj kaybeden iki gazete olarak ön plana çıkıyor. 270 bin satış rakamına sahip Milliyet 110 bin seviyelerine, 183 bin satan Vatan’ın ise 75 bin seviyelerine gerilediği görülüyor. Özetle muhalif çizgisinden yıllar içinde uzaklaşan Milliyet’in 160 bin, Vatan’ın 110 bin tiraj kaybettiği görülüyor.
BİR DİĞER KAYBEDEN AKŞAM
Düzensiz maaş ödemeleri, patronu Mehmet Emin Karamehmet’in gazeteye olan ilgisizliği nedeniyle uzun süredir idari anlamda yönetim krizi yaşayan Akşam gazetesi de sürecin bir diğer kaybedeni. 9 yıl içinde tirajı yarı yarıya düşen Akşam’ın okur sayısının 200 binlerden 100 bine indiği görülüyor.
SÖZCÜ TİRAJINI İKİYE KATLADI
2003 yılında Gözcü gazetesi olarak Doğan Grubu bünyesinde yayın yapan kapatıldıktan sonra Ertuğrul Akbay ve oğlu tarafından çıkartılan Sözcü gazetesi ise tirajını en çok artıran ikinci gazete. Muhalif yayın yapan ve hükümetin haz etmediği yazarları bünyesinde toplayan Sözcü okur sayısını 9 yılda 2 kat artırdı. Gözcü olarak yayın yaptığında 110 bin satan gazete 19-25 Mart haftasında ortalama 220 bin sattı.
3 GAZETE YERİNDE SAYDI
Cumhuriyet, Türkiye, Yeni Şafak gazetesinin 9 yıl boyunca tirajlarında bir değişiklik yaşanmadı. Cumhuriyet 50 bin, Türkiye 130 bin, Yeni Şafak ise 100 bin bandındaki satış rakamlarını korudu.
BUGÜN 40 BİN OKUR KAYBETTİ
Ilıcak ailesine ait Dünden Bugüne Tercüman ismiyle 2003 yılında yayın yapan daha sonra Koza Grubu’na satılan Bugün gazetesinin 9 yılda 135 bin seviyelerinde 95 bine gerilediği ve 40 bin okur kaybettiği görülüyor.
GÜLDEMİR’İN HABERTÜRK’ÜNDEN CİNER’İN HABERTÜRK’ÜNE
İnternet sitesi olarak rahmetli Ufuk Güldemir tarafından kurulan ardından televizyon ve gazete ile güçlenen Habertürk markası, Güldemir’in vefatının ardından Turgay Ciner tarafından satın alındı. Habertürk bugün 237 bin ortalama tiraja sahip. Güldemir’in Habertürk’ü ise 2003 yılında 50 bin satıyordu.
TAKVİM, A. VAKİT, GÜNEŞ VE RADİKAL DE TİRAJ KAYBETTİ
Rakamlara bakıldığında 9 yıl içinde Takvim’in 130 binden 110 bine, Vakit’in 60 binden 35 bine, Güneş’in 130 binlerden 90 bine, Radikal’in ise 50 binden 27 bine gerilediği görüldü.Yeni Çağ gazetesi ise 30 binlerde olan tirajını 52 binlere yükseltti.
TOPLAM GAZETE SATIŞLARI 500 BİN ARTTI
İnternetin ve gelişen teknolojinin etkisiyle gazete satışlarının azalması beklenirken 9 yılda toplam gazete satışının 500 bin arttığı görülüyor. Elbette bu yükselişte Zaman gazetesinin tirajının 600 bin artmasının etkisi büyük. 24-30 Mart 2003 tarihinde ortalama günlük 4 milyon 6 bin  gazete satılmışken, 19-25 Mart 2012 tarihini kapsayan haftada bu rakam 4 milyon 540 bin oldu. Zaman’ın tirajındaki artış çıkarıldığında bile gazetelerinin toplam satış grafiğinde büyük bir değişiklik olmadığı görülüyor.
Not: Birgün, Taraf, Aydınlık, Yurt gazeteleri 2003 yılından sonra yayın hayatına başladığı için habere ilave edilmedi.
İSMAİL ŞAHİN

AKP yavaş yavaş mahkemeleri kaldırmaya hazırlanıyor


Örnek bir olay

AKP gece yarısı çok kritik bir yasayı Meclis’ten geçirdi. Bazı üst kurul başkanlarının görev sürelerini düzenleyen yasa görüşülürken sondakikada verdiği önergeyle tartışılacak bir düzenlemeyi yasalaştırdı. Kanuna eklenen maddenin özeti şu, özelleştirme ihaleleri konusunda yargının verdiği kararlar bundan böyle yok sayılacak, son sözü Bakanlar Kurulu söyleyecek. Bu yasa bir medya grubunu çok yakından ilgilendiriyor:

13 Mayıs 2003′te yaklaşık 1800 dönümlük arazisi, 185 lojmanı, sosyal tesisleri ve diğer varlıkları ile Balıkesir SEKA Kağıt Fabrikası 1.1 milyon dolara satıldı.

Özelleştirme ihalesi öncesinde 51 milyon dolar değer biçilen Balıkesir SEKA, ihalede tek teklifi veren Yeni Şafak gazetesinin sahibi Albayraklar’a Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun onayıyla 24 Haziran 2003 tarihinde devredildi.

9 YILDIR KAPISI KİLİTLİ

Bursa 2. İdare Mahkemesi 28 Temmuz 2003´te, satılmasında kamu yararı ve özelleştirmenin amacına uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı ve sonra da iptali kararı verdi. Karar temyiz edildi ve başka yargı organları Balıkesir SEKA’nın iadesi için 5 karar daha aldı. Ancak o tarihten bu yana yani tam 9 yıldır Balıkesir SEKA, Albayraklar’dan geri alınamıyor.

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın Balıkesir SEKA’yı geri alamamasının nedeni ise Albayraklar’ın açtığı 700 bin liralık tazminat davası. Bu dava nedeniyle SEKA’nın kapısına kilit vurulmuş durumda. Kısacası, devlet kendi malını 9 yıldır çalıştıramıyordu. Albayrak Turizm Seyahat İnşaat Ticaret A.Ş devredilen tüm taşınır taşınmaz mallar ile irtifak ve kullanım hakları üzerine ihtiyati tedbir koydurmuştu.

Gece yarısı Meclis’ten geçen kanuna göre özelleştirme uygulamalarına yönelik açılan davalarda, ihaleyi kazanan yatırımcıya devrin ardından iptal kararı verilmesi sebebiyle oluşacak fiili imkânsızlık karşısında geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması halinde Bakanlar Kurulu, yargı kararını uygulamayabilecek.

CANİKLİ: GERİ ALMAMIZ MÜMKÜN DEĞİL
Yeni yasayla bilikte 9 yıldır kapısı kilitli bulunan ve Danıştay’ın iptal kararına rağmen 9 yıldır devlete iade edilmeyen Balıkesir SEKA, Bakanlar Kurulu kararıyla Albayraklar’a devredilebilecek. AKP Grup Başkan Vekili Nurettin Canikli’nin dün Meclis’te “Özelleştirilen yere yatırım yapıldıktan sonra onun devlet tarafından geri alınması mümkün değil” sözleri Balıkesir SEKA konusunda hükümetin Albayraklar lehine karar vereceği beklentisini güçlendirdi. Böylece Albayraklar 51 milyon dolar değer biçilen ancak 1 milyon dolara aldıkları kağıt fabrikası sayesinde rakipleri karşısında büyük bir avantaj elde etmiş olacak.

İsmail Şahin / Ekonomiservisi.com

26 Nisan 2012 Perşembe

Ahmet Hakan yine Tayyip savunmasında!







Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, dün tüm sanal alemde konuşulan cami yalanından sonra, inanılmaz bir şey yaparak bugün Tayyip'i savunmaya girişti. 'Bu yapılan çok ayıptır, yakışık almamıştır.' demek yerime, 'Ama CHP de  kendi geçmişiyle yüzleşmeli.' diye yazabildi. Nedir bu CHP'nin geçmişi? Nazi partisi mi bu? Asıl sağ kesim kendi geçmişiyle, Menderes - Bayar dönemiyle, Demirel ve Milliyetçi Cephe hükümetleriyle, 12 Eylül'e giden süreçle, 28 Şubat'a yol açan Erbakan -  Çiller koalisyonunun rezaletleriyle, Susurluk'ta patlayan Gladyo icraatlarıyla yüzleşmek zorunda değil mi? Bir tarafta 10 yıldır iktidar olan ve diktatörlük kurmuş olan bir parti var, diğer yanda ise 60 yıldır iktidar olmamış bir parti var. Yolsuzluklar, hukuksuzluklar ayyuka çıkmış, her gün bir skandal, her gün bir rezalet, yalanlar havada uçuşuyor, din sömürüsünün bini bir para, Ahmet Hakan efendi de 'CHP geçmişiyle yüzleşsin'den başka bir şey diyemiyor. Diyemez. Yağını çekmek, yalakalığını yapmak zorunda. Ne var ki boşuna uğraşıyor. Önünde sonunda Hürriyet'ten o da gönderilecek. Bu Tayyip yağcılığı AKP çevresine bile son derece sevimsiz geliyor olmalı. 

Sözcü'den zehir zemberek manşet: Ben böyle yalancı siyasetçi görmedim



Bugünkü Sözcü, Kılıçdaroğlu'nun RTE hakkındaki sözlerini manşete çıkardı: Ben böyle yalancı siyasetçi görmedim. Gazete, göbekte ise RTE'nin cami yalanına yer vermiş. 

25 Nisan 2012 Çarşamba

Erdoğan'dan CHP 'Camiyi ahır yaptı' yalanı...


Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil'in yazısı: 




YILMAZ ÖZDİL / HÜRRİYET
Mustafa Kemal camiyi ahır yaptı, öyle mi?
Başbakan açıkladı:
“Camiyi ahır yaptılar.”
Nerede?
İzmir Seferihisar’da.
Ne zaman?
1936’da.
Atatürk zamanında mı?
Atatürk zamanında.
Kanıt?
Belge gösterdi.
20 Nisan 1936 tarihli.
Cumhuriyet gazetesi.
“Bu ne insafsızlık, Seferihisar’da tarihi cami ahır yapılmış” başlıklı haberin kupürü.
O caminin bulunduğu köyün ismi, Düzce... Küçücük, yemyeşil, şirin bi köydür. Eski adı, Hereke’ydi. Heraklia antik kentinin üzerine kurulduğu rivayet edilir, ismi ordan gelirdi. Osmanlı döneminde nüfusunun yüzde 60’ı 70’i Rum’du. İşgal sırasında neredeyse hiç Türk kalmadı. Sene 1922, hoş gelişler ola, Yunan denize döküldü, Seferihisar kurtuldu. Ufak ufak göç ettik, yeniden yerleşmeye başladık. Harabeydi. Galiba 60’lı yıllarda, adını Düzce yaptık. Sit alanıdır.
Şimdiiii... Gelelim belgeye.
20 Nisan 1936 tarihli, Cumhuriyet gazetesinde “Bu ne insafsızlık, Seferihisar’da tarihi cami ahır yapılmış” başlıklı haber var mı?
Var.
Peki haberin içinde ne yazıyor?
Şu yazıyor...
“Seferihisar’ın Hereke Köyü’nde bir cami tahrip edilmiş ve ahır haline getirilmiştir. Müze müdürü, tahkikat yapmıştır. Verdiği malumata göre, kütüphane ve medresesi vardır. Kütüphanesinden eser kalmamıştır. Evren oğullarından Kasım tarafından inşa ettirilmiştir. Üstündeki Arapça yazıya göre, 641 yıllık olduğu anlaşılmıştır. Osmanlı-Türk stilindedir. Tahribata rağmen, geriye kalan kısmı muhafaza edilirse, kıymettir.”
Yani?
Camiyi ahır haline getiren, CHP değil, işgal sırasındaki vandallıktı. Türk nüfusun seneler süren yokluğunda, caminin insafsızca ahır haline getirildiğini tespit eden ve bu bilgiyi Cumhuriyet gazetesine veren, bizzat, CHP’nin İzmir Müze Müdürü’ydü.
(Antik bölge olduğu için, Müze Müdürü tarafından tespit edildi... Cami ibadete açık olsaydı, 1936’da ahır yapılsaydı, teee 1924’te kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tespit edilirdi. Diyanet’in haberi bile yoktu, çünkü, senelerdir cami olarak kullanılmıyordu, ibadete kapalıydı. O nedenle, arkeolojik sayım yapan Müze Müdürü tarafından bulundu.)
(Kaldı ki, İzmir’de camiyi ahır yaptılar dedikleri dönemde... Diyanet İşleri Başkanı olan, Börekçizade Mehmet Rifat Efendi “İzmir paye-i mücerridi” unvanını taşıyordu.)
Bu sonuca nereden varıyorsun derseniz... 1936’da CHP tarafından ahır haline getirildiği iddia edilen o köydeki camiyi, 1936’da, bizzat CHPcami yaptı da, oradan varıyorum!
Kasım Çelebi Camii...
Metruk halde bulundu. Sadece antik ören yerlerinden araklanarak monte edilen sütun duvarı ayaktaydı. Revakları temizlendi. Minaresi onarıldı. İbadete açıldı. İnanmayan, zahmet edip Düzce Köyü’ne gitsin namaz kılsın, öyküsünü ahaliye sorsun.
Üstelik.
Kupürün başlığını gösterip, içinde ne yazdığını anlatmayan iktidarlar, Menderes’ten Demirel’den beri “İzmir’de tarihi camiyi ahır yaptılar” sakızını çiğniyor ama...
İzmir Seferihisar’daki o tarihi caminin tarihi medresesini yeniden açmak da CHP’ye nasip oluyor!
Seçimi ezici üstünlükle kazanan CHP’li Belediye Başkanı Tunç Soyer,CHP tarafından ibadete açılmasına rağmen, CHP tarafından ahır yaptırıldı denilen Kasım Çelebi Camii’nin medresesini restore ettiriyor. Proje hazırlandı, Anıtlar Kurulu’na sunuldu, kabul edildi, kaynak tahsis edilmesi için İl Özel İdaresi’ne başvuruldu, bugün yarın inşaatına başlanacak.
Dolayısıyla...
Söz konusu kupürün sadece “bu ne insafsızlık” tarafı doğrudur.
Mustafa Kemal Atatürk’ü camiyi ahır yaptıran kişi olarak göstermek...
Hakikaten insafsızlıktır.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20413966.asp

23 Nisan 2012 Pazartesi

Avukata gerek yok, az sonra mahkemeye de gerek yok!




AKP iktidarından ÖGM’lerin karar almasını sağlamak için yeni icat: Avukat olmadan karar vermenin önü açılıyor
Balyoz avukatlarının direnişinden sonra Mahkeme ile Adalet Bakanlığı arasında temaslar başladı. Mahkemenin, avukatlar olmadan da karar verebilmesi için gerekli yasa değişikliği için çalışmalar başladı

Mahkemelerin avukatlar olmadan karar vermesinin önü açılmaya çalışılıyor. Yasada yapılacak değişiklikle muvazzafların “hükmen tutuklu” hale getirilmesi ve re’sen emekli edilmeleri planlanıyor. AKP iktidarının bu uygulaması, Balyoz davasında yaşanan avukat boykotunun ardından geldi.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Balyoz davasında, “Delillerin incelenmesi ve soruşturmanın genişletilmesi” aşaması atlanması, sert tepkilere neden olmuştu. Avukatlar, savunma hakkının hiçe sayıldığını belirterek cübbelerini çıkartmış ve duruşmayı terk etmişti.
Mevcut yasa zora soktu
Avukatların bu tepkisi, Mahkeme’yi zora soktu çünkü Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 188’inci maddesinde, şöyle deniyor: “Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu avukatlığı kabul ettiği hâllerde avukatın hazır bulunması şarttır.” Yasaya göre avukatların çekilmesi halinde yargılama yapılamayacağı için mahkeme barodan avukat istemek zorunda. Baro avukat tayin edinceye kadar da yargılamanın sürdürülmesi yasal değildi.
CMK’nın 188. maddesinde değişiklik
Aydınlık’ın edindiği bilgilere göre, avukatların direnişinden sonra mahkeme ile Adalet Bakanlığı arasında temaslar başladı. Adalet Bakanlığı yetkililerine durum anlatıldı ve CMK’nın 188. maddesinde değişiklik yapılması istendi.
Bu görüşmeden sonra Adalet Bakanlığı’nda çalışmalar yoğunlaştı. TBMM Adalet Komisyonu’ndaki AKP milletvekilleri ile de temas kuruldu. Avukatlar olmadan da yargılamanın önünün açılması ve karara gidilmesini sağlayacak yasal değişiklik için düğmeye basıldı.
YAŞ’a yetiştirilecek

Kulislerde Balyoz davasında yargılanan muvazzaf askerlerle “emekli olmaları halinde serbest bırakılacaklarına” ilişkin teklif yapıldığı konuşuldu. Ama muvazzaf askerlerin, “Emekliliği kabul etmenin suçu kabullenmek anlamına geleceği” gerekçesiyle buna karşı çıktıkları bildirildi. Aydınlık’a bilgi veren kaynaklar, “Bunun üzerine resen emekli edilmeleri gündeme geldi. Bunun için tutuklu muvazzaflar hakkında mahkemeden karar çıkması ve ‘hükmen tutuklu’ hale getirilmesi planı devreye sokuldu. Bu şekilde Ağustos ayında toplanacak YAŞ’da tutuklu muvazzaflarla ilgili karar verilmesi ve resen emekli edilmesinin yolunun açılması düşünüldü. Tutuklu muvazzafların TSK’dan bu yolla tasfiye edilmesi hedeflendi” dediler. Bazı hukukçular ise Askeri Ceza Kanunu’nda resen emekli edilme koşullarının belli olduğunu, Balyoz davasından yargılananların “hükmen tutuklu” hale getirilmesinden sonra YAŞ’da resen emekli edilmelerinin “hukuku zorlama” olacağını bildirdiler. (Aydınlık, 12 Nisan 2012)

22 Nisan 2012 Pazar

Başörtüsü propagandası ve suç gibi gösterilen laiklik

Bu gün iki yandaş gazetenin manşetinde başörtüsü vardı. Başörtüsü, kurulması büyük ölçüde tamamlanan dinci diktatörlüğün en önemli simgesi. Bunu bir özgürlük sorunu olarak sunup durdular. Onları destekleyen 'faydalı salaklar' da az değildi. Oysa, başörtüsü buzdağının sivri ucudur. Bir yaşam biçimdir. Toplumu tepeden tırnağa değiştirip, kafalarındaki ortaçağ rejimini kurmak isteyen dincilerin, bu kapıyı açmak için kullandıkları bir anahtardır. Sokakta, evde, özel yaşamında insanlar istediği gibi giyinebilir ama dinsel inancı yansıtan giyim tarzını tüm topluma yaydığınız zaman, bir rejim değişikliği söz konusudur ve bu rejimin adı da dinci faşizmdir.  


Yandaş gazeteler okulda ve devlette başörtüsü için bastırıyor, bütün güçleriyle propaganda yapıyorlar. Bu dönemin her an bitebileceğinin farkındalar. Geri dönüş eşiğinin aşılması için tam gaz bastırıyorlar. İşte cemaatin gazetelerinden Bugün'ün manşeti: 
Gazete başörtüsü ajitasyonu yaparken, yan sütunda da 28 Şubat sürecine 'çakmayı ' da ihmal etmiyor. Zaten ikisi beraber gider. Din düşmanı olarak gördükleri askerlere bir tokat ve en ağdalısından başörtüsü ajitasyonu. Oysa, bu dinciler, varlıklarını orduya borçlu değiller mi? 2. Dünya Savaşından sonra başlayan soğuk savaş ve anti komünizm süreciyle birlikte her fırsatta ve her yerde solu ezen ordu, bunların önünü açmadı mı?


Yine cemaatin gazetelerinden Taraf'ın manşetinde de aynı ajitasyon ve propaganda görülüyor. Gazete sayfanın üst bölümünde askere 'çakıyor' ve göbek kısmında başörtüsü ajitasyonu yapıyor. 
28 Şubat yargılamalarını son kırıntısına kadar sömürmeye kararlı olan Taraf yönetimi, kendilerini yaratan orduya bu şekilde büyük bir haksızlık yapmış olmuyor mu?



Gazetenin göbek kısmı ise, başörtüsü ajitasyonuna ayrılmış: 
Yeşilçam filmlerinden alınmış bir repliğe benzeyen bu manşet çok ilginç. Taraf'ın çoğu manşetinde olduğu gibi bunun da her yerinden yalan ve sahtekarlık akıyor. Üniversitelerde başörtüsü yasağı diye bir şey kaldı mı? A. Gül'ün iki oy alanları bile atadığı üniversite rektörleri sayesinde, bu saçma yasak fiilen kalkmadı mı? Ancak, manşeti asıl ilginç yapan, hemen solundaki haber. Orada, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın sanat yönetimine el koyan belediyeye bir sesleniş var, daha doğrusu, Ayça Şen imzalı bir yazının bir bölümünden spot yapılmış. "Hükümet sanata karışmamalı" manşetiyle sunulan spot şöyle: "Ben o AKP ne yaparsa tukaka diyen insanlardan değilim, bilakis demokrat olanlardanım... Akıllıca davranarak dikta ile demokrasi ayrımında kafa karışıklığı yaşayan hükümete, bildiği konularda iyi olduğunu, fakat kültür ve sanata karışmaması gerektiğini anlatmalıyız."  
Bakın, işte can alıcı nokta, bu başörtüsü denen şeyin rejimi budur. Sanata da karışır, size de karışır. O rejimin en başta gelen özelliği, her şeyi kendi kafasına göre düzenlemektir. 



Yargıdaki son duruma bir örnek





Sözcü Gazetesi yazarı Emin Çölaşan, 20 Nisan 2012 tarihli sayıdaki köşesinde, yargıda gelinen noktaya bir örnek verdi. Bir TV kanalında 'yandaş' denilen tipte biri, kendisinden "son derece karanlık çizgisi ile, tetikçiliği ile vesaire, çok şaibeli (lekeli) bir kalemdir. Ona gazeteci demek istemiyorum" şeklinde söz etmiş. Çölaşan da bu kişiyi mahkemeye vermek amacıyla savcılığa baş vurmuş. 
Baş vurulan savcılık makamı ise bu sözleri şöyle değerlendirmiş: "Bu tür ifadeler bazen muhatapları sarsıcı da olabilir. AİHM kararlarına göre ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun vazgeçilmez bir ögesidir. Fikirleri takip edilen ve halka mal olmuş kişilere ilişkin tahammül eşiğinin daha ileri seviyede olması gerekir. Somut olayda bunun aşılmamış olduğu görülmektedir. Bu sözlerin eleştiri sınırları içinde kaldığı, şüphelinin hakaret kastı ile hareket etmediği anlaşıldığından, şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına..."


Evet, savcılığa göre "son derece karanlık çizgisi ile, tetikçiliğiyle, çok şaibeli bir kalemdir" ifadeleri hakaret ve iftira niteliği taşımıyor.  Çölaşan da "Varsayalım ki ben burada bir yazı yazdım, Tayyip için aynı sözleri kullandım." diyor ve soruyor: Acaba savcılık benim yazımı inceledikten sonra "Bu sözlerde başbakana hakaret yoktur. Fikir ve ifade özgürlüğüdür. Kovuşturmaya yer olmadığına" diyebilir mi?

Odatv Oral Çalışlar'ı fena benzetti!

İnanılmaz bir 'dönüş' yaparak en hızlı AKP savunucusu kesilen eski solculardan biri de Oral Çalışlar. Odatv sitesinde yer alan bu eleştirinin de gösterdiği gibi, AKP'yi savunmak için çiğnemeyeceği hiç bir ahlak kuralı yok.
Oral Çalışlar, Radikal’deki köşesinde şu satırlara yer verdi:
“(…)Şunu da belirteyim: ‘Medyanın her kritik dönemde zorbaların yanında yer alma’ alışkanlığının masaya yatırılmasını özellikle önemsiyorum. Örneğin, Gazeteciler Cemiyeti yönetimindeyken, 28 Şubat döneminde sorumluluğu olduğunu düşündüğüm meslektaşlarımın hesap vermeleri yönünde çağrılarda bulunmuştum.(…)” (17 .04.2012/Radikal)
Ne güzel söylüyor değil mi Oral Çalışlar:
“Medyanın her kritik dönemde zorbaların yanında yer alma alışkanlığını masaya yatıralım!”
Tamam, yatıralım! Biz varız.
Mesela, Ergenekon davaları sürecinde Oral Çalışlar’ın zorbaların yanında yer almasını da masaya yatıralım mı? Oral Çalışlar, bu son 5 yıllık süreçteki hukuk katliamına destek vermesinin de hesabını verecek mi?
Ne der buna Oral Çalışlar, var mı?
ODATV İÇİN NELER YAZDI
Haber spotlarından, gazete manşetlerinden, polis bültenlerinden yola çıkarak köşesinde nasıl adam asmaca oynadığının unutulacağını mı sanıyor?
Sanıkların savunmalarını, duruşma tutanaklarını okumadan köşesinde yaptığı yargısız infazların hesabını da verecek mi?
Örneğin…
Odatv’ye yapılan ikinci polis operasyonundan (Mart 2011) sonra Oral Çalışlar ne yazdı Radikal’deki köşesinde? Okuyalım:
“Açıklanan belgelere göre; Kozinoğlu OdaTV’ye malzeme aktarıyormuş. Siyasetçilerin özel yaşamına ilişkin toplanan istihbarat bilgilerini onlara veriyormuş. ‘İklim Bayraktar olayı’, bu istihbarat toplama işlerinin, nasıl bir şantaja, pespayeliğe dönüştüğünü mükemmel bir şekilde gözler önüne serdi.  Bu tarz işlere gazetecilik, onlarla uğraşanlara da gazeteci isminin verilmesi, gazetecilik mesleğine özel bir değer yüklemeyen insanların bile kabul edemeyecekleri bir şey. Onlara destek veren istihbaratçılar için nasıl bir tanım geliştirilebileceğinin takdirini ise size bırakıyorum.”
ÇALIŞLAR ÖZÜR DİLEMEDİ
Ey Oral Çalışlar!
Bunları yazdın arkadaşlarımız büyük bir komployla cezaevine atılınca.
O sözünü ettiğin ve tanımadığımız Kaşif Kozinoğlu, daha kendisini savunamadan cezaevinde yaşamını yitirdi.
O köşene taşıdığın “belgelerin” virüs yoluyla bilgisayarlarımıza yerleştirildiği 3 ayrı üniversite ve bir ABD’li bilişim şirketi tarafından kanıtlandı.
Odatv duruşmalarda yapıldı ve sanıklar tek tek iddianameyi paramparça ettiler. İddianame çoktan kadük oldu.
Ve Odatv davasında altı insan bir yılı aşkın zamandır tutuklu.
Şimdi…
O yalan ve polis sızdırması satırları yazan Oral Çalışlar, sanıkların savunmalarına köşesinde yer verdi mi?
Hayır!
O sözde “belgelerin” sahte olduğu ortaya çıkınca, yazdıklarından dolayı özür diledi mi?
Hayır!
AKYÜREK VE YILMAZER’LE İLİŞKİDE Mİ
Neymiş, istihbaratçılar bize bilgi veriyormuş!
Bunun nasıl büyük bir yalan olduğu Odatv duruşmalarında ortaya çıktı.
Biz bir soru soralım Oral Çalışlar’a:
“Arkadaşım” dediğin Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesinde ihmalleri olduğu ortaya çıkan Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer adlı istihbaratçılarla ilişkide misin?
Yaptığın konuşmalarda neden hep onları kollama pozisyonuna düşüyorsun?
Evet, Oral Çalışlar…
Tıpkı yazdığın gibi:
Medyanın her kritik dönemde zorbalarında yanında yer alma alışkanlığını masaya yatıralım!
Var mısın?
Odatv.com (21 Nisan 2012)

21 Nisan 2012 Cumartesi

Erdoğan'a BOP soruları...
















CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, TBMM Başkanlığı'na, BaşbakanRecep Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.
"Amerika Birleşik Devletleri'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak başlattığı, daha sonra buna yeni coğrafyalar ekleyerek, Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOP) olarak revize ettiği Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı yeniden şekillendirme projesine Türkiye olarak 'eş başkanlık' yaptığımızı çeşitli demeçlerinizde ifade ettiniz" diyen Tarhan, Başbakan'a şu soruları yöneltti:
"Bu 'eş başkanlık' görevi hangi uluslararası anlaşma ile Türkiye'ye verilmiştir?
BOP ve GOP için eş başkanlık görevleri, hangi tarihlerde ve nerelerde gerçekleşen toplantılar sonucunda karara bağlanmış ve hangi sözleşme sonucunda Türkiye'ye verilmiştir?
Türkiye, BOP veya GOP eş başkanlığı için Amerika Birleşik Devletleri'ne hangi taahhütlerde bulunmuştur?
ABD, BOP veya GOP eş başkanlığı için Türkiye'ye hangi taahhütlerde bulunmuştur?
Eş başkanlık görevi verilirken, BOP ve GOP projelerinin tarafınıza açıklanan amaçları nelerdir?
Türkiye'nin 'eş başkanlık' görevi çerçevesinde yükümlülükleri nelerdir? Bu yükümlülüklerden hangisini yerine getirdiniz?
ABD ve Türkiye arasında BOP veya GOP için bir anlaşma söz konusu ise, bu anlaşma neden Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin onayına sunulmamıştır?
Türkiye, 'eş başkanlık' görevi çerçevesinde bugüne kadar hangi faaliyetleri yürütmüştür?
Malatya Kürecik'te kurulan füze kalkanı, BOP ve GOP eş başkanlığının bir gereği midir?
Türkiye'nin, Suriye'de iç savaşı kışkırtması ve barış yerine savaşı zorlamasının nedeni BOP/ GOP eş başkanlığını yürütüyor olmamız mıdır?
ABD ve Türkiye arasında BOP veya GOP için bir anlaşma söz konusu değil ise, Türkiye'nin 'eş başkanlığı'nı iç hukukumuz açısından nasıl izah ediyorsunuz?
Hükümetinizin iç ve dış politikaları, Amerika Birleşik Devletleri'nin Büyük Ortadoğu veya Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projeleri doğrultusunda mı şekillendirilmektedir?
Türkiye'nin ulusal çıkarlarının, Büyük Ortadoğu veya Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projeleri eş başkanlığı görevi ile çelişmesi durumunda nasıl bir tutum izliyorsunuz?
Amerika Birleşik Devletleri'nin Büyük Ortadoğu Projesi veya Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi'ne körü körüne bağlılığın, Türkiye'yi uçuruma sürüklediğinin ve söz konusu projelerin Türkiye'nin yeniden dizaynı ve bölünmesine hizmet edeceğinin farkında mısınız?" (Cumhuriyet, 20 Nisan 2012)